Yazarımız Gönül Soyoğul, ‘kentsel dönüşüm tabanı’ olarak değerlendirilen 4 bin yıllık deprem haritasını 7 yıl süren bir çalışmayla hazırlayan Prof. Dr. Ahmet Ercan’la konuştu. Ortaya ‘deprem ve kentsel dönüşüm’ konulu çarpıcı bir söyleşi çıktı.

BAŞLARKEN…
Hiç unutmamız ve unutturmamız gereken bir konu olmasına rağmen ancak sarsılınca aklımıza gelen bir konu ve bu konuyla ilgili ünlü konuğumla gerçekleştirdiğim röportaj, Pazar günü EGE TV'de 'Nokta' programımdaydı.
Konuğum, halk ve medya dilinde 'deprem profesörü' olarak bilinen, İTÜ, Maltepe ve Yeditepe Üniversiteleri'nin öğretim üyesi, Jeofizik Profesörü Ahmet Ercan ile sohbetimiz depremle başlasa da sohbetin belkemiğini 'kentsel dönüşüm' konusu oluşturdu.
Ne alaka demeyin, çünkü çok alaka!
Çünkü depremin de bir yasası var ve o yasa, 'belli yerde belli büyüklükte bir deprem olmuşsa, gelecekte o yerde o büyüklükte deprem olacaktır' diyor.
Prof. Ahmet Ercan da Türkiye'nin tamamında bugüne kadar olan depremleri, yerli ve yabancı kaynaklardan tarayarak, 4 bin yıl kadar geriye gidip hangi ilde, hangi ilçede geçmişte kaç büyüklüğünde bir deprem olduğunu belirleyip haritalandırmış.
Diyor ki Ahmet Ercan; 'madem ki kentsel dönüşüm süreci başladı, bu dönüşümde birçok yapı güçlendirilecek, birçok yapı da yeniden yapılacak. O zaman bu harita rehberiniz olsun, yeni yapıları o il ve ilçede muhtemel depremlerin büyüklüğüne göre inşa edin.'
Ve ardından sıralıyor, 7 yıllık çalışması sonucu ortaya çıkan 'deprem anayasası'nın kırmızı çizgilerini.
Sarsılmadan iyi okumalar!
GÖNÜL SOYOÐUL: Türkiye'de ilk kez depremle ilgili bütün il ve ilçeleri kapsayan bir deprem haritası oluşturdunuz. Bunu yedi yıllık bir çalışma sonucu ve 4 bin yıllık deprem geçmişine bakarak hazırladığınızı biliyoruz. Ve diyorsunuz ki depremin bir yasası vardır. Bir yerde belli büyüklükte bir deprem olmuş ise gelecekte de o yer en az o kadar büyüklükte bir deprem üretir. Öncelikle böyle bir haritayı hazırlama gereğini niçin duyduğunuzla başlayalım isterseniz.
AHMET ERCAN: Biliyorsunuz bu yıl bir Afet Yasası çıktı… Bu Afet Yasası'na bağlı olarak da bir de Kentsel Dönüşüm Yönetmeliği çıktı. Türkiye'de çok orta saha futbolu oynatıldı. Bu biraz Başbakan'ın ağzı gerçi ama… Top hep penaltı noktasına gelmişken birileri geldi 'Fay geldi-fay gitti-fay şurada-fay burada' diyerek topu orta sahaya aldılar. Şimdi burada fay çok önemli değil… Fayın Türkçesi de kırık demektir zaten… Burada önemli olan o kırığın işleyişi, kırığın üretebileceği en büyük deprem ve oradaki yapı niteliğine göre yapacağı yıkımın ölçeği ve buna göre 'Yapılar uygun mu/değil mi?', 'Yer uygun mu/değil mi?' bunun saptanması olayıydı… Biz bu olayları 'incelikli çalışmalar' diye adlandırıyoruz. Şimdi Türkiye çapında incelikli çalışma bu… Ben bunu 2005 yılında bitirdim. Aslında tabii ki bunu Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nın kendisi yapması gerekiyor. Biz de bir bilimci olmanın sorumluluğuyla bunu bitirdik. Bu haritanın anlattığı olay, kırmızıyla gözüken yerlerde yerin davranışı, depreme karşı davranışı 'fevkalade kötü' olarak gösteriliyor. Çünkü yapılar yerin üzerine oturuyor. Yani temelleriyle yere tutunuyor. Aslında deprem yapıya gelmiyor, yere geliyor. Yerden dalga geçiyor, o dalgayı yer yapıya ya yansıtıyor ya da yansıtmıyor. Eğer yansıtıyorsa yapıda yıkım fazla oluyor. Yansıtmıyorsa az oluyor.



SOYOÐUL: Bunu İzmir özelinde soracak, İzmir'le örneklendirecek olursak, ne dersiniz?
ERCAN: İzmir özelinde konuşacak olursak; deprem dalgasının Konak, Alsancak ya da Basmane'ye geldiği düşünün… Oradaki yer yapısı, deprem dalgalarını 2.5, 3 hatta 4 kat yükselterek üst yapıya verir. Ama aynı deprem dalgası Hatay'ın altından geçerken bu kez 1/2 kat yükselterek verir. Yani Hatay'ın olduğu yerdeki ev 'şöyle hoplarken', (eliyle kısa bir hoplatma gösteriyor) Alsancak'ın olduğu yerdeki ev böyle (çok sert bir sarsılma gösteriyor eliyle) hoplar aynı depremde. Dolayısıyla yapınızın nerede yer aldığı çok önemli… Türkiye üzerindeki depremlerde yıkımları incelediğiniz zaman aşağı-yukarı her 5 evden bir tanesinin yerden gelen sorunlarla yıkıldığını görüyoruz. Bunun son örneği de Van depremidir. Van'dan önce Gölcük depremidir, Afyon depremidir. Söz gelimi Afyon'da deprem oldu, Konya'da yapı yıkıldı. Oysa Konya çok güvenli bir yerdir. Deprem olmaz. Ama illa deprem olması gerekmiyor.
SOYOÐUL: Nasıl olur? Afyon neresi, Konya neresi? Afyon'daki deprem Konya'da bir yapıyı nasıl yıkabilir ki? Üstelik bize yıllarca Konya'nın deprem açısından en güvenli illerin başında olduğu öğretildi. Yalan mıydı?
AHMET ERCAN: Böyle sormanız çok normal, çünkü Afyon ile Konya'nın arası yaklaşık 300 kilometre. Ama Afyon sallandı, Konya'da ev yıkıldı. Neden? Çünkü oraya gelen dalgalar büyüyerek üst yapıya yansıdı. Bakın bu haritada zaten kırmızı olarak görürsünüz Konya'yı… Oysa sizin de söylediğiniz gibi, Türkiye'nin klasik deprem haritalarında Konya güvenli bir yer olarak gözükür. Burada güvensiz gözükür. Deprem açısından güvenli ama yer açısından güvensiz. Yani yerin davranışı açısından güvensiz. Dolayısıyla bu bir mühendislik haritası… Biz buna 'incelikli çalışmalar' diyoruz. Buraya bakıldığında sanayiciler nereye yatırım yapılacağını veya nükleer santral ve baraj kurulacağını buradan biliyorlar. Burada net olarak gözüküyor ki Türkiye'nin en güvenli yerleri Karadeniz kıyıları…
SOYOÐUL: 4 bin yıllık harita bize neyi anlatıyor?
ERCAN: Şunu anlatıyor… Sizin söyleşiye başlarken belirttiğiniz gibi; bir yerde belli büyüklükte bir deprem olmuşsa gelecekte o yerde en az o büyüklükte bir deprem olmalı! Bu depremin değişmez bir yasasıdır. Yani Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sı değişir ama bu değişmez! Buradan hareketle mesela İzmir'de şu anda kentsel dönüşüm başladı. Artık kazma vuruldu, Kadifekale'nin bazı tarafları yıkıldığını görüyoruz. İzmir'in birçok gecekondu görünüşlü, çağdaş kentleşmeden uzak olan yerleri de kazınarak atılacak. Oralara daha çağdaş yapılar yapılacak. Pekala 'İzmir için deprem çekincesini ne alalım' diye sormamız gerekiyor değil mi? Kimisi diyor ki 'İzmir'de 5.5'luk bir deprem beklenir', kimisi de '6, 6.5, 7.5'luk deprem bekleniyor' diyor. Geçmişe bakmak gerekli, geçmişte İzmir'de deprem çekincesi ne olmuş? Şimdi bu 4 bin yıllık haritaya baktığımız zaman…

SOYOÐUL: Siz onun için 'Kentsel dönüşüm tabanı' diyorsunuz.

ERCAN: Tabi ki… Bu harita kentsel dönüşümün tabanı… Bu iki harita kentsel dönüşümün tabanıdır.
İzmir için özetle alınması gereken, İzmir'de kentin içini etkileyecek iki tane ana kırık var. Bir tanesi İzmir kırığı…

SOYOÐUL: Deprem haritasına baktığımda bazı bölgelerin 'çok çekinceli', bazılarının 'çekinceli' olduğunu görüyorum. Mesela, İzmir, Aydın, Kütahya, Muğla, Uşak, Manisa ve Denizli 'çekinceli' bölgede yer alıyor. 'Çekinceli' derken kriterler neler, bu işaretlemeyle neyi kastediyorsunuz?
ERCAN: Şimdi bunu aslında geçmişteki depremlerin davranışı söylüyor. Ben bunları sadece belgesel olarak derleyerek bütünledim. Tabi ki bir jeofizik mühendisi olarak burada bir güvenlik payı da verdim. Bu güvenlik payı o bölgeden geçen yer kırıklarının durumuna göre 01 ya da 02 oranda arttırıldı. Bu benim güvenlik payı artırmamdır. Mesela Çanakkale, Balıkesir, Bursa… Bunlar her ne kadar Ege'nin kuzeye doğru süreği gibi gözükse de hem Kuzey Anadolu kırığından etkilenirler, hem de Ege Bölgesi'ndeki göçüntü türü kırıklardan etkilenirler. Mesela Balıkesir bunların kesişme noktalarından bir tanesidir. Çanakkale ve Bursa da bunlardan biridir. Dolayısıyla bu üç il, iki deprem bölgesinin kesinti noktasında yer alır. Buradaki deprem çekincesi 7.5'tur.
SOYOÐUL: Bunun anlamı nedir?
ERCAN: Bunun anlamı 7.5'luk bir deprem olursa, yaklaşık 9 ila 11 gücünde yıkacak demektir. 11 yıkım gücü nedir? Gölcük'ün yıkım gücüdür. Şimdi burada kentsel dönüşüme gidildiği zaman o bölgede beklenen en büyük deprem bir değiştirgen olarak alınır. Eğer Balıkesir'de kentsel dönüşüm yapıyorsanız 7.5 olarak alacaksınız. Bu İzmir'de ise 7.3'tür. İzmir'de yıkım gücü 10'la 11'e denk geliyor. İzmir'de yüksek. Neden yüksek? Çünkü İzmir'in eski yerleşim alanları genellikle taşlaşmamış, güncel sulu çökenler üzerinde durur.
SOYOÐUL: Bunları daha somutlaştırsak, ilçe ilçe versek… Nereleridir bunlar?
ERCAN: İşte Bornova Ovası'ndan başlayarak onun denize birleştiği Bayraklı, Alsancak, Basmane, Konak daha sonra Urla, Karşıyaka, Tuzla, Çiğli, Menemen gibi… Buraları güncel çökenlerle doludur. Sulaktır, ıslaktır ve deprem büyütme değerleri yüksektir. Bu bölgelerde yapılacak yapılarda, ki zaten yapılıyor, yapılacak güçlendirmelerin 7.3'lük bir depremde yıkılmayacak şekilde yapılması gerekir. İzmir'deki yapı sayısı yaklaşık 250 bin ve bu sayıda gittikçe artıyor. Bu yapıların aşağı yukarı yüzde 87'si betonarme, geri kalan da işte ağaçtan yapılmış yapılar ve yığma türü yapılardan oluşuyor. 1975 yılında İzmir'deki yapı yüksekliği ortalaması yaklaşık 2 kat iken, daha sonra bu kat yüksekliği ortalaması 4'le 5'e çıktı. Tabi 75'ten sonra yeni deprem yönetmelikleri çıktı. Son deprem yönetmeliğinin tarihi de 2007… Afet Yasası'yla bir devrim niteliğinde bir değişiklik yapıldı. Eskiden sadece yapıya bakılıyordu. Şimdi hem yere hem de yapıya bakılıyor. Dolayısıyla jeofizik mühendisiyle inşaat mühendisi birlikte çalışıyor. Jeofizik mühendisi hem yerin davranış özelliklerine bakacak, hem de yapı jeofiziği yaparak yapının içindeki donatılara ve niteliğine bakacak ve aynı zamanda inşaat mühendisi de deprem gelmişcesine bir öykündürme yapacak, 'similation' olayını yapacak. Ondan sonra dirik deprem davranışları yani 'Dynamic Performance Analysis' diye olaylar bakılacak. Ve bunun sonucunda her ev için bir bildirim oluşturulacak. Ama İzmir'de her ev için bunu yapmaya gerek yok. Söz gelimi Yeşildere olsun, mesela Kadifekale olsun… Ben buralara gözle bakarak tamamen yıkılsın kararı veririm. İçinde sağlam yapılar olsa dahi… Çünkü burada önemli olan sadece deprem etmeni değil… Şimdi İzmir bir kente benziyor mu? Hayır benzemiyor. İzmir bir kent değil… İzmir koca bir köy. Yeni İzmir'in kente benzeyen yerleri Urla, Balçova gibi yerler.

SOYOÐUL: Buradaki kriteriniz ne?
ERCAN: Bir defa kent niye vardır? Kentin Türkçesi bolluktur aslında… Neyin bol olduğu bir yer? Malın, mülkün, varlığın, mutluluğun, sağlığın bol olduğu bir yerdir. Ama şu anda bizim kentlerimiz artık 'bolluk' değil… Şu anda insanların kaşları çatık! İzmir'de belki siz onu pek duyumsamıyorsunuz ama ulaşım sorunları büyük, kişiler en az 2.5-3 saatte işlerinden eve varabiliyorlar, soludukları hava oksijen değil, yeşil alanlar çok az, spor yapacak alanlar çok az… Çünkü her yere yapı yapılmış durumda… Yani Türkiye'nin bütün kentleri kişiliksiz alsında… Şimdi otobüse binseniz, 'son durak' dese İzmir'e gelseniz İzmir'e geldiğinizi bilemezsiniz, Konya'ya gitseniz bilemezsiniz, İstanbul'a gitseniz bilemezsiniz, Ankara'ya gitseniz bilemezsiniz… Çünkü kentlerin simgesel evleri kalmadı. 'Anadolu'nun 10 bin yıllık uygarlığı var' diyoruz ama hani? İzmir'e geldiğimiz zaman ben neyi görmek isterim? Eski Smirna'nın yapı türlerini görmek isterim, modernleşmiş Lidya türü yapıları görmek isterim, modernleştirilmiş İyon türü yapıları görmek isterim… Efendim Aydınoğulları'nın yapılaşma biçimlerini; ağaçtan, evden halen yaşar o evler… Hem İzmir'in içinde yaşar, hem de İzmir'in dışında yaşar. O mimari öğeleri görmek isterim. Konya'ya gittiğim zaman Selçuklu Mimarisi'ni görmek isterim. Dolayısıyla kentlerimiz kişiliksiz! Bizim kentsel dönüşümü araç yaparak geniş yollar da yapmamız lazım. Ben epey bir gezenti bir adamım. Yani bir Rusya'ya yahut İskandinavya ülkelerine ya da Almanya'ya gittiğiniz zaman yolların mahalle gibi olduğunu görürsünüz. Hatta Budapeşte'de ana caddenin içinde park alanları vardır. İnsanlar çocuklarını gezdirirler, yaşlılar otururular gazetelerini okurlar, bisiklet yolları vardı. Mesela bisiklet yolları kaç tane vardır?



KENT DÖNÜŞÜMÜ, KENTLERİ YÜKSELTMEK DEÐİLDİR

Ben havaalanına giderken Karabağlar'da gözlerimi kapatıyorum, görmeyeyim diye… Böyle bir kent olur mu? Türkiye'de kent yoktur kentleşme çöplüğü vardır. İstanbul da buna dahil… İzmir buna dahil, Bursa buna dahil… Ama bu kentleşme olayıyla kentsel dönüşümü sürdürürken Bursa'daki örnek gibi yapmamız lazım. Bursa Osmangazi'de TOKİ evler yaptı. Osmangazi ki; Osmanlı Tarihi'nin beşik noktasıdır, orada Osmanlı'dan kalma tarihi yapılar vardır. O dokuya uygun yapı yapman gerekir. Aynı Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde Atatürk'ün 'Tüm Anadolu uygarlıklarını yansıtacak yapılar yapalım' deyip Etnografya Müzesi'ni yapması gibi, Ziraat Bankası'nı yapması gibi, İş Bankası'nı yapması gibi… Ama ne yapıldı? Boynuz dikildi. Ben onlara 'boynuz' diyorum. Yani gökdelenler dikildi. Ama gökdelenler birbiriyle öpüşüyor. Gökdelenler yaparsın ama çok büyük adalara bir tane koyarsın. Ama aynı ada içinde 10 taneyi birbiriyle öpüşür şekilde koymazsın. Yani kentleri dönüştürürken kentleri yükselteceğiz anlamı çıkmamalı… Önemli olan insanın mutluluğu ve sağlığıdır. Mutluluğu, sağlığı ve ulaşım olanaklarını, kültürel etkinlikleri sürdürebilecek kentler yapmamız gerekiyor. Şimdi bu olay sadece jeofizik ve inşaat mühendislerini ilgilendirmez, bu olay aynı zamanda sosyologları ilgilendirir, psikologları ilgilendirir, şehir plancılarını ilgilendirir, mimarları ilgilendirir, sağlık bilimcileri ilgilendirir, orman ve ziraat mühendislerini de ilgilendirir. Yani bir şehrin peyzajı da olmalı… Düşünün Manhattan gibi bir yerde, Amerika'da boyutsuz parklar görüyorsunuz… Londra'ya gidiyorsunuz, Londra'da Hyde Park'ta insanların özgürce dolaştığını, içinde göller olduğunu, çocukların yaşlıların özgürce vakit geçirdiğini, müzisyenlerin şarkılarını çaldığını görüyorsunuz… Nerede böyle bir mutlu alan? Bana söyleyebilir misiniz? İşte Bostanlı'da annemlerin oturduğu yerde Uğur Mumcu Parkı var bütün doğal ağaçlar kesildi. Portakal ağaçları kesildi, İzmir'in ağacı portakal… Mandalinalar, incir ağaçları kesildi. Yahu kültürünü kesiyorsun, kültürünü! Onlar bu toprağın has bitkileri… Onun yerine akasyalar, çamlar dikildi. Çam İzmir'in karakteri midir? Yani ağaçta dahi o şehrin kültürünün yansıması lazım… Palmiye İzmir'in doğal ağacı mıdır? Değildir. İlla niye palmiyeli olsun ki İzmir? Niye Arabistan'a ya da Mısır'a benzesin? İspanya'ya gidin… Endülüs'ün bütün sokakları turunç ağaçlarıyla doludur. Turunç ağacı mis gibi kokar, meyveleri bir süs gibi çıkar. Veyahut beğenmediğiniz Bulgaristan'da her yer ıhlamur ağacıdır. Mis gibi kokar. Yani kentin kimliği sadece yapıyla değil, oradaki bitki dokusuyla, alanların kullanımıyla, kültürel etkinliklerle ve insanların o kültürel etkinliklere ulaşabilmesi, kendini eğitmesi ve geliştirmesiyle ölçülmelidir. Ben kentsel dönüşümü böyle algılıyorum. Yani deprem vesile ama sonuçta biz Türkiye Cumhuriyeti'ni yeniden yapılaştırmak zorundayız. Bunun için de ne olması gerekiyor? Mahalle ölçeğinde sivil toplum kuruluşlarının kurulması gerekiyor.

SOYOÐUL: Kent dönüşümüne bu kadar geniş açıdan bakmanız çok güzel. Yeniden İzmir ve yerin üreteceği depremlere dikkat çekersek…
ERCAN: Aslında ben bunları çok soyut olarak buluyorum ama yine de bakalım. Çünkü biraz önce dediğim gibi deprem olsa da olmasa da oraları düzeltmeliyiz. Mesela İzmir için deprem dönemselliği 10 ile 20 yıl… Ama tüm büyüklükteki depremler için… İzmir 10 ile 20 yıl arasında 5, 5-5, 6 büyüklüğünde bir deprem görür. 7.3'ten daha büyük depremler İzmir'de yaklaşık 970 yılda bir oluyor. Öyle bir depremi yaklaşık bin yıldır görmüyoruz. Deprem oluşum zamanları da şu+şu diye sayılmaz. Deprem dönemseldir. Yaklaşık 7-7.3'lük bir depremi de 350 yılda bir görüyor İzmir normalde… Tabi deprem oluşumlarının doğrusal olarak döndüğü kavramı altında bunu söyleyebiliriz. Her zaman deprem davranışları doğrusal olmaz. Arada bir beklenmedik olayları da yaratabilirler.
Şimdi bir de İzmir'in yaklaşık 104 yıllık depremleri vardı. O depremler de 6.4 ile 6.7 arasında değişen depremlerdir. Dolayısıyla depremin büyüklüğüne göre dönüşüm sıklığı değişir. Ne kadar küçükse, dönüşüm aralığı o kadar sıktır. Deprem büyüdükçe dönüşüm aralığı artar. Bana 'Depremi İzmir içinde nerede bekliyorsunuz?' dendiği zaman yanıtım şu oluyor: Ben İzmir içinde büyük bir deprem beklemiyorum. Yani İzmir'in içinde beklemiyorum. Şimdi İzmir'in içinde bir kırık var. Konak'ın altından geçiyor, oradan Güzelyalı-Göztepe, oradan Urla'ya uzanıyor ve Seferihisar kırığıyla kesişiyor. Onun için sık sık Urla Bölgesi'nde deprem oluyor. Ama bu kırık kaç büyüklüğünde bir deprem üretir? En fazla 6.5'luk üretir. 6.5 büyüklükteki deprem Urla kesiminde bir yıkım yapar mı? Yapmaz… Yani çatlamalar yapar, köy evlerinde kısmen yıkılmalar yapar… Çünkü orada yapı niteliği iyidir. Çünkü varlıklı insanların oturduğu yerlerdir. Az katlıdır. Yer-yapı uyuşumu mükemmeldir. Onun için herhalde bu zeki Amerikalılar gidip oradan yer alıyorlar. Bir de arsa yatırımcıları oralardan yer alıyorlar.
SOYOÐUL: Peki İzmir kırığı ne kadar üretir? Konak'tan, Göztepe-Hatay'ın altından geçen kırık ne kadar üretir?
ERCAN: O da aşağı yukarı 6.5 büyüklüğünde bir deprem üretir. Şimdi bu 6.5 büyüklüğündeki deprem İzmir'in kötü yerlerinde; İnciraltı'nda, keza Alaybey'de, keza Bayraklı düzünde, keza Alsancak'ta ne kadar üretir? Aşağı yukarı 8 gücünde bir yıkım olur.
SOYOÐUL: 8 yıkım gücü ne demek? Neler yaşanır bu güçte bir depremde?
ERCAN: Araç sürmek güçleşir, C türü yapılarda hasar, bir bölümünde yıkılma, B türü yapılarda önemsiz çığım, hasar olur, A türü yapılarda hasar olmaz. Güçsüz duvarlar yıkılır, yontular, yüksekte duran su depoları, yığıntılar, kuleler ile bacalar yıkılır, temeli güçsüz ağaçtan yapılar devrilir, ağaç dalları kırılır, ağır öteberiler ters döner, su kaynaklarının verimi ve sıcaklığı değişir, kum fışkırmaları, sıvışma, yerde çatlaklar ile kırıklar oluşur, toprak kaymaları olabilir. İvmesi de 0.15 ile 0.31 olur. Şimdi bu tür depremler olmuş mu geçmişte? Olmuş. Yani en çok hasarı nerede yapmış? Aşağı yukarı bizim 'Eskiizmir' dediğimiz Kemeraltı dolaylarındaki hanlarda, kiliselerde yıkımlar yapmış. Ha yeni yıkımları nerelerde yapar? Oralarda yapar yine… Ben güçlendirmeye karşıyım normalde ama tarihi eserleri güçlendirmeniz lazım. Oraları yıkıp yeniden yapar. Şimdi 8 böyle yapar. Ama İzmir'in her tarafı böyle mi duyar? Hayır böyle duymaz. Mesela bu saymış olduğum genç sulak çökenler depremi 8 gücünde duyarken 6.5'luk bir depremi, işte Midilli önünde bekliyorum ben deprem… Hemen Midilli önünde Karaburun'un kuzeyinde… O depremin büyüklüğü de 7-7.3 arasında olacak.
SOYOÐUL: En çok sorulanı, bir kez daha soralım; ne zaman?
ERCAN: Zamanı konusunda… Ben çalışmadım o konuyu… Yani 'şu zamanda olacak' diyemem… Yakınlaştı ya da uzaklaştı da diyemem. Çünkü bunun için bazı ek çalışmalar yapılması gerekiyor ki İzmir'de bunlar yapılmıyor. Şimdi bu depremin de uzakta olması nedeniyle İzmir'de yaratacağı yıkım gücü, yani bu kötü yerlerde 8'le 9 olur. Ama İzmir'in Yamanlar Dağı'nda sağlam yapılar yapıldı. Şimdi aşağıdakiler böyle zangır-zangır titrerken, bu sağlam yapılarda belki çatlak falan olur. Ama alttaki yapılarda yıkılmalar görülebilir.
Bir defa şunu söyleyeyim İzmir'deki çok büyük bir depremde depreme dayanıksız olan yapı oranı. her 4 yapıdan bir tanesidir. Şu anda kentsel dönüşüm sürecin içerisinde biz bunları ayrıntılı olarak tarayacağız. İzmir'de her 4 yapıdan bir tanesi depreme dayanıksızdır. Bunlar yıkılacak diye söylemiyorum. Bunların yıkılma oranı depremin yakınlığına, büyüklüğüne göre değişir. Aşağı yukarı her 100 yapıdan bir tanesi yıkılır. Gölcük'te her 100 yapıdan 6 tanesi yıkılmıştı. İstanbul'da ne kadar bekliyoruz? Her 100 yapıdan iki tanesinin yıkılmasının bekliyoruz. İzmir'de yaklaşık 250 bin yapı olduğunu düşünürseniz; aşağı yukarı 2 bin 500 yapı yıkılabilir. Yıkılan her betonarme yapı altında çıkan ölü sayısı aşağı yukarı 3 ile 5 arasındadır. Dolayısıyla en kötü koşullarda göçük altında kalacak kişi sayısı 6 ile 15 bin arasında değişir. Göçük altından çıkanların yüzde 83'ü de torbaya girer. Olayı böyle depremle boğmak istemiyorum.
SOYOÐUL: Yine de en çok etkilenecek yerleri bir kez daha vurgulasanız…
ERCAN: Deprem sırasında en çok sarsılacak yerleri sayarsam… Yıkılacak yerler demiyorum en çok sarsılacak yerleri sayarsak Çiğli, Mavişehir, Bostanlı, Karşıyaka, Bayraklı, Mersinli, Halkapınar, Alsancak, Basmane, Konak, Tepecik, Üçkuyular, Balçova, Narlıdere ve İnciraltı… Şimdi yıkım gücünün 7 ve 8 olacağı yerler ise Menemen, Evka'lar, üst Bayraklı, üst Bornova, Pınarbaşı, Hatay, Buca, Şirinyer, üst Balçova, üst Narlıdere kesimleridir. Buralar, çok büyük bir depremi 7 ile 8 gücünde duyarlar.
Yıkım gücünün 5 ile 7 olacağı yerler yani burada en çok bir çatlak olabilir. İşte bunlar Yamanlar Dağı, Dikmen Dağı, Karabağlar, Gaziemir, Cumaovası ve Menderes kesimleri… Mesela Buca aslında sağlam bir yerdir. Ama Buca hep depremlerden etkilenmiştir. Bunun nedeni, yönseme etkisidir. Yani kırığın tam izdüşümünde olması nedeniyle etkilenme olayları görülür. Buca'nın eski evlerini bilirsiniz az katlı evlerdi… Şimdi onlar yıkıldı çok katlı evler yapıldı. Tabii Türkiye'nin sorunu İzmir'de de yansıyor… Çarpık yapılaşma! Mühendislik yapıları fevkalade az… Ama İzmir çok iyi bir yönde gidiyor. Yani İzmir'in en iyi gittiği yön… Şimdi Dikmen Dağı'na doğru yapılaşmalar gelişiyor ve bunlar gerçekten çok sağlam yapılar. Bir de Yamanlar var. Yani İzmir'de sürekli otursam herhalde bu iki yerden birinde otururdum. Şimdi insanlar Yamanlar'ı neden tercih etmiyor? Burada önemli noktalardan bir tanesi bu. Kentte yaşanılabilir ve sürdürülebilir ortamlar yaratılmak zorunda… Sen sadece Dikmen ya da Yamanlar Dağı'na sağlam evler yaparak sorunu çözümleyemezsin. Tiyatrosu, sineması, okulları, alışveriş merkezleri olacak. Şahıs İzmir içine inmeyecek. Şimdi diyor ki 'Benim oraya ulaşımım zor'. Kışın daha zor. Bu nedenle insanlar oraya taşınmıyor. Dolayısıyla Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Bizim kentlerimizin her birisi yakınsak kentlerdir. Yani insanlar kentin içine çalışmak için giderler. Oysa gelişmiş ülkelerde ıraksaktır bunlar… Yani insanlar çalışmaya şehrin dışarısına doğru giderler. Şehrin içinde yoksullar oturur, bizde ise varsıllar oturur.

SOYOÐUL: Peki bir jeofizik mühendisi olarak, yerin altını bilen ve dünyadaki pek çok dönüşüm alanını görmüş biri olarak belediye başkanlarına öneriniz nedir?

ERCAN: Öncelikle İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı'nı kutluyorum bu anlamda… 1999 depreminden beri ben hep Kadifekale'yi ve çevresindeki gecekondu alanlarını gündeme getirmişimdir. Kadifekale, büyük ölçüde temizlenmiş. Ancak daha yeni havaalanından gelirken Atatürk büstünün karşısındaki/yanındaki alanları gördüm. Yani Atatürk'e karşı ayıp ya! Öncelikle onları bir yıksınlar… O alan bir yeşil alan bir park olsun. İzmir'e yakışacak olan bu. Mesela Yeşildere'nin içinin tamamının temizlenmesi gerekiyor. O evlerin yeniden bakılmasına gerek yok. Orası yeşil, ormanlık bir alan olmalı, İzmir oraya soluk almaya gitmeli. Böylece oradaki su kemeri de ortaya çıkacak. Şimdi Kadifekale'nin temizlenmesi, ortaya çıkarılması, yerli ve yabancı gezginlere açılması harika bir olay. Sonra bazı yerlerin marka edinmesi gerekiyor. Bunlar mesela Agora alanı ve Kemeraltı kesimleri… Buradaki yapılar güvensizdir ama tarihi yapılar korunarak işyerleri yeniden elden geçirilebilir. Daha cazibeli yerler haline getirilebilir. Bunun dışında bana aykırı gelen olaylardan bir tanesi Bayraklı'nın en kötü yerine, eski Smyrna'nın bulunduğu alana çok katlı yapıların yapılmış olması. Dünya üzerinde Smyrna gibi bir kent ki İyonya'ya beşiklik yapmış olan kentlerden biri, o gökdelenlerin arasında yok olduğu gibi, bir de oraya boynuzları dikiyorsun. İzmir bu boynuzları dikince daha mı uygar gözüküyor yani?


SOYOÐUL: Siz o bölgeyle ilgili bir de sıvılaşma tehlikesine dikkat çekiyordunuz, yanılmıyorsam…
ERCAN: Hem sıvılaşma, hem büyütme, hem de rezonans olayları var.



SOYOÐUL: Ancak Bayraklı'daki bu yeni İzmir alanıyla ilgili, yerin kötü olmasına karşın, yeni inşaat teknikleriyle güvenilir yapılar yapma imkanı olduğu söyleniyor. Güvenlik açısından bu mümkün mü? Örneğin 7.3 büyüklüğündeki bir sarsıntıyı o bölge kaldırabilir mi?
ERCAN: Şimdi bu ikisi ayrı olaylar… Ben kent dediğim zaman insanların mutlu olduğu yaşanabilir bir ortamı anlarım. Ama inşaatçılar rant peşinde koşarlar. Derler ki: Bir tane boşluk olsun. Ben o alana yapıyı yapıyım. Dar alanda çıkmış olduğum temelin üstündeki katları satarak büyük para kazanıyım… Belediyelerin buna araç olmaması gerekiyor. Kent bir defa ortadan kalkmışsa, kalkmıştır. Ben İzmir'in belediye başkanı olsam o Smyrna'nın tüm etrafını Heidel Park gibi yeşil alan haline getiririm. Ha belediye başkanları diyecek ki 'Hocam sen benim oy potansiyelimi götürüyorsun.' Hayır! Ben yaşanabilir bir İzmir istiyorum. Senin oy alıp almaman, seçilip seçilmemen beni hiç ilgilendirmiyor. Sana yer gösteriyorum. Evlerini dağ tepelerine yap ama ovaya yapamazsın. Bu geçmişin kuralıdır. Bakın Hititler bizim atalarımızdır. Hititler nereye yapmışlardır? Su kenarlarına yerleşim ve tarım alanlarını yapmışlardır ve höyükleri kurmuşlardır. Höyük kelimesi de evler topluluğu anlamına gelir ve tepenin üzerine yerleşmişlerdir. Hititler ne zaman yaşadı? Bundan 3 bin 500 yıl önce yaşadı. Be geri zekalı! Sen Cumhuriyet döneminin çocuğusun, Hititler'in kafası ve şehirleşme mantığı sende bile yok. Dünyadan ilk kez kare ve kentsel mimarinin yapıldığı yer şu an Söke'nin bulunduğu yer. Git ordan ders al! Türkiye üstünde oturduğu Anadolu uygarlıklarından bir nebze ders almış bir ülke mi acaba? Asla değil… Efendim Romalılar'a bakıyorsun. Burası aynı zamanda bir Roma ülkesi. Romalılar da tepelere kurmuş evleri, ovaları tarımsal amaçlı kullanmış. Romalılar'dan sonra Osmanlılar geliyor. Osmanlı zaten kendisi Roma'nın süreği olduğuna inanır. Osmanlılar da hep tepeleri kullanmış. Cumhuriyetten sonra ipi koptu, Atatürk dönemi hariç… Özellikle 1950'den sonra hürriyet adına çapulculuk başladı Türkiye'de… Ve 70'ten sonra özellikle anarşinin azdığı zamanlarda ve ulusal güvenliğin düştüğü dönemde, Türkiye'nin yönetimsizliğinin başladığı bir zamanda köyden kente göç hızlandı. Mesela o zaman Türkiye'nin yüzde 15-20'si kentliyken şimdi bu oran yüzde 60 hatta 70'i buldu. Köyler boşaldı kente doğru akıyor. Peki kentlerin altyapısı o kadar insanı barındırmaya uygun muydu? Değildi… Şimdi İzmir'in altyapısı bu kadar göçü kaldırabilir mi? Sürekli göçü kaldırabilir mi? Aslında İzmir daha nitelikli bir göç alıyor ama İstanbul ve Ankara niteliksiz göç alıyor. Yani eğitim düzeyi eşit olmayan, yaşama bakış açısı eşit olmayan insanlar alıyorlar ve kent içinde sosyolojik bir çatışma var. Sen bazı insanlarla bir arada olmak istemiyorsun. Kendini güvende hissetmiyorsun ya da aynı uyuşumda değilsin. O nedenle insanlar kendi gettolarını kurdular. İşte kentleşmede sadece deprem olayı değil, bulunduğun kentle uyumu, yer seçimini yapıp buna göre yapı yapman gerekir. Hani illa Bayraklı'ya ev yapacaksan ne yapabilirdin? İnşaat mühendisleri keza jeofizik mühendisleri de böyledir… Biz eğer yerin özelliklerini depremin özelliklerini biliyorsak istediğimiz yere ev yapabiliriz. Eğer söyledikleri sav buysa yanlış bu sav. Yani biz her 5 karış yere ev yapamayız. Bu bir kent suçudur. İzmir, Bayraklı'da bu kent suçunu işliyor. Bu suçu ilk kez ne zaman işledi? Mersinli'de stadyumu yaparak işledi. O stadın oraya yapılmaması gerekiyor. Stadyumları nereye yapmıştık Efes'te? Nerededir stadyumu, tiyatrosu? Dağın yamacındadır. Efes, Selçuk'un ovasında Kuşadası'nda değildir. Be adam hiç bir şey bilmiyorsan, git de şu Romalılar, İyonyalılar ne yapmış? Onlara bak biraz öğren. Yani biz bu ülkede asalak olarak, mikrop olarak yaşıyoruz. Mikrobun Türkçesi bozmuktur. Yani bozuyorsun. Kültürünü bozuyorsun, doğayı bozuyorsun. Dolayısıyla kentsel dönüşüm olayı, bu düşünceyle yargılanmalı. 'Aaa buradan kırık geçiyor, kırığa göre şöyle ev yapayım'… Olay bu değerdir. Yaşanmaz olan İzmir'i yaşanabilir bir İzmir biçimine çevirmek, mutlu ve uygar insanların kenti yapmak zorundayız. Kendimiz, çocuklarımız, geleceğimiz, Türk ulusu, Atatürk için, Mimar Sinan için…
SOYOÐUL: Kentsel dönüşüm hem geliyorum diyen depremlere karşı, hem de yaşanılabilir yeni kentler yaratma adına önümüzde bir fırsat. Ancak bu fırsat, beraberinde korkuları, endişeleri, belirsizlikleri ve bilinmeyenleri de yanında taşıyor. Sizin kent dönüşümüyle ilgili Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile eşgüdüm içinde olduğunuzu bilerek, soruyorum. Diyelim ki benim bir evim var ve kentsel dönüşüm alanı içinde. Başvurmak istiyorum. Ne yapmam gerekiyor?

ERCAN:
Şimdi bu başvurular için Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Alt Yapı Birimi'nde yetkilendirilmiş üniversiteler ve özel işletmeler var. Bunlardan bir tanesi de benim içinde bulunduğum hem İstanbul Teknik Üniversitesi, hem de Maltepe Üniversitesi bu konuda yetkilendirildi. Kişiler bunlardan yetki belgesi olan istediğine başvurabilir. Yetki belgesi olması için en az iki inşaat mühendisi, bir tane de jeofizik mühendisinin veya jeoloji mühendisinin olması gerekiyor. Şimdi biz sizin evinize geliyoruz. Evinizde önce yere bakıyoruz. Yerin davranış özellikleri, yerin elektrosunu çekiyoruz, sismik ölçülerini alıyoruz, dinamik analizlerini alıyoruz. Ondan sonra yapının içine giriyoruz. Yapının içindeki donatılara bakıyoruz, betonlara ve yapının salınım dönemlerine bakıyoruz. Ondan sonra bütün bu değiştirgenleri alıp bir bilgisayar ortamında öykündürüyoruz. Yani, sanki deprem olmuşçasına sallandırıyoruz. Bunun sonucunda diyoruz ki (örneğin) 'Gönül Hanım sizin eviniz, İzmir'de beklenen şu büyüklükte depreme dayanamaz'… O kırmızı işaret konmuştur. Size bir bildirim yapıyoruz. Bu bildirimi hem size yapıyoruz, hem de iki gün içinde Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü'ne bildiriyoruz. Müdürlük alıyor onu tapuya işliyor. Diyor ki, 'Gönül Soyoğul'un evi kırmızıdır. Yıkılması gerekiyor. Herhangi birine hiçbir şekilde satamaz. Dolayısıyla hemen sizin eve uzmanlar geliyor. Eğer siz itiraz edip, 'benim evim iyidir' diyorsanız; 4'ü üniversite öğretim üyesi, 3'ü bakanlık yetkilisinden oluşan 7 kişilik bir kurul var. Bu kurul geliyor ve bildirimle yapının durumu uygun mu değil mi diye bakıyor. Buna göre karar veriyor. İtirazınızda haksızsanız eyleme geçiyor. Bu aşamada da olayı yargıya taşıyabiliyorsunuz ama yargı yürütmeyi durduramıyor. Neden durduramıyor? Çünkü devletin birinci anayasal görevi, sizin yaşam güvenliğinizi sağlamaktır. Yani sizi yıkıntı altına sokmakla değil sokmamakla görevlidir. Buna dayanarak diyor ki 'Siz istemeseniz de ben yıkıyorum'… Burada uzlaşmak gerekiyor, karşı çıkmakla bir şey elde edemezsiniz. Şimdi burada bir uzman geliyor. Mesela ev 150 metrekare… Bölgedeki emlakçılara sorarak bir fiyat biçiyor. Diyor ki 'Gönül Soyoğul'dan 150 metrekarelik ev alınmıştır, değeri de 150 bin TL'dir' … Bu şekilde size yazılı bir belge veriyor. Bu yöntemle tüm mahalledeki evler bakılıyor. Mahalledeki evler bakıldıktan sonra mahalle ölçeğinde bir kentsel tasarım yapılıyor. Yani cami nerede olacak, okul, yeşil alan nerede olacak, evler üç katlı mı beş katlı mı olacak? Mahalleliye bu planı sunuyor. Diyor ki, 'Ey mahalleli! Siz Çiçek Mahallesi'nde oturanlar olarak bir sivil toplum kuruluşu kurmalısınız. Yani yönetimle tek tek muhatap olunmamalı… Diyeceksiniz ki mesela 'ben bu parkı beğenmedim. Biraz daha geniş olmasını istiyorum…' veya 'Evlerin tiplerini beğenmedim, şöyle olsun' diye söz hakkınız oluyor. Taa ki siz ikna oluncaya kadar… Siz ikna olunca o evler yıkılıp arsa haline getiriliyor, onun yerine altyapısı sağlam, kent gibi kent bir mahalle yapılıyor. Ha sizin evinizin olduğu yerde bir ev olmayabiliyor, orada bir yeşil alan olabiliyor. Yeni eviniz başka bir yerde olabiliyor. Ama diyelim eviniz 150 metrekareydi, size bir ev yapıldı 200 metrekare… Şimdi 50 metrekare fazla olduğu için değeri 200 bin lira oldu. Devlete 50 bin lira borçlanıyorsunuz. Bu borcu 2 yıl ödemesiz olarak ve 20 yıla yayıyor. Yaklaşık ayda 100 TL yatırarak o evin sahibi oluyorsunuz. Eğer durum tersine olursa… Diyelim ki ev 120 metrekare oldu. Diyelim ki evinizin değeri 250 bin liraydı, yeni yapılan ev 150 bin lira oldu. Arada 100 bin lira var. Diyor ki 'Gönül Hanım bizden 100 bin lira alacaklısınız. Bunu size para olarak mı verelim yoksa filanca yerden üstüne koyup bir daire ya da iş yeri mi verelim?'… Bu konuda uzlaşıyorsunuz. İsterseniz başka bir yerden daire alıyorsunuz, isterseniz parasını alıyorsunuz. Olay bu kadar net…

KENT DÖNÜŞÜMÜNDE HALKIN DENETİMİ ŞART

Kentsel dönüşüm Türkiye'nin kurtuluşudur. Siyasi olarak değil… Ekonomik olarak bir devrimdir. Çünkü inşaat yani yapı olarak 200 kalemi-kolu çalıştırır. Şimdi Türkiye'nin 10.5 milyonu işsiz… Bunların hepsi iş arıyor… İş bulamayanlar dağa çıkıyor. Dolayısıyla terörü durduracak olaylardan bir tanesi kentsel dönüşümdür. Almanya aynı böyle yapmış… 1945'te yıkıldıktan sonra kentsel dönüşüme girmiş, girmek zorunda zaten… Ve buradan kazanmış olduğu artı parayı sanayiye döndürerek Avrupa'nın bir numaralı devleti olmuştur. Şimdi bizim Türkiye'de halkın, haksız olarak rant dediği parayı ki bu artı paradır, bizim bu artı parayı sanayiye döndürerek ülkenin kalkındırmasını sürekli kılmamız gerekiyor. Yani Türkiye için devrimdir, hayati bir fırsattır ama halkın denetimi altında olması gerekiyor. Ben yerel belediyelere çok güvenmiyorum. Bu konuda İzmir alınmasın, bazı soysuz belediyeler için söylüyorum. Onların rant kapıları bu dönüşümle kapanacaktır zaten; çünkü bu şehirleri bu kadar kötü hale getiren, bu mevcut belediyelerdir. Yani sözüm kötü davranan belediyelere… Bu kötü şehirler onların izinleriyle yapıldı, tekrar onların denetimine verilemez. Bilimin, bilirkişinin denetiminde olması gerekiyor. Halkın gücünün ve örgütlenmesinin altında olması gerekiyor.
(NOT: RÖPORTAJIN YAYIN TEKRARI, 8 KASIM PERŞEMBE AKŞAMI, SAAT 21.30'DA EGE TV'DE NOKTA'DA)