Aslında her şey ne kadar arka arkaya geliyor. Bir konuyu kapamadan, bir başka konunun aslında onunla ilgili olduğunu anlamaya çalışarak geçiriyoruz. Geçtiğimiz hafta içerisinde oldukça etkileyici bir seçim yaşadık. Tabi ki, biz her zaman ki gibi, İzmir'den kendi evimizin balkonundan çevremizi gördüğümüz için, sonuçların bu kadar değişik çıkacağını tahmin edemiyorduk. Yaşadıklarımız, gördüklerimiz o kadar 'sanal dünyanın' ürünleriydi ki, birkaç gün kimse kendine gelemedi. Ve tipik sözler, yeniden halk arasında duyulmaya başladı. 'Bu ülkede yaşanmaz artık, biz haydi neyse yaşımızı başımızı aldık ama gençler ne yapacak. Bari çocuklarımızı yurt dışına gönderelim, orada okusunlar, kendilerini oralarda iş bulsunlar'.

Kendimi bildim bileli bu sözlere çok tepki gösteren birisi olarak, insanların aslında ülkenin bu günlerinde nasıl olup da bu şekilde düşünmüş olabileceklerine akıl sır erdiremiyorum. Üstüne üstlük, bu sözleri söyleyen kişiler de yıllar boyunca sol anlayışa sahip kişiler.

Türkiye'nin ne demek olduğunu sadece İzmir'e bakarak anlaşılmayacağını ilk defa oğlumun Ankara'ya okumaya gittiği zamanlar içinde gördüm. Bambaşka Türk mozaiği yani Türk İnsanı'ydı bu farklı profil ..İç Anadolu'da yaşam gerçekten çok bir başkaydı o günlerde benim için. Ülkenin her bir yerinden göç ile gelen insanlara bakarak, ve bir İzmir'li olarak 'burası neresi?' demiştim. Hele ki, daha sonraki zaman dilimi içinde Türkiye'yi adım adım olmasa da özellikle Doğu ve Karadeniz Bölgeleri'ne gittiğinizde bambaşka konuşmalar, gelenekler, tutum ve davranışları görerek, 'vay be' demiştim içimden. Burası gerçek Türkiye'mi, yoksa ben mi kendimi Türkiye'de yaşıyor zannediyorum.

Seçim sonuçları aslında hiç de şaşırtıcı çıkmamalıydı İzmir insanı için. Neden mi? Çünkü, burunlarını bir gün olsun bu şehrin dışına çıkarma şansları olsaydı, hayatlarında bir gün olsun, gecekondu mahallelerinde bir kadının hayat hikayesini dinleselerdi; bir işçinin ailesini geçirdirmek, eve bir kilo et alabilmek, oğlunu-kızını okutmak için bir ekstra iş yaptığını duyduktan sonra, çözüm önerileri ile tekrara halkın arasına karışsalardı, Türkiye gerçeğini daha iyi anlamanın avantajları ile çok daha farklı siyasi sonuçlarla karşılaşabilirlerdi.

Biliyor musunuz aslında bu konu, sadece bir kadın, bir gecekondu, bir işçi, bir öğretmen, bir doktorun hayatı yada yaşadıkları ile ilgili değildir. Siyaset aracılığı ile aslında insanların ne beklediklerini duyabilmek, ve onların beklentilerinin karşılanmasıdır mesele. Siyaset, karşılıklı güvendir. Siyaset, verdiğin sözleri tutmaktır.

Türkiye'de halen bir iki siyaset insanının dışında doğru bir şekilde politika yapılmamaktadır. Peki neden bu konuda eksiklikler var derseniz, siyasetin yapılış şekli ile ilgili bazı sorunlar var diyebilirim. Çünkü, siyaset, aynı zamanda 'kararlılığı, istikrarı, ve adanmışlığı' gerekli kılar. Başından sonuna kadar 'kazanmak' için çabadır aslında siyaset. Bu öyle bir coşkudur ki, sadece senin için de değil, çevrendeki herkesi de içine almaktadır. Aynen bir kazanan futbol takımının ya da basketbol takımının galibiyeti gibidir siyaset. Takım oyuncuları oynar, izleyenler ise onlara bakarak coşarlar. Onlara oy verdikçe, takımlar coşar. Kaptanlar, koçlar şevke gelir. Yoksa, başarı olmaz ki, çünkü işin için de 'ruh' olmazsa, başarı da olmaz ki.. Ruhun olmadığı hiçbir iş de başarılı olmak mümkün değildir.

29 Ekim'de bizim Rotary Kulubünün Cumhuriyet Bayramı balosuna gittim. Çok eski Cumhuriyet Balolarını hatırladım birden. Yıllar önce, Muğla'da Türkiye'nin ilk kadın Valisi'nin Muğla'da yaptığı muhteşem baloda gördüklerim ile şimdi yaşadıklarım arasındaki tezatlıklar ve heyecansızlıklar dikkatimi çekti. Sanki, sen-ben, bizim oğlan konuşuyorduk. Sadece o sırada bile Rotary Kulubün gençleri ile 'biz nerede hata yapıyoruz' neden birilerini izliyoruz, neden farklılıklar yaratamıyoruz dedik. O salondan çıkarken bile ruhumun daraldığını hissettim. Yine yıllar önce KA-DER başkanlığım sırasında Cumhuriyet Meydanı'nda Türk Bayrağı'nı sallayarak en önde giderken, beni gören insanların coşarak, bayraklarını daha coşkuyla salladıklarını hatırladım.

Seçimden bir gün sonra evimize gelen sucunun sözleri kulaklarımda çok daha sevimsiz çınlardı: 'CHP, artık zengin partisi oldu' demişti. Bizim sucumuz bile gerçekleri çok güzel görüyordu. Ama ne CHP'ye oy verenler ne de CHP'nin kurultayı ve genel başkanları bunun farkında değillerdi.

Elden bir şeyler gidiyordu, kimsenin umrunda değildi. MHP gibi bir parti, elindeki MHP üyelerini, bir başka partiye hediye ediyordu. Yok zaten birbirimizden farkımız diyorlardı kendi içlerinde. Kaybeden kimdi, kazanan kimdi belli değildi artık.

Genel Başkanlar gitsin deniliyordu, eee kim gelecek yerlerine bile doğru dürüst denilmiyordu. Sesleri çıkmıyordu, çünkü çıkacak sesleri yoktu. Tarih, onları asla affetmeyecekti. Ben bile bir Türk kadını olarak, bir Türk seçmeni olarak, ne CHP'yi, ne de MHP'yi affetmeyecektim. Beni ve geleceğimi bu kadar kendi menfaatleri doğrultusunda harcama cesaretini gösterdikleri için. Sadece genel başkanların da işi değildir bu biliyorsunuz. Bütün İl başkanları, bütün İlçe başkanları suçludur. Baka baka kaybetmişlerdir. Teşkilatlar doğru dürüst çalışmamaktadır. Kazanmak için bir istek, bir beklenti yoktur.

Ülke insanını harekete geçirecek bir söylev zaten hiç yoktur. Ne umut verecek vaatleri, ne de sözlerini tutacak cesaretleri vardır. Takım değillerdir, birlikte hareket edebilme becerileri yoktur. Savrulup gitmişlerdir, halen ayakta olduklarını zannetmektedirler.

Ve ben, ve biz; bu hareketsiz bedenlerin artık ortadan kalmasını istiyoruz. Ben tekrardan şu yada bu şekilde beni temsil edecek doğru partilerin ve başkanların yeniden yeniden ama yeniden seçilmeleri istiyorum. Yeter artık, tek bir pencereden bakan ve gördüklerini doğru zanneden insanlar tarafından yönetilmeyi istemiyorum. İnsanların din ve düşünce özgürlüklerini anlayan, demokrat, özgürlükçü, Laik, medeni ortamlar yaratan ve sunan, Atatürk ilke ve inkılaplarına belki de dünden çok daha bağlı insanlara ihtiyacımız var. Bu insanlar sadece genel başkanlar yada parti yönetim kurulları değil; seçmenin de bilinçlendirilmesi gereklidir. Bunu nasıl mı sağlayacağız?

Öyle kaçarak değil, tam tersine üstüne üstüne giderek. Bu gücünüz var mı? Ülkeyi, dünyayı iyi tanımak ve tanımlamak gerekiyor. Vizyon sahibi olmak gerekiyor. Muhasebe-finans bilecek ülkeyi yönetmeye talip olmak gerekiyor. Halkın, gençlerin, kadınların, çalışanların sorunlarını öğrenecek onların duygularını ve sevgilerini işin içine katacak yeniden diriltmek gerekiyor.

Yoksa bu ülke bir gün padişahlık ile yönetilse bile 'Padışah'ım sen çok yaşa' diyen bir ülke vatandaşı oluruz ki, biz de bunu nasıl dediğimizi anlamayız. Beyler ve bayanlar, günümüz tarihin kara sayfalarından çıkmamız gereken bir dönemdir. Hepimiz, çalışmak ve Atatürk ilke ve inkılaplarını başta olmak üzere, ülkenin ekonomik refah düzeyini yükseltecek faaliyetlerde bulunarak, eğitim ve öğretime daha fazla destek vererek, Türk halkını yeniden okutmak, öğretmek, bilgilendirmek, deneyimlendirmek zorundayız.

Geç kalmadan hem de….