Bir ülkenin doğru yönetilmesinin birinci şartı iyi yetişmiş, eğitimli, kendi tarihini, dünya tarihini bilen, çağdaş, tartışmaya, danışmaya, eleştiriye açık, akıllı ve cesur siyasetçilere sahip olmasıdır.
Bu kaynak o ülkenin en değerli, en kıymetli varlığıdır.
Türkiye gibi, hemen hemen tüm üniversite mezunlarını Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarında şehit vermiş, demokrasi tecrübesi çok yeni olan, üstelik yakın tarihimizde her on yılda bir, yetişmiş siyaset adamlarının ihtilallerle kıyıma uğratılmasına ses çıkarmayan bir ülkenin en büyük sıkıntısı budur.
Gelişebilecek ve ülkeyi sıkıntıya sokabilecek siyasal ve ekonomik olayları önceden görüp tedbir alabilecek, gerekli yasal, hukuki ve ekonomik çözüm önlemlerini önerecek siyaset ve devlet adamları yetiştirmek zorundayız.
Bu kişileri yetiştirmek, zamanı geldiğinde milletin emrine vermek Siyasi Partilerimizin görevi olmalıdır. Gelişmiş ülkelerde ve gelişmiş demokrasilerde bu görev siyasi partiler tarafından yapılmaktadır.
1977 yılında Bergama Belediye Başkanı seçildim. Bir müddet sonra Almanya/Böblingen Kardeş şehrinden bir heyet geldi. Bir toplantıda, Böblingen’’in 30 yıllık Belediye Başkanı Bay Brumme bana şunu sordu; ’“Nasıl seçildiniz?Belediyecilik konusunda hiç eğitim aldınız mı?’”
Ben; ’“Türkiye demokratik bir ülkedir, seçimlere girdim ve kazandım, maliye kökenliyim ve Belediyecilik konusunda hiç eğitim almadım’” dedim ve adama da biraz kırıldım. Brumme şöyle cevap verdi; ’“Almanya da demokratik bir ülkedir, bizde de başkanlar seçimle göreve gelirler. Yalnız bizim partimizin önümüzdeki seçimlerdeki adayı, şimdiki Belediye Meclis Üyesi olan Bay Wilhelm’’dir. Kendisi 12 yıldır belediyenin bütün birimlerinde çalışmaktadır.’”
Şimdi Bay Brumme’’nin dediğini o kadar iyi anlıyorum ki’…
Partiler iyi eğitim almış üyeleri arasından, bürokraside tecrübe kazanmış olanları, iş hayatında başarı kazanmış olanları, akademik hayatta kariyer yapmış olanları, işçi sendikalarında çalışanları, çiftçi ve tarım kuruluşlarında bizzat deneyim kazananları ve başarılı olabilecek Siyaset adamlarını ’“Kadrobank’” adı altında biriktirmelidir.
Bunları zaman içinde çeşitli panel ve konferanslarda, yurt içi-yurt dışı çalışmalarda, kendi konularında hazırlayacakları raporlarla dener. Bunların aile yapılarını, mal varlıklarını varsa zaaflarını sürekli olarak inceler ve kendi kriterlerine uygun olmayanları eler, kalanları göreve hazırlar. Yıllarca sürecek bu çalışmanın sonunda parti iktidara geldiği zaman, ülkenin siyasi ve bürokratik üst yapısının temel taşları görevlerine acemilik çekmeden ve yetişmiş olarak başlamaya hazırdırlar. Bakan olan parti temsilcilerinin bürokrat adaylarını bu kişiler arasından seçmesi zorunlu olacaktır.
Böylelikle, Bakanlık görevine gelenler kendi okul arkadaşlarından veya siyaseten arkası güçlü fakat beceriksiz veya art niyetli kişilerden Müsteşar-Genel Müdür atamak zorunda kalmazlar.
Diğer önemli konu da, bu makamlara pişmiş olarak gelenler, bürokrasinin ’“profesyonel engelleme’” tuzaklarına düşmezler.
İlk bakışta bu olayı bir ’“parti devleti’” kurma çabası olarak görenler olacaktır. Elbette ki hedef bu değildir. Kast edilen müsteşarlar, yeni devlet yapısında oluşturulacak,yeni bir makam olan ’“Siyasi Müsteşar’’lık’” makamıdır.
Bu müsteşarlar, parti ile iktidara gelirler ve parti ile giderler.
Gelişmiş demokrasilerin çoğunda bu sistem kullanılır. Bu sistemin en güzel tarafı iyi eğitimli, dürüst ve siyaseti geçim kapısı yapmayacak vatan evlatlarının siyasete girip, kaliteyi yükseltmeleri olacaktır.
İçinde yaşadığımız coğrafyanın özellikleri, ülkemizin stratejik önemi, yer altı, yer üstü zenginlikleri, tarihi-kültürel varlıklarımız, dünyanın ilgisinin(!) ve gözünün üstümüzde olması için yeterli sebeptir.
İnsanlık tarihi boyunca tüm semavi dinler bu coğrafya’’ya indirilmiştir. Tarihin en kanlı din savaşları bu coğrafyada yaşanmıştır. Dünyanın kuruluşundan bu yana yaşanan tüm afetlerde, insanlara hayat vermeye devam etmiş ’“Mezopotamya’” bizim coğrafyamızdadır. Hazreti Nuh bile gemisini bizim yaşadığımız topraklarda karaya oturtmuştur. 2025 yılından itibaren dünyada su savaşlarının yaşanabileceği ciddi bir iddiadır. Bu konuda da vatanımız önemli avantajlara sahiptir.
Tüm bunları, başımıza sarılan belaların, çevremizde dönen dolapların tesadüf olmadığını belirtmek için yazıyorum. Bu coğrafyada son Türk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetini yönetmek ve korumak fevkalade zordur. Bu güzel ülkeyi, bu cennet vatanı yönetebilmek için iki silahı çok iyi kullanmanız gerekmektedir;
Bunlar, tarih ve insandır. Türk Milleti, tarihi çok iyi bilen ve iyi yetişmiş eğitimli insanlarını siyasette hizmetine getirir ve onlara sahip çıkarsa bu coğrafyada rahat edecektir’…
Bunlar olmazsa; bir dediği diğerini tutmayanlar, aniden zenginleşenler, uyuşturucu ve kaçakçılık pisliğine bulaşanlar, cemaat ve tarikatların kuklası olanlar, başka ülkenin vatandaşı olup öncelikle o ülkenin yatırımcılarının yararını düşünenler ülke yönetimine gelirler ve ülkenin kanını emerler. Sonuç felaketimiz olur’…
Türkiye gibi 190’’a yaklaşan üniversitesi, kendini tüm dünyaya kanıtlamış ve başarılı olmuş işadamları, hukukçuları, teknik elemanları, akademisyenleri olan bir ülkede, bir sürü çapsız adam ülke yönetimine gelebiliyorsa, biraz da hatayı kendimizde aramalı mıyız acaba?Ne dersiniz?...