Bazen önemli konularla ilgili yazıları geç yazıyorum. Bu nedenle canım bazen sıkılıyor, ancak yazmış olduğumuz yazılar uzun süre yine de gazete köşesinde yerini koruduğu için mutlu bir şekilde yine kalemimi elime alabiliyorum. Bu nedenle de bazen hırsla bazen de coşkuyla yazabiliyorum. Bu sefer yazım üzgünüm ki, coşkuyla değil… Ama her zaman dediğim gibi, 'bunun da bir hayr-ı vardır' diyerek, derin bir nefes alıyorum ve Ata'mızı doya doya anmaya ve anlamaya çalıştığım özel bayramlarımızın neden birer birer elimizden alınmaya başladığını sorgulamaya çalışarak yazmaya başlıyorum.

Neden biz yıllardır 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nı kutluyoruz? Neden her 23 Nisan günü çocuklarımızın en güzel kıyafetleri sokaklarda yürüyüşler yapıyorlar?. O titreyen bedenleriyle ki, muhakkak havalar halen ısınmamıştır o günlerde; sokaklarda bu çocukları görürüz? Neden devlet-i erkanın masasına oturarak bir gün bile olsa, başbakan, bakan, cumhurbaşkanı olurlar? Kim onları bu makamı işgal etmeleri için ortam yaratmıştır? Dünyanın dört bir yanından şimdiye kadar hiçbir ülkede bir çocuk bayramı yok iken, kendi ülkemizde düzenlenen bir bayrama dünyanın dört bir yanından çocuklar gelmektedir?

23 Nisan'ın Çocuk Bayramı olarak kutlanışı 23 Nisan 1927'de Atatürk'ün himayesinde başlamış, Cumhurbaşkanlığı Bandosu çocuklar için konser vermiş ve Ankara'da çocuk balosu düzenlenmiştir. 1928'de Dr. Fuat (Umay) Bey'in teklifiyle daha geniş içerikli bir program hazırlanmış, ilanlar verilmiş, halk davet edilmiş, çocuk alayları oluşturulmuş, yarışmalar ve geziler düzenlenmiştir. 1929'daki 23 Nisan'dan önce HEC 23-30 Nisan haftasını çocuk haftası olarak duyurmuş, etkinlikler çoğaltılarak bir haftaya yayılmıştır. Asıl bayram yine 23 Nisan'da kutlanmış, çocuk balosu yine Atatürk tarafından himaye edilmiştir. Yine de HEC ve Türk Ocağı'nın bütün çabalarına rağmen ülke çapına yayılmada sorunlar yaşanmıştır. Birkaç yıl böyle gitmesi üzerine, Kırklareli milletvekili Dr. Fuat Umay'ın teklifiyle 20-30 Nisan arasında tüm telgraf ve mektuplara Himaye-i Etfal Şefkat Pulu yapıştırılması mecliste onaylanmış ve yasa, 14 Nisan 1932'de yürürlüğe girmiştir.

1970'lerde artık 23 Nisan Çocuk Bayramı tüm ulustan katılım alan bir bayram halini almıştı. 1975'ten itibaren TRT de programlarıyla destek vermiş, 1979'da resmî Millî Hakimiyet Bayramı törenlerine çocukların da katılmasına karar verilmiş, 1980'de de 'Çocuk Parlamentosu' oluşturulmuştur. Böylece 23 Nisan Çocuk Bayramı, Millî Hakimiyet Bayramı'yla tamamen aynı etkinliklerde kutlanmıştır.

Şimdi geçmişe gittiğim şu tarihsel perspektifte, bir kişinin, bir grubun nasıl olurda bu kadar önemli bir bayramı, iptal edebilme hakkını kendinde bulabilir sorusuna yanıt aramaya geldi? Bu nasıl bir nefrettir, bu nasıl bir düşüncedir anlayamadım bir türlü… İnsan geleceğini teslim edeceği bir nesli yine nasıl karanlığa boğduğunun farkında değildir. Ki; onlar bizim geleceğimiz, bizi devam ettiren gençlerimiz ve çocuklarımız derken benim içim titrerken, bir başka grup onları şu ya da bu şekilde yine kafeslerin arkasına kilitlemektedir? Bunun bana açıklamasını vermek isteyen var mı?

Bugün çok ilginç bir konuşma yaşadım Konak Belediye Başkanı'mız Sema Pekdaş ile. Yapmış olduğum bir akademik çalışma nedeniyle gittiğim görüşmemiz birden öyle bir ilginç hale geldi ki, ben bile bir saat yapmış olduğumuz sohbetten muhteşem zevk alarak çıktım. Sema Hanım, Türkiye çok güzel bir coğrafyada dedi. Bu coğrafyaya 'Anadolu' diyoruz devam etti... Bütün 'medeniyetlere' misafirlik yapmış, onlardan pek çok özellikleri almıştır. Bazen çok 'muhafazakar' olmuş, ardından çok 'demokrat'. Hemen arkasından 'kavgacı' hemen arkasından 'barışçı'.. Bu nedenle ben Anadolu insanına güveniyorum derken, bu ilginç yaklaşım birden beni durdurdu. Hiç düşünmemiştim bu kadar farklılığı bir arada nasıl barındırıyor bu ülke diye. İşte sonunda bulmuştum, neden farklı olduğumuzu, neden düz olmadığımızı, neden kıvrak ve aldatıcı olduğumuzu. Niye sevgi içinde yaşarken, nefret kusan insanlar olduğumuzu.

Sema Hanım, bu ilginç 'mozaik' kavramını sevdiğini söyledi. Benim de hoşuma gitti. Bu beni birden umutlandırdı. Eğer ki bizim içimizde, geçmişimize yönelik bir 'genetik kod' var ise ve biz bunları DNA'larımızda taşıyorsak, üzülecek çok fazla bir şey yok gibi geldi. Halen içimde Atatürk'ün bana öğrettiği ilkeler, inançlar, vizyon, vatan sevgisi, demokrasi, hak ve hukuk gibi 'değerler' var ise, benim gibi düşünen kişiler çoğunlukta ise ve herkes kendine ait bir gelecek umudunu içinde saklıyorsa, korkmamak gerek demeye başladım.

Burası ANADOLU; ve ben bir Anadolu çocuğum. Genetik olarak, Macaristan'dan gelen bir Çerkez kızı olduğum söyleniyorsa, ve bu toprakların esas efendileri isem, genetik kodumda çok güçlü bir isim yazıyor. ATATÜRK; asla kimsenin silemeyeceği bir kalemle yazılmış bu kelimeler. Ben silmedikçe, bunu kimse silemeyecektir. Önemli olan bunu oğluma aktarabilme becerimdir.

Sizin de unutmayın bir genetik kodunuz var, DNA'nızda eğer 'Demokrasi, Laiklik, Katılımcılık, Vatanseverlik' yazılıysa siz de korkmayın. Sadece çocuklarınız aktarın bunları şimdilik yeter. Ne dersiniz?