İnsan yedi yaşındayken ne ise, yetmişinde de aynıdır denir ya, benimki de böyle bir şey işte… Kendimi tanımaya başladığım on sekiz yaşımdan bu yana kendimle 'yarış' yaparım. Bitip tükenmez bir enerji ile kendimi geçmeye çalışırım. En güçlü rakibim hep kendim olmuşumdur. Bu düello beni her zaman başarıya götürmüştür. 18 yaşında Karşıya Stadyumu'nda elimde saatim, 100 metreyi kaç saniyede tamamlayacağım diyerek geçen günlerim, şimdi farklı alanlarda 'rekabet duygusunun' benim için aslında çok da güzel bir 'oyun şekli' olduğunu gösteriyor.
'Rekabet etmeyi' kaç kişi sever bilmiyorum? Rekabetin arkasındaki gerçek, aslında daha iyiyi daha mükemmeli aramaktır. Daha neler yapabilirim sorusuna bir yanıttır aslında… Haber Türk'den Yavuz Semerci'nin yazdığı bir hikaye beni birden 'rekabetin' insan oğlu için neler yaşatabileceği konusuna götürdü ki; bu 'arayış' bütün meslek sahiplerinin kendilerini geçmenin yanında rakiplerini de nasıl sollayacaklarını açıklaması adına çok sevimli bilgiler sunuyor.
Japon balıkçılar genelde uzak denizlerde ve son derece gelişmiş tekneler ile avlanıyorlarmış. Özellikle orkinos peşinden dünyayı turluyorlarmış. Denilene göre ilk zamanlarda tutulan balıklar, her ne kadar buzlu depolara konulsa da istenilen sertlikte ve canlılıkta pazara ulaşmıyormuş.
Sonra balıkçı teknelerine (altlarına) havuz yapmaya başlamışlar. Avladıkları balıkları canlı limana getiriyorlarmış. Eskisine göre daha iyi olmasına rağmen yine de istenilen kıvamda değilmiş. Sonunda biri akıl etmiş. Teknenin havuzuna küçük köpekbalığı konulmaya başlanmış. (Belki de yaşadıkları bir olay fikir verdi) Görmüşler ki havuzun içinde yer alan tüm balıklar yaşama içgüdüsüyle yol boyunca mücadele ediyor, diriliklerini koruyor ve nesli devam ettirmek için yumurtalama faaliyetini artırıyorlar... Balık yol boyunca yakalandığı hissinden uzaklaşıyor. Köpekbalığı tarafından yenilmek korkusuyla, birbirine yapışarak miskinleşmiyorlarmış.
Bu hikayeyi okuduğum zaman bir iç geçirdim. Acaba bu düşünceye sahip bütün yöneticiler, çalışanlar, hatta evde oturan ve sadece ev işleri ile vakit geçiren kadınların arkasında bir 'köpek balığı' olsa neler yaparlardı diye düşündüm? Bu soru size komik gelebilir. Ancak 'rekabet' ve 'rakip' konuları ile fazla içli dışlı birisiyseniz, belki bu küçük 'öneri' sizin de dikkatinizi çekebilir.
İnsanların arkasından aslında birisinin koşması gerekmiyor. Önemli olan hayat koşturmasında kendinizi kiminle konumlandırmış olduğunuz. Eğer skalanız düşük ise yapılacak çok da fazla bir aktivite yoktur. Bir adım ileri, bir adım geri yolculuğunuza devam edebilirsiniz. İnanır mısınız, bu düşünceye sahip o kadar çok kişi vardır ki çevrenizde size hiç yabancı gelmez bu anlatılanlar. Hani derler ya; sen mi kurtaracaksın bu ülkeyi, sana mı kaldı derler insanlar size, siz bir şeyler yapmaya çalışırken… Bu insanların çevreye yaydığı olumsuz enerji o kadar güçlüdür ki, etraftaki pek çok kişiyi hemen çevreleyebilir. İnsanlar 'yaparız, ederiz' derken birden dururlar. Acaba yapabilir miyiz derler. Sonra tamam ya, yapmasak da olur, derler. İşte bu insanlar, yaşamın tadını bile çıkaramayanlardır. Değil arkalarından 'köpek balığı' gelse asla işe bile yaramaz. Onlar bu dünyaya gelmişlerdir, 'sıradan kişiler' olacaklardır. Kabuklarını kırma cesareti hiç olmayacaktır. Risk üstlenme istekliliği zaten hiç yoktur. Hep birilerini suçlayacaklardır. Ah keşke bu olsaydı, şu olsaydı da bakın ben neler yapardım diyerek yaşam sürelerini tamamlayacaklardır.
Ama bazı kişiler vardır işte bu kişilerin arkasından hep 'köpek balıkları' gelir. Kendilerini taze, dipdiri tutmaya çalışırlar. Sorgularlar hayatı. Nedenler içinde kaybolmazlar bu kişiler. Hedefleri vardır, koşmayı ve üretmeyi severler. Olmaz denildiği zaman hemen 'niçin' derler. Neden çözmeyelim sorunu derler. İçlerindeki çocuğu öldürmek istemezler. Çünkü bilirler ki, yeni düşünceler yeni buluşların ateşleyicisidir.
'Kaybetmeyi göze almayanlar, asla kazanamazlar' misali kararlıdırlar. Köpek balığını bir 'metafor' olarak görürler. Örnek vermek gerekirse, çevremizde bunu yaşayan nadirde olsa kişiler var. Bunlara biz 'lider' diyoruz. Siyasette, ekonomide, iş hayatında, bürokraside, diplomaside… Bu kişiler, sıradan kişilerden farklı olarak neler mi yapıyorlar? Onlar 'tabloyu' daha geniş çaplı okuyabiliyorlar. Buna literatürde 'vizyon' deniliyor. Sadece bugün değil, beş yıl sonra nerede olduklarını görebiliyorlar. Bunun için de şimdiden ne yapacaklarını daha kolay çözümleyebiliyorlar. Şüphesiz kendilerini 'kıyaslıyorlar' kimlerle mi? Rakipleriyle, hatta bu rakipler kendilerinden çok daha donanımlı olanlar. Böyle olunca da, rekabet acımasız oluyor. Kim mi kazanıyor? Kurum, şirket, üniversite, belediye, devlet?!!.
Köpek balığı metaforu bana başarmak isteyen kişilere: 'tabloyu iyi oku, hedefle, kıyasla, planla, takipçi ol,sonuçlandır' demem gerektiğini hatırlattı. Ne dersiniz, haklı olabilir miyim?