'Agop ölümünün birinci yılında mezarı başında anılıyormuş. Eşi Surpik iki gözü iki çeşme; Ahh Agobum, ne güzel Fransızca bilir idi. Ne güzel İngilizce bilir idi. Ne güzel Almanca bilir idi' diye söyleniyormuş. Orada bulunanlardan biri 'Allah aşkına Surpik, bunları da nereden çıkardın, Agop Türkçeyi bile doğru dürüst bilmez idi' deyince Surpik; 'Olsun, garibim çok heves eder idi!' demiş.
Erdoğan da, tüm ömrü boyunca 'Demokrat' olmak için çok heves etti ama hem geçmişi hem de yetişme tarzı sebebiyle bindiği tren makas değiştirince, onu demokrasi istasyonu yerine Firavun Mursi'nin- Barzani'nin- Halid Meşal'ın yanına götürdü.
Uluslararası basını takip edenler şu gerçeği üzülerek izliyorlar;
T.C Başbakanı bugün dünyanın gözünde, 'Ülkesinin hür dünyadan ve demokrasiden yana olan yönünü, Ortadoğu'ya ve İslam Cumhuriyetine çevirme gayretinde olan tek adam' olarak görünmekte ve kendisi şüpheyle izlenmektedir.
Erdoğan, 'Devlet Adamı' olmak için de çok heves etti. Ama olamadı.
Kişiliğinin gelişmesinin mümkün olmadığı bir ortamda geçen sevgiden yoksun bir çocukluk, hırs ve özenti ile yaşanan gençlik yılları, yetersiz ve yarım-yamalak bir eğitim ile 'Devlet Adamı' olunamıyor.
Ne kadar gayret edilirse edilsin, ne kadar parlatılırsa parlatılsın, ancak basit bir 'kasaba particisi' olunabiliyor. En ufak bir darbe alınca da üzerine yapılan cilalar dökülüyor ve acı gerçek maalesef ortaya çıkıyor.
Bazı olaylar karşısında verilen tepkiler, kişinin gerçek karakterini ortaya çıkarır.
Değerli Gazeteci Fatma Sibel Yüksek, onlarca gazetecinin önünde tanık olduğu bir olayı 'Açık İstihbarat' adlı sitede şöyle anlatıyor.
Aynen aktarıyorum;
'Mart 2005. Tayyip Erdoğan ile birlikte Fas'ın başkenti Rabat'tayız. Yanlış hatırlamıyorsam, o dönem Yeni Şafak gazetesinde yazan Nazlı Ilıcak, geziye davet edilmediği için pek bozuk çalıyor, Erdoğan'ın danışmanlarını sürekli telefonla arayarak 'Ben neden davet edilmedim, sorun Başbakan'a' şeklinde taciz ediyor.
Nazlı Hanımın ısrarlarına dayanamayan genç ve deneyimsiz danışmanlardan birisi, Ilıcak'ın bu sitemlerini Tayyip Erdoğan'a iletmeye cüret etti. Hilton Otelinin Lobisinde kahve içen Başbakan'a yanaştı ve 'Efendim, Nazlı Hanım geziye davet edilmediği için size sitem ediyor, bizden açıklama istiyor' demiş bulundu.
Tayyip Bey'in yüzünden kapkara bir öfke bulutu geçti. Sarı bıyıkları aşağıya düştü, genç danışmana öldürecekmiş gibi baktıktan sonra şöyle dedi;
-Sen Nazlı'nın p…vengi misin?!..
Evet, hepimizin ortasında aynen böyle dedi. Genç danışman alı al, moru mor bir şekilde huzurdan çekildi ve gezi boyunca Erdoğan'ın gözüne bir daha görünmedi…'
Bu korkunç cümleyi kullanan kişi T.C Başbakan'ı Recep Tayyip Erdoğan'dır.
Ağzından çıkan sözün, danışmanını p…venk yaptığı gibi, Nazlı Ilıcak'a da yani bir bayan gazeteciye de hangi sıfatı layık gördüğünün farkında olmayan kaba-ilkel bir anlayışın sahibi.
Daha başka ne söylenebilir ki? Burası sözün gerçekten bittiği andır.
Bizlerin benzeri çok sayıda ki olayı, terbiyemiz izin vermediği için anlatmadığımız iyi bilinmelidir.
Yabancı devletlerin, yabancı istihbarat örgütlerinin bildiklerinin, Türkiye'ye baskı-şantaj olarak kullanılmadığından emin olmak ise, o kadar zor ki.
Heves etmekle, 'Devlet Adamı' olunmuyor. Bilgi-görgü-terbiye-uzmanlığa saygı- danışma kültürü-tarihi ve dünyayı bilmek gerek.
Her şeyden önce insanın mayasında olması lazım…