Bugün Pazar…

Atatürk'ü bu köşede anma ve hatırlama günü…

Bir kez daha…

Az bilinen yaşanmış bir öyküyü paylaşalım…

Bunu yaparken de…

'Mustafa Kemal'le 1000 Gün' kitabının yazarı…

Nezihe Araz'ı, saygıyla analım…

***

'Ana gibi yar olmaz…' diyenler, hep haklı çıkar…

Analar…

İçinden çıkan evladına can verirken…

Kendi canını unutur, gider…

Yaşlı dünyanın her köşesinde…

Analar için…

Evlatlar yaşam sevincidir…

Bakın şehit anacıklarına…

Yüzleri hiç gülmez…

Gözyaşları, her an yanaklarını ıslatacak kadar yakındır…

Bu öykü…

İşte böyle bir 'Al kalbim senin olsun evladım!' öyküsüdür…

***

İtilaf Güçleri donanmasının savaş gemileri…

İstanbul Boğazı'na girdiğinde…

Takvimler 18 Kasım 1918'i gösteriyordu…

Mustafa Kemal Paşa…

İşte, o gün…

Tepkisini dile getirmişti:

'Geldikleri gibi giderler…'

Dediğini de yaptı…

Büyük bir sabır ve gizlilik içinde…

Kurtuluş mücadelesinin temellerini attı…

Samsun, Havza, Amasya derken…

Kurtuluş Savaşı'nın ilk kıvılcımının ardından…

Erzurum ve Sivas kongreleri geldi…

23 Nisan 1920'de Büyük Millet Meclisi Ankara'da açıldı…

Meclis Ordusu kuruldu…

O kahraman Ordu…

Yunan işgaline karşı direnişe geçti…

Yunan'a karşı Büyük Taarruz için gizlice tarih bile belirlenmişti:

26 Ağustos 1921…

İşte, o tarihin üç gün öncesi…

***

Zübeyde Hanım, Çankaya'daki bağ evinin kendine ayrılan odasında pencerenin önünde oturmuş, başında beyaz örtüsü, telli gözlükleri, elinde küçük bir En'am Kuran okuyordu… Kapı vuruldu, ama cevap beklemeden hemen açıldı; Mustafa Kemal içeri girdi... Keyifli, hayat dolu, şakacı, muzip, seslendi:

'Anacığım girebilir miyim?'

Yerinden kalkmaya çabalayan Zübeyde Hanım…

Kaşlarını çatarak…

'Girdin zaten…' dedi ve ekledi:

'Gel a be çocuk! Gün doğumundan beri beklerim gelesin, beklerim gelesin…'

Mustafa Kemal…

Annesinin elini öptü, başına koydu:

'Estağfurullah anam, lütfen rahatsız olma… Oturmayacağım, dışarıda arkadaşlar var… Müsaadenle seni görüp sonra hemen onlarla birlikte çıkmam lazım, bazı işlerimiz...'

Zübeyde Ana, oğlunun yanağını okşayarak O'nu susturdu:

'Nereye gidersin böyle akşam akşam? Dur durak yok mu benim Mustafa'ma?'

Mustafa Kemal, anacığından gözlerini kaçırarak cevap verdi:

'Bir çay davetine gidiyoruz… Uzarsa, geç kalabilirim, gece belki de gelmem... Sakın beni merak etme... Vakitlice yat olur mu?'

Zübeyde Hanım oğlunu ince ince süzüyor…

Bu laflara inanmadığını da belli ediyordu:

'Çay davetine öyle mi? Bu üniformayla mı? Bu çizmelerle mi oğlum?'

Çaresiz kalmıştı başkumandan:

'Anne lütfen! Müsaadenle… Arkadaşları bekletmeyeyim… Allah'a emanet ol canım. Bir emrin var mıydı?'

Zübeyde Hanım…

Veda eder gibi, bi'kez daha sarıldı yavrusuna…

İçine çekti kokusunu Mustafası'nın:

'Yok Mustafa'm; çakırım! Hayra karşı git... Allah'a emanet ol… Ne diyeyim?'

Mustafa Kemal odadan çıkınca…

Zübeyde Hanım ağlamaya başladı…

Oğlu çay davetine filan gitmiyordu ama…

Her zaman olduğu gibi…

Bu kez de nereye gittiğini söylemek istememişti…

***

Az sonra içeri Mustafa Kemal'in emir eri Ali Çavuş girer…

Zübeyde Ana, bi'nefeste sorar:

'Uğlum nerde Ali? Mustafam nereye gider?'

Emir eri Ali, başını öne eğer:

'Çaya gitti anne; çay davetine… Sana da öyle dedi ya…'

Dayanamaz Zübeyde Hanım…

Kızdığını belli eder:

'Adi be, ben bilmez miyim nereye gitmiştir uğlum… Ana'yım ben! Cepheye gitti. Yüreğim öyle der... Ama o istemez hiç kimse bilsin nereye gittiğini... Yazdığım şu mektup Mustafa'madır…'

Mektupta şunlar yazılıydı:

'Mustafa'm bilirim, gelmeyeceksin… Çay davetine gidiyorum dedin… Ama molla annen nereye gittiğini bilir... Sen cepheye gidersin... Benim yüreğim bunu bilir. Senin için dua ediyorum bilesin… Mustafa'm, zaferi ele almadan dönme... Ben, seni beklemeyi bilirim…'

Ali al bu mektubu yetiştir una. Neredeyse bul. Bul uni anladın mı? (...)

***

Mustafa Kemal…

Ali Çavuş'un ulaştırabildiği anasının mektubunu…

Bi'kez daha okuyup cebine yerleştirdi…

Sonra kalpağını yerleştirdi başına…

Yaveri Salih'e döndü ve şunları söyledi:

'Merak etmeyin, cebimde anamın hayır duası var… Artık size sırrımı açabilirim… Şimdi buradan doğru cepheye gidiyoruz… Taarruzu başlatacağız! Önce Tuz Gölü üzerinden Konya'ya, oradan da doğru cepheye…'

Sonra…

Tedirgin gördüğü yaveri Salih'in gözlerinin içine bakarak…

Kararlı biçimde…

Planının son noktasını seslendirdi:

'İşte sana söz: Taarruz başladıktan tam on beş gün sonra Yunanlıları denize dökmüş olacağız. Hala ürküyor musun?'

***

Bitiriyoruz…

Kocatepe'de gün doğuyor…

Sonsuz bir sessizlik ve bekleyiş…

Mustafa Kemal, bir taşın üstünde oturuyor…

Arkasında…

Kolordu Kumandanı Bekir Sami, Fevzi ve İsmet paşalar…

Mustafa Kemal, konuşmuyor düşünüyor…

Birden gökleri yaran, sessizliği paramparça eden…

Topçu ateşi başlıyor…

Sanki yer yerinden oynuyor…

Kocatepe ara sıra ışığa boğuluyor…

Mustafa Kemal, ayağa kalkıyor…

Dediklerini…

Sanki kimse işitmiyormuş gibi göğe sesleniyor:

'Rabbim! Yunan'ın kazandığını gösterme bana! Onlar kazanacaksa gökkube başıma yıkılsın, daha iyi... Anam! Bize dua et!'

Nokta…

Sonsöz: 'Anneler belki her şeyi göremezler ama kalpleriyle duyarlar... / Anonim…'