Her hangi bir gazetede 'kadınlar' ile ilgili bir haber görünce hemen kesiyorum. Ve en yakın bir zaman diliminde bu konuları dikkate alan bir yazı yazmaya çalışıyorum. Bunun nedeni, hem kendimi yenilemek hem de toplumu bu konuda bilinçlendirmek ve aydınlatmak. 6 Aralık'ta Ayşe Özek Karasu 'Kadına İklim Şiddeti' isimli yazısında oldukça çarpıcı bilgiler sunmuş. Çarpıcı lafını bilinçli olarak kullanıyorum çünkü oldukça 'komik' ve 'akılda kalıcı'. Çünkü, kadınların yaşamında özellikle gelecek yıllarda yaşanacak bazı afetlerde nelerle karşı karşıya geleceklerini 'mizansen' olarak değil, gerçekten yaşanacak bir olaylar silsilesi şeklinde aktarıyor.

İlk kez 1970'lerde Yale Üniversitesi ekonomistlerinden William D.Nordhaus tarafından ortaya atılan ilginç bir teori var. Nordhaus'un geliştirdiği modele göre, 2 derecenin üzerinde yaşanacak olan 'global bir ısınma' gelecekte ciddi bir ekonomik büyüme ve çevre üzerinde büyük bir tahribata yol açacakmış. Bu konuda biz sadece haberleri izleyerek 'aaaaa bakalım kimler neler yapacak' diye bakarken, dünyadaki gelişmiş ülke temsilcileri ve STK'lar ülkelerin 'sera gazı emisyon hacimlerini, 2 derecelik artışa uyumlu şekilde aşağıya çekmeye çalışıyor'. Siyaset, erkeklerinin, bu işi başaracağına dair şüphe ile bakıyorlarmış.

Karasu'nun düşüncelerine göre: 'erkekler' iklim değişikliği ile ilgili karar mekanizmalarında kadınların adını bile kullanmıyorlarmış… Dünyayı kurtarmak için evrensel bir anlaşma yapılmaya çalışılıyor olmasına rağmen, ne yazık ki bu proje ekipleri aralarına 'kadın bilim insanları' bile alınmıyor, daha kötüsü danışılmıyor bile. Dünya nüfusunun yarısını oluşturan nüfus, kadınlar; ama onlar sanki bu dünyada yokmuşlar gibi davranılıyor. İklim değişikliği bağlantılı 'doğal afetlerle' gelen yıkımlar da cinsiyet eşitliği yok. Neden mi? Oldukça ilginç bir saptama: 'bir afet olunca ne ilginçtir ki, kadınlar daha fazla ölüyorlarmış'. Bunun tek nedeni biyolojik yada fiziksel farklılık değilmiş. Narin bedenleriyle fırtınalara, dalgalara karşı koyamadıkları için de değilmiş.

London School of Economics uzmanları konuya çok geniş bir açıdan bakmışlar. Sonuç olarak: 'kadının doğal afetler karşısındaki kırılganlığını, kadının sosyo-ekonomik statüsüne, dayatılan kültürel davranış rollerine' bağlamışlar. 2004'de Güney Asya'yı silip süpüren tsunamide Sri Lanka'da kadınların ölüm nedenini, hazır olun açıklıyorum: 'yüzmeyi bilmemelerine ve ağaçlara tırmanamamalarına' bağlamışlar. Kısacası, kadınlar yüzme bilmiyorlarmış, ağaca da çıkamıyorlarmış…

Hindistan'da erkekler zaten bu sıralarda balık avlanmaya gittikleri için, kadınlar evde tek başlarına kaldıklarından ne yapacaklarını bilememişler. Üstelik bir de kadınların kılık kıyafetleri de kaçmalarını etkilemiş. Raporlara göre, Bangladeş'teki siklon ve sellerde, kırsal kesim kadınları, geleneksel kıyafetleri olan 'sari'ler nedeniyle koşamamışlar, yüzememişler ve ölmüşler. Ve yine Bangladeş'teki yeni vakalar da, ilk kurtarılacak olanların 'erkekler' olacağı açıklanmış. Kadınlar ülke için zaten önem taşımıyormuş. Soyadını devam ettirmek uğruna, kızı yerine oğlunu kurtaran babalara rastlamak bu ortamda çok rastlanan olaylardan birisiymiş.

Batı Bengal'de sel felaketi sonrası yiyecek dağıtımında 'erkeklere' öncelik veriliyormuş. Afet nedeniyle zorunlu göç ise kadınların felaketi oluyormuş. Neden mi? Çünkü; insan taciri ve kaçakçıların tam hedefi haline geliyorlarmış.

Şimdi güzel bir haber verebilirim sizlere... Kadınların tek avantajlı olduğu durum: 'kuraklık ve kıtlıkta' ortaya çıkıyormuş. Çünkü gıda ihtiyaçları erkeklere göre daha düşük, vücuttaki yağ oranları daha fazlaymış. Avantajlılar ama, hamile olmadıkları sürece…

Bundan yaklaşık 67 yıl önce Birleşmiş Milletler tarafından 10 Aralık'ta ilan edilen 'İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin imzalandığı günlerden bu güne neler geçti diye bir bakıyorum. Dünya Ekonomik Forumu'nun 2014 yılında açıkladığı 'Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporu'na göre, sadece ülkemizde değil, dünyada da kadınların halen haklarından yararlanamamış olmalarının nedenlerini bulmaya çalışıyorum. Bunun karşılıksız ve sonuçsuz bir sorgulama olduğunu biliyorum ama yine de sora sora belki de bir gün bir grup tarafından ciddiye alınarak yavaş yavaş gelişmelerin görüleceğine inanıyorum.

Dünyada 3 kadından 1'i, çoğunlukla eşinden cinsel yada fiziksel şiddet görüyor. Bir insanın kendisini en güvende hissettiği yer olduğunu söyleyen Serpil Yıldız: kadınlar evlerinde korkarak yaşıyorlar' diyerek, konunun önemini bir kez daha vurguluyor. Üstelik kadın cinayetleri artıkça, şiddetin diğer katmanlarını oluşturan 'tokat, hakaret, taciz' gün geçtikçe normalleştiriliyor.

BM Nüfus Fonu İcra Direktörü Dr.Babatunde Osotimehin: 'kadın hakları savunucusu erkekler artmalı; siyasi liderlik sürekli bu konular üzerinde iyileştirmeler yapmalı; dini liderler mücadelenin içine çekilmeli; kadınlar, gençler medya üzerinden etkin eletişime geçilmeli' şeklinde önerilerde bulunmaktadır.

Kadınların giydikleri kıyafetler nedeniyle, sellerden etkilenmelerine mi güleyim? Yoksa, şiddetin gün geçtikçe aileler içinde yaşanmasına ve çocuk yaşta evliklerin artmasına mı bakayım anlayamadım. Ama bildiğim tek konu var ki: Bu konuların çözümüne, erkek siyasetçileri ikna edemeden çözüm bulunamayacağının artık kesin olmasıdır.


Acaba diyorum, bütün bu sözlerime, bir kadın, anne, akademisyen olarak, önce 'oğluma', sonra 'erkek öğrencilerime', sonra da eğitim verdiğim 'erkeklere' mi atfetsem? Ne dersiniz? Ne demem gerekiyor ?!