'İnsanoğlu yeryüzünde çiçekler gibi açacak.

Bu kötü günler geçecek Hanna.

Yüreğim öyle söyledi,

üç kere ses verdi, üç bin kere bağırdı.

Bu kötü günler bitecek.'

Bugünlerde Bahar İndi, Yaşar Kemal

Kaç aydır kelimeler cümle olmuyor. Cümleler akmıyor, her şey düşüncelerde…Bir karabasan gibi çöken deprem felaketi, sonraki anlar ve günler. Geçmeyen zamana karışan sessiz çığlıklar. Acabalar, belkiler, olmaz ki'lerle birleşen inanamamazlıklar.

Nasıl inansın insan? Nasıl inandıklarına, bildiklerine sadık kalsın? Nasıl cevap versin içindeki derin yasa, acıya karışan cevapsız sorulara? Neden, niçin, nasıl yüzlerce soru ve akıp giden zaman… Akıp gitmeyen tek şey sorgulamalar ve o anda kalmış, kalakalmışlık hali…

Sizleri bilmiyorum ama ben uzun zamandan beri kendime sürekli hep aynı şeyi soruyorum: Bugünlere nerelerden ve nasıl geldik? Yaşadığımız 'onca felaket, onca olay, onca kavga, onca öteki' ne zaman ve nerede başladı? Ne zaman tohumlarını serptik? Ne zaman büyüttük? Ne zaman daha da büyümesi için çıpalar attık? O tohumlar büyürken ne zaman bizi sarmaya, kaplamaya ve aşmaya başladı? Ne zaman altında kaldık? Ne zaman aldığımız nefes yetmemeye başladı?

Bilmiyorum… Tek bildiğim yavaş yavaş, bir gösterip bir kaybolarak ama hep artarak, tek tek, bazen onlarca tohumun üst üste koyulması ile geldik bu günlere… Bazen biz bir tohum ekledik, bazen başkalarının ördüğü tohumları salamlaştırmak, bilerek ya da bilmeyerek ama belki de en çok umursamayarak katkı sağladık.

İsteyerek ya da istemeyerek; yol açtık, yol verdik, verilen yönlere uyduk… Zaten tarih boyunca yaşadığımız tüm olaylar, kavgalar, felaketler her zaman insanın sorumluluğunda olmamış mıdır? Ya bir şey yaparak ya da hiç bir şey yapmayarak her an olanın ve olmayanın parçası olmuyor muyuz?

Her zaman olan her şey ve olmayan her şey sadece ve sadece seçimlerimiz, davranışlarımız ve diğer insanlarla, doğayla, dünyayla olan etkileşimlerimiz ile doğrudan ilgili değil mi?

Geldiğimiz noktada: Zaman akıp giderken, mevsimler hızla geçerken, hatta birbirine karışırken; yıllardır kesintisiz yaşadığımız tüm kara kışlardan sonra; son kez bir durup; geçmişte yaptığımız hatalardan ve aldığımız derslerden öğrenerek, geleceği daha iyi inşa etmek için çalışmak ve sorumluluk almak yine bize düşmüyor mu?

Ancak sorumluluk aldığımızda, sadece sorular sormakla kalmayıp, cevapları aradığımızda ve çözümler ürettiğimizde belki de içimizde şüphe, endişe, kaygı, umutsuzluk yaşatan kara kışları bitirip, rengarenk, sevgi, anlayış, umut dolu baharların sürekli yaşanması sağlayabiliriz değil mi?

Yağmurlu ve ama en çok güneşli Mayıs, çiçeklerin açtığı, içimizin sonsuz ve heyecanlı bir bekleyiş ile dolu olduğu, umutlu bir bahar günü…Her şeyin güzel daha da güzel olması için hazır mısınız bireysel sorumluluğunuzu almaya?