Başbakan Erdoğan’’ın Erzincan ziyaretinin fotoğraflarını gazetelerde gördüm. Başbakanlık otobüsünün üzerinde ellerinde uzun namlulu tüfekler olan polisler, otobüsün sağında solunda, önünde arkasında otomatik tüfekli yüzlerce polis’…

6 Mart 2011 Pazar günü eşim ve ben THY’’nin 11.00 uçağı ile İstanbul’’dan İzmir’’e geldik. Başbakan Erdoğan da o saatlerde İzmir’’e gelecekmiş. İzmir’’de görevli, müdür seviyesindeki emniyetçilerin hepsi, civar illerin Valileri, bürokratları havaalanındaydı. Yol boyu güvenlik önlemleri sokak sokak, dağ tepe, köprü geçit, halkın gözüne sokar gibi abartılı bir şekilde düzenlenmişti.

Bu tabloya bakınca, sanki Türkiye Başbakanı kendi ülkesinde bir açılışa gitmiyor da, Libya Lideri Kaddafi silahlı korumalarıyla Yeşil Meydana gidiyor gibiydi!...

Türkiye gibi önemli bir ülkenin Başbakanı elbette ki gerektiği gibi korunacaktır, bu devletin görevidir. Ama bu, abartıya kaçmadan, halkı rahatsız etmeden tüm dünyada olduğu gibi yapılmalıdır.

Bizde yapılan ise, bilerek planlanarak halkı sindirmek, korkutmak için yapılmaktadır. Türk Milletinin devlete olan saygısını, askerden polisten çekineceğini çok iyi bilen kafalarca hazırlanan bu senaryoyla Türk halkına korku salarak şu mesaj verilmektedir;
’“Otur oturduğun yerde, sesini çıkarma, bak en güçlü benim, istediğimi ezerim’…’”

Kişi; Gazeteci- Profesör- General- Bilim Adamı-Devlet Adamı. Yeri belli, yurdu belli, kaçma ihtimali yok. Avrupa Birliği ile imzaladığımız ve yasalarımıza aktardığımız hukuki duruma göre Savcının veya Polisin ifadesine başvuracağı kişiyi önce davet etmesi, gelmezse zorla getirmesi gerekmektedir. Bizde böyle olmamaktadır. Evler sabaha karşı basılmakta, insanlar yaka paça götürülmektedirler. Bu davranış bilerek ve planlanarak yapılmaktadır.
Türk halkına, korku salarak şu mesaj verilmektedir;
’“Otur oturduğun yerde, sesini çıkarma, bak en güçlü benim, istediğimi ezerim’…’”

Demokrasinin olmadığı ve tek adam yönetiminin olduğu ülkelerde dikta heveslisi yöneticiler, rakiplerini şu yöntemle yok ederler; Önce yok edilecek adam seçilir, sonra o kişiye bir çok suç yaratılır, bu suçları delilleri yaratılır ve sonra adam tutuklanır. Tutuklanan kişi, eğer ömrü yeterse suçsuzluğunu ve hakkındaki delillerin sahteliğini ispat ederse tahliye olur’…

Son zamanlarda bizde tutuklanan kişilerin suçlandığı maddeler genellikle şunlar oluyor;
*Ergenekon Terör Örgütü Üyesi olmak.
*Halkı ırk, dil, mezhep veya bölge bakımından kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek.
Bu maddeler o kadar geniş kapsamlı ki, istediğiniz kişiyi bu maddelere dayanarak içeri attırabilirsiniz.
Bir örnek; Gazeteci bir kişinin evi polis tarafından basılır ve evinde 150 yıllık antika(ateş edilemeyen) bir tüfek ele geçirilir.Silaha el konur. Polis ele geçirilen silah için sehven yani yanlışlıkla ’“Otomatik Tüfek’” diye tutanak tutar. Savcı ve hakim silah uzmanı kişiler değillerdir. Tutanağa bakıp, gazeteciyi tutuklarlar. Gazeteci silahının, otomatik tüfek olmadığını, eski çalışmayan bir tüfek olduğunu bilirkişi raporlarıyla ispat edinceye kadar 1 yıl geçer. O kişini ömrünün bir yılı çalınmıştır.
Türk halkına korku salarak şu mesaj verilmektedir;
’“Otur oturduğun yerde, sesini çıkarma, bak en güçlü benim, istediğimi ezerim’…’”
Halis Toprak, Diyarbakır- Lice doğumlu bir işadamıdır. Çok sayıda fabrikanın, işletmenin sahibi idi. Bankasına el konulunca tüm mallarına da el kondu. Kendi iddiasına ve bu işin uzmanlarının dediğine göre bazı malları değerinden çok aşağı bedelle el değiştirdi. Halis Toprak’’ın mallarını ölü fiyatına alanların bir kısmı, Başbakan Erdoğan’’ın çocuklarını Amerika’’da okutan arkadaşı ve yine Başbakan Erdoğan’’ın iktidarıyla ortaya çıkan Türkiye’’nin yeni zenginleri idi. Bu olayda da;
Türk halkına korku salarak şu mesaj verilmektedir;
’“Otur oturduğun yerde, sesini çıkarma, en güçlü benim, ya benimle ol zenginleş, ya da ezerim’…’”

Yakın tarih kimsenin, özellikle siyasetçilerin unutmaması gereken ’“vatandaşına korku salan’” kişilerin feci sonlarıyla ilgili örneklerle doludur. Biri şudur;
Benito Mussolini faşist bir liderdi. Halkına çok zulmetti. 26 Nisan 1945’’te Come Gölü yakınlarında yakalandı. 2 gün sonra kurşuna dizildi. Cesedi Milano’’da ayaklarından asılı olarak teşhir edildi’…
Allah kimsenin sonunu bu diktatörlerinkine benzetmesin’…

Ergenekon soruşturmasının bilmem kaçıncı dalgasında tutuklanan gazeteciler için, Cumhurbaşkanı Gül; ’“Kamu vicdanında kabul görmeyen bazı gelişmeler oluyor. Bu hal, Türkiye’’nin geldiği ve herkes tarafından takdir edilen görüntüsünü gölgelemektedir. Bundan kaygı duyuyorum’” demiş.

Sayın Cumhurbaşkanı, siz o makamda’“kaygı duymak’” için bulunmuyorsunuz. Siz devletin başısınız. En azından, Adaletin işleyişine müdahil olmadan bazı Savcıların haklarındaki soruşturma taleplerine izin verilmesini sağlayabilirsiniz. Eğer bazı Savcılar doğru ve yasalara uygun iş yapıyorlarsa niçin çekiniyorlar ki?Aklansın gelsinler!... Haydi Sayın Cumhurbaşkanı, Türk Milletinin kaygı duymasını önleyin lütfen’…