Bugün Pazar…

Hiç bitmeyen sevgi ve saygıyla...

Atatürk'ü bu köşede anma ve hatırlama günü...

Bir kez daha...

Az bilinen yaşanmış bir öyküyü paylaşalım...

Bunu yaparken de...

Yazar Semra Atay’ı saygıyla analım…

***

Takvimler, Kasım 1953’ü gösteriyor…

Pazar gecesi…

Saat; 23.30…

Türkiye’nin kalbi Ankara…

O saatte…

Prof. Dr. Kâmile Şevki Mutlu’nun ev telefonu çalıyor…

O tarihte…

Prof. Mutlu, Ankara Tıp Fakültesi Histoloji ve…

Embriyoloji Kürsüsü başkanı...

Patolog hocayı arayan ise…

Ankara Valisi Kemal Aygün

“Hocam” diyerek söze giriyor ve arkasını şöyle getiriyor:

“10 Kasım günü Ata’mızın naaşını Anıtkabir’e taşıyacağız...

Bunun için bir komite kurduk… Naaşı geleneklere uygun olarak toprağa defnedeceğiz… Ancak bozulmadan korunduğunu belgelemek için muayene etmenizi rica ediyoruz…”

***

Prof. Mutlu, o sırada 40 derece ateşle yatıyordu…

Hastalığını gerekçe göstererek…

Bu görevi bir başka meslektaşının yapmasını rica etti…

Ancak Vali Aygün ısrarcıydı:

“Ben sizi sarar, sarmalar götürürüm; bu tarihi bir görev…”

Prof. Mutlu…

9 Kasım sabahı Etnografya Müzesi’ne gitti…

Başbakan Adnan Menderes de oradaydı…

Gerçekten…

Tarihe tanıklık işte buydu…

***

Anıtkabir yapılana değin…

Atatürk’ün naaşının korunabilmesi için “tahnit” denilen…

Bir işlem uygulanmıştı…

Gülhane Patolojik Anatomi Profesörü Dr. Lütfi Aksu tarafından gerçekleştirilen bu işlem sırasında…

Naaşa, şırıngayla özel bir formül enjekte edilmiş ve…

Üzerine formüllerin yapıştırıldığı iki küçük ilaç şişesi…

Ulu Önder’in koltuk altlarına yerleştirilmişti…

Bu işlemden dolayı…

Atatürk’ün naaşı o günkü biçimiyle korunabilmişti…

Ancak İslam dini…

Ölünün defnini şart koştuğundan, geçici tahnitin bozulması koşuldu…

Atatürk’ün Anıtkabir’e naklinden önce…

Bu işlem için bir komite kurulmuş…

Başbakan Adnan Menderes’in huzurunda…

Tahnitin bozulması için…

Atatürk’ün tabutunun açılması kararlaştırılmıştı…

***

Tabutun açılma günü geldiğinde…

Prof. Dr. Kâmile Mutlu “Başlayın” talimatını verdi…

Meclis Başkanı Refik Koraltan, Başbakan Adnan Menderes ve…

Devletin üst düzey temsilcileri…

Tabutun çevresinde toplanmış, soluklar tutulmuştu…

Tabut salonun zeminine yerleştirildikten sonra…

Başbakan Menderes…

“Hanımefendi, buyurunuz…” diyerek…

Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan’ı tabutun yanına götürdü…

Önce tabutun vidaları söküldü…

Tahta tabutun içinde madeni bir sanduka vardı…

Sanduka talaş doluydu...

Koruma solüsyonuyla ıslatılmış tahta talaşıydı bunlar!

Talaş, naaşın ayak yönüne doğru toplandı...

Atatürk'ün naaşı beyaz kefene sarılmış…

Sonra kahverengi bir muşambayla kaplanmıştı…

Sargıları açmaya başlandı; soluklar tutulmuştu…

Tabutun başındakiler…

15 yıl sonra ilk kez Ata’nın yüzünü göreceklerdi…

Kefenin sargıları açılınca…

Prof. Dr. Kâmile Şevki Mutlu…

Katafalka çıktı ve Atatürk’ün yüzüne baktı…

Atatürk’ün derisi kahverengi bir hal almış ama…

Yüz hatları bozulmamıştı…

Daha sonra…

Prof. Mutlu, gördüğü tabloyu şöyle anlatmıştı:

“Yüzünü örten ıslak pamuk kitlesi kaldırılınca, Atatürk'ün heykel gibi duran yüzü ile karşılaştım... Uzun sarı saçlarından ince bir tutam, sol göz kapağının üzerine düşmüştü… Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’ndaki yatağında uyuyor gibiydi…”

***

Başbakan Adnan Menderes…

Yanındakilerin yardımıyla katafalka çıktı…

Aşağıya tabuta doğru baktı…

O an neler olduğunu Prof. Mutlu şöyle anlattı:

“Menderes çok heyecanlandı… Rengi sapsarı oldu…

Bir de baktım ki, müzenin kapısına doğru gidiyor… Atatürk’ün yüzüne bakamadı… Tahmin ediyorum, kendinde o kuvveti bulamadı…”

***

Salondaki herkes Ulu Önder’i gördükten sonra…

Naaş, tekrar solüsyonla ıslatıldı…

Ata’nın başı pamuklarla örtüldü ve vücudu beyaz kefenle sarıldı…

Tam o sırada bir komiser…

Orada görevli Doç. Dr. Cahit Özen’in yanına yaklaşıp…

Avucunda taşıdığı bir kağıdı gösterdi ve şöyle dedi:

“Bu kağıdı Atatürk’ün hemşiresi Makbule Hanım gönderdi… Kefenin içine, Atatürk’ün göğsü üstüne konmasını istiyor…”

Doç. Dr. Özen kağıda göz attı; eski Türkçe bir şeyler yazılıydı…

“Böyle bir kağıdı Atatürk kabul etmez; bize kızar, darılır…”

Deyince komiser kağıdı katlayıp, cebine koydu ve uzaklaştı…

Tüm işlemler bittikten sonra…

Salonda bulunanlar naaşın iki yanından geçip…

Besmele çektiler ve naaşı yeni tabuta yerleştirdiler…

Üstünü bayrakla örttüler; kapağı kapattılar...

***

Ve 10 Kasım 1953 sabahı…

Atatürk'ün naaşı 12 askerin omuzları üzerinde…

15 yıl önceki gibi…

Atatürk’ü Dolmabahçe’den Ankara’ya getiren…

Top arabasına yerleştirilip…

136 asteğmenin çektiği bu arabayla…

Matem marşı eşliğinde…

Son durağı olacak Anıtkabir’e taşınıyordu…

***

Bu arada…

Türkiye’deki tüm din cemaatlerinin temsilcileri…

Kortejde yer aldılar…

Radyodan yayımlanan o görkemli tören…

En az 15 yıl önceki gibi yoğun hüzünlü geçiyordu…

Başkent cadde ve sokakları, insan yığınlarıyla dolup taştı…

Atatürk…

Sonsuza değin kalacağı Anıtkabir’e taşınıyordu!

***

Osman Ersoy ve Halide İntepe

10 Kasım 1953’te…

Etnografya Müzesi’nde asistan olarak çalışıyorlardı…

Bu nedenle müzede yapılan töreni ve…

Tabutun içindeki Atatürk’ü son kez görme fırsatını buldular…

Osman Ersoy izlenimlerini şöyle anlatıyordu:

Sanki Uyuyordu Atanın Mezarı.foto 2 Yazinin İçi̇ne Sonlara Doğru...

“Sağlığında görmemiştim Atatürk’ü... Korkunç heyecanlıydım…

Biz çalışanlar, asistanlar, memurlar sırayla katafalka çıktık…

Oldukça sararmış ve küçülmüş bir çehre...

Bir, iki günlük sakalı vardı…

Kaşları fevkalâde iyi şekilde fark ediliyordu…”

***

Halide İntepe’nin…

72 yıl önceki sözleri ile bitirelim:

“Tabut kapanmadan en son gittim, baktım...

Başı yana doğru eğikti… Yüzü hiç bozulmamıştı…

Azıcık sakalları çıkmıştı…

Hani insan hasret giderek ölürse, gözleri aralık kalırmış ya…

Öyle aralıktı gözleri...

Ama bir ölü yüzü yoktu… Uyuyor gibiydi...”

Nokta…

Hamiş: Bu yazıda yer alan bilgilerin bir kısmı o tanıklıklara, önemli bir bölümü ise değerli Atatürk araştırmacısı Prof. Dr. Utkan Kocatürk'ün, Prof. Dr. Kamile Şevki Mutlu ile yaptığı sohbetten aktardıklarına dayanıyor. Ata'nın yarım asır önceki son yolculuğu, sanırım bu ayrıntılarla daha da ilginç bir boyut kazanıyor…

Sonsöz: “Kasım’da aşk başkadır, çünkü bize ölümsüz bir aşkı hatırlatır… / Anonim…”