Bir yere kadar açılıyor kapılar. İç içe geçmiş odalar’… Her oda bir an ediyor yaşamımız içinde, sayamıyorsun’… Vazgeçmek’… Anlardan vazgeçmek’… yağlı ipi boynuna geçirmek ya da bileklerine kırmızı dudaklar çizmek’…. ’¶
Bazen bazı odaların duvarları yıkılır üstüne, molozların arasından önce elin çıkar, parmakların gevşer sımsıkı tuttuğun balyoz düşer. Başını uzatırsın sonra, güç bela çıkarsın dışarıya. Molozların üzerine oturup bir cigara yakarsın ’“Suç ölende; bu boku içende değil’” dersin’… Gülümseyebildiğince gerilir dudakların. Aklına batan bir çuvaldızın acısıyla açarsın gözlerini. Ne kadar yorulmuşsundur. Oda yapmaktan ve onları yıkmaktan ve kendi yıkıntılarının altında kalmaktan’… Korkuyla titrer için. Başını çevirip sol omzun üzerine duran meleği selamlarsın sonra sağdakine dönersin’… İçindeki o kadına yine söz geçirememişsindir, yine yaralamıştır seni’… Yine yemin edersin ama pişman olmayı uzun süre beceremezsin.
Ah min-el delilik! Bunun tedavisi yok. Sen tedavi edilebilir bir deli değilsin’… Umutsuz vaka’…
Binlerce küçük canlının bacaklarının arasındaki kıpırtılarını duyarsın bir an’… Zamanı inadına yaşamak zorundasındır. Kim zorunda bırakır seni?’“SEN’” ’…
Düşlediğin sığınak aklına çok uzaktır artık. Cam kırılmıştır ve içeriye deniz suyu dolmaktadır. Elinden bırakamazsın kalemi. Olur, olmaz cümleler bir araya gelir’… Sözcükler değişik şekillere bürünüp düşer beyaz bir sayfanın üzerine’…
Ah ne tutku!
Nasıl bir zehirleniş’… Aktıkça zehirlenirsin; zehirlendikçe akarsın’…
Yaşamın, alma ve verme dengelerinin üzerine kurulmadığını anladığında anlarsın kendi köklerine de su dökemeyeceğini. Belki de kör noktalarını görünür kılmalarını bekliyordun insanlardan... Zaten hep kör nokta kapatmak değil midir olgunlaşmak, büyümek’… En mutlu anların neden hayatının kör noktalarından geçiyor öyle ise?Neden hala sevgiden yoksun büyüdüğün o evi özlüyorsun.
Bir sokak kedisi vardı mahallenizde çöpteki eti hep diğer kediler gittiğinde yerdi. Bazen kendini ona benzetiyorsun. Yalnız, tüyleri pislikten birbirine yapışmış, kuyruğu bacaklarının arasında bir köşede öylece mağrur bakıyor’… O kediyi seviyorsun. O kedi çocukluğundu senin, ekmeğini paylaştığın tek dostundu’…
Duygular gelişir, değişir, büyür, eksilir, sertleşir, acır, acıtır, yüreklendirir, çıldırır ama aynı zamanda yaşamına anlam katar. Duygular her zaman beklentileri tetikler. Ne zamanki ZAMAN her şeyi kendiliğindenliğe dönüştürür, o zaman sakinleşirsin. O zaman sıfır noktasında bulmaya çalıştığın huzur kapını çalar.
Şimdi her santimetrekarede biraz daha uzaklaşıyorsun o sıfır noktasındaki huzurdan, belki de o yüzden hatırladın o kediyi’… Belki de o yüzden özlüyorsun o evi.
Tüm sarnıçlar, kuyular, imbikler, testiler seni içlerindeki karanlığa doğru çekiyor. Esrikliğin keyfini süreceksin şimdi günlerce’…
Ve günler boyu eski yılbaşı gecelerini anımsayacaksın, salyalı, sümüklü bir köşede öylece geçip giden yılbaşı gecelerini’… Arada bir yanına uğrayıp kısacık kırpılmış saçlarını okşayıp geçen elleri, o ellerin iç seslerini istemesen de duyardın ’“zavallı besleme’”’…parklarda gezmek, bisiklete binmek, çiçek toplamak hep yasaktı sana. Yalnızlığını kocaman bir doğum lekesi gibi taşıdın hep içinde. Baban kimdi?Annen nasıl bir kadındı?En çok hangisine benzerdin?Bu soruları kendi kendine sormaktan vazgeçeli çok oldu.
Hadi, yine at kendini sokaklara, fırfırlı eteklerinden küllerini savurarak dans et gecenin en kırmızı yerinde’… Korkarsan bir meyhaneye gir. Gece şehirden korkanların sığınağıdır meyhaneler. Kapkara katran bakışlı adamların salyalarından kaç sonra. Bütün şehir teninde dolaşsın sen kaç ve git tespih böcekleri topla, onları nerde bulacağını biliyorsun’…
Sabah erkenden bir vapura bin, martıların ısrarlı kırmızı dudaklarından kalan simit kırıntılarıyla doyur karnını ve sal kendini sulara’…
Bir mezarlığın o soğuk coğrafyasında kaybol’….
Ah min-el delilik’….