Biz 'Cumhurbaşkanı adaylığı açıklaması yapılacak' diye oturduk ekranların karşısına ama…
***
Önce bir vaiz vardı kürsüde…
Dedi ki:
'Alemlerin rabbi Allah'a hamd olsun. Mülkün sahibi Allah'tır. Zaferin sahibi sadece ve sadece Allah'tır. Bu davayı bu hareketi bu mücadeleyi işte bugünlere eriştiren rabbime sonsuz hamd-ü senalar olsun. Bu davanın bayraktarlığını yapmış her bir kardeşime rabbim rahmet etsin, onlardan razı olsun.'
***
Sonra saltanat makamına çıkan bir Osmanlı şehzadesi oluverdi adeta…
Dedi ki:
'Selçuklu Sultanı Alparslan gibi kefenimizi giyerek, Kudüs Fatihi Eyyübi gibi zaferin kılıç ve atlarda değil Allah katında olduğuna inandık. Sen ki her şeye gücü yetensin bu mübarek günde dileğimiz odur ki bu milleti bir kez daha zaferle müjdele ya Rab. Bugün çıktığımız kutlu yolculuğu Türkiye için milletimiz için hayırlara vesile eyle ya Rab. Amin, amin, amin.'
***
Sonra 20 yıl önceki o meşhur altın bilezik hikayesi…
Ama o bileziklerin çoğalıp çoğalıp çoğalıp nasıl koskoca bir servete dönüştüğünü anlatmadı!
***
'Hep yoksullar için siyaset yaptık' dedi.
Ama sonra nasıl oldu da dünyanın en zengin başbakanlarından biri olduğunu anlatmadı!
***
'Tüzüklerle çarpışa çarpışa buralara geldik' dedi.
Ece Ayhan'ın mezarında ters döndüğünü düşündük hepimiz!
***
Hele hele… 'Hiçbir zaman kutuplaştıran olmadık, ayrımcı olmadık, kimseyi kendimize benzetmek istemedik' dedi ya!
Oturduğum sandalyeden düştüm!
***
'Siyaseti Filistin, Mısır, Somali, Afganistan için yaptıklarını' söyleyerek nasıl da hilafet meraklısı olduğunu anlatırken…
Gözlerimin önünden Berkin Elvan, Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Abdullah Can Cömert geçti, içim sızlayarak!
***
Sonra 'mağduruz da mağduruz' dedi.
Ezildiklerini, sürüldüklerini, hapsedildiklerini, okula gidemediklerini, horlandıklarını anlattı.
Duble yolları, milyarlık cipleri, havuzlu villaları, sıfırlanan milyonları, müteahhitleşen mücahitleri, peşkeş çekilen dağı, taşı, dereyi, denizi, ormanı, limanı anlatmadı.
Aklımıza Fikret Kızılok geldi. 'Süleyman hep başbakan / Başbakan hep Süleyman'ı değiştirdik; 'Tayyip hep mağdur / Mağdur hep Tayyip' diye okuduk!
***
Hele konuşmanın sonlarına doğru, 'Bizi sevmeyenleri de sevdik. Türk demedik, Kürt demedik, Musevi demedik, Alevi demedik, insana insan olduğu için değer verdik' demez mi!
'Nerdeyim, ben kimim, burası neresi, siz kimsiniz' diye diye kafamı duvarlara vurmaya başlamışım, gazetedeki arkadaşlar zor sakinleştirdiler!
***
'Yoksulun, yolda kalmışın, garibin gurebanın, mazlumun, mağdurun etnik kökenine, kimliğine, mezhebine bakmadan, elinden tutmanın ona yaren olmanın yol arkadaşı olmanın samimi mücadelesi içinde olduk' deyince…
Bizde kayışlar koptu!
***
Bir saat boyunca 'Etmedik', 'Yapmadık', 'Olmadık', 'Demedik' dediği her şeyi, 12 yıldır istisnasız etti, yaptı, oldu, dedi!
Yalan rüzgarı demeye dilim varmıyor; yalanın, demagojinin, manipülasyonun cisimleşmiş, ete kemiğe bürünmüş haliydi karşımızdaki…
***
Hadi buna alıştık 12 yıldır.
Ya o 'gazeteci' kılığındaki çanak yalayıcıların dakikalarca ekranlarda bu 'derin', 'felsefi', 'edebi' konuşmayı analiz etme çabalarına ne demeli!
Midem bulandı, gözüm karardı, ruhum daraldı!
Ama hiç üzülmedim.
Ben üzülmem. Biz üzülüp ah vah etmeyi, sonra da 'vebayı' yenmek için karşısına 'kolerayı' çıkarmayı 'Cumhuriyet AK Partililere' bırakalı çok oldu!
Üzülmem ben. Öfkelenirim sadece.
Siyasal öfkemi, politik bilincimi daha bir kuşandım.
Ve bu yazıyı ayakta yazdım.
***
'Masum değiliz hiçbirimiz' dememek için, 'Meşru değilsiniz hiçbiriniz' demeye hazırlanıyorum!
Hiçbir meşruiyeti ve haklılığı olmayan o sandığa gitmiyorum!