Geçmişten geleceğe, gazetecilerin işli ve çalışan olanları ile işsizlerin halleri…
Yıl 1961, Ocak ayı... 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra, Milli Birlik Komitesince, 4.1.1961'de kabul edilen 212 sayılı Kanunla Basın İş Kanunu değişti ve 10.1.1961'de yürürlüğe girdi. Gazete sahipleri işverenlere göre, gazetecilere bu kanun değişikliği verilen haklar çok fazlaydı. Akşam, Cumhuriyet, Dünya, Hürriyet, Milliyet, Tercüman, Vatan, Yeni İstanbul ve Yeni Sabah gazetelerinin sahipleri ortak bir bildiri hazırladı ve gazetelerini 'kapatma' kararı aldılar. Üç gün boyunca gazetelerini yayınlamadılar. Bu yüzden Türkiye Gazeteciler Sendikası Yönetim Kurulu 10 Ocak 1961 günü, gazete sahiplerinin 3 günlük boykotu boyunca Basın adlı bir gazetenin yayınlanmasını kararlaştırmış ve kendileri kendi gazetelerini üç gün boyunca yayınlamışlardı. Sonunda, gazeteciler kazandı.
Yıl 2001, Şubat ayı…2001 yılının son bir buçuk ayında yaklaşık 2 bin gazeteci işten çıkarılmıştı. İşverenler ekonominin tıkırında gitmesi ve krizi atlatabilmek için gazetecileri mecburen işten attıklarını söylemişlerdi. Gazetecilerde, işten atılan meslektaşları ile dayanışma için 'Gazeteciler Meclisi Girişimi' kurmuştu. 'İşten çıkarmalar ekonomik olmaktan çok politik içerikli' diyerek medya sektöründeki tekelleşmeden kaynaklanan işten atmaların aslında 'politik' olduğunu açıklamışlardı.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan, TBMM`de gazeteci kökenli 10 milletvekili bulunduğunu, medya sektöründeki işten çıkarılmaların önlenmesi amacıyla tüm gazetecilerin ve meslek kuruluşlarının ciddi anlamda bir dayanışma içinde olmaları gerektiğini söylemişti. 'Gazeteciler Meclis Girişimi' Çalışma Bakanını ziyaret ettiği sırada Çalışma Bakanı, işten çıkarılan gazetecilere karanfil vermişti. Gazeteciler Meclis Girişimi de topladıkları imzalarla birlikte içi boş bir 212 sayılı yasa kitapçığını Bakana armağan etmişti.
Yıl 2002, Ocak ayı. İstanbul Gazeteciler Sendikası içinde 'Basın' gazetesi tıpkı basımının yer aldığı '10 Ocak ve Ötesi' adlı kitabı, 10 Ocak 2002 tarihinde yaptıkları yürüyüşte dağıttılar. O tarihte 40 yıllık dersin öğretisi, gazetecilerin hakları için eylemdi ve 'işi olan' gazeteciler, 'işsiz kalan' meslektaşları için Vilayete kadar yürümüşlerdi. Sayıları azdı, ama yürüdüler. Ellerinde Türkiye Gazeteciler Cemiyetinin 'Bizim Gazetesi' ve onun içinde tıpkıbasım 'Basın' gazetesi vardı. 10 Ocak 1961'de Türkiye Gazeteciler Sendikası tarafından üç gün boyunca yayınlanan gazetenin ilk sayısı yani.
10 Ocak 2002'yi TGS, mücadelenin, dayanışmanın tarihi yaptı…10 Ocak böyle bir şeydi.
Ama o tarihte bu yürüyüşe binlerce işsiz gazeteciden çok azı katılmıştı. Aslında bu yürüyüşe işsiz veya işi olan 'binlerce' gazeteci de gelmemişti zaten. Kendi haklarına karşı duyarsız olan ve ne kadar korumasız kaldığının farkında olmayan, sendikal örgütlenme yerine örgütsüzlüğü seçen gazetecilerin kendi kendine ettiği kabahatin en büyüğü; aslında gazetecilerin kendi kabahatiydi...
Yıl 2011, Temmuz ayı. 12 Temmuz 2011 tarihli, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg'in 27 - 29 Nisan 2011 tarihleri arasında Türkiye'yi ziyaretini müteakiben hazırladığı Raporda tespit edilen gerçekler sadece gazetecilerin hapishanede bulunmalarından ibaret değildi ve aynı zamanda gazetecilik mesleği açısından da endişelerle doluydu…
Rapor'agöre; 'Türkiye'deki medya ortamıyla ilgili kaygılar' başlığı altında, 'büyük medya gruplarının' gerek yazılı gerekse görsel basına hakim konumda olduğunu gözlemlemişti. Ticari gazetelerin ve yayın kanallarının hemen hemen hepsi, bir bölümü diğer sektörlerde de (endüstri, finans, telekomünikasyon, turizm gibi) çok büyük menfaatleri olan söz konusu holdinglere aittir. Bu ortam sık sık gazetecilerin 'editoryal bağımsızlıklarının' sorgulanmasına neden oluyordu. Komiser, 'söz konusu medya tablosunun, siyasilerin ve idarenin eylemlerinin caydırıcı etkisini pekiştirme ihtimalini göz önünde bulundurarak, bu eylemler için büyük bir hassasiyet ve kendini dizginleme sorumluluğu gerektirdiği görüşündedir.'
Yani bu kuşkunun gazeteciler üzerinde yarattığı sonuç, oto sansürdür.
Yine Rapor'a göre 5953 sayılı, Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkındaki Kanun vardır ama 'Bununla birlikte medya sahiplerinin, gazetecileri söz konusu yasanın korumasından yoksun, iş güvencesi olmayan çalışma koşullarına maruz bıraktıkları bildirilmektedir. Bunun sonucu olarak da, Türkiye'deki çok sayıda (ve çoğu yerel) mesleki örgütlere ve sendikalara rağmen basında sendika üyeliği düşük orandadır.'
Medya sahipleri dün olduğu gibi günümüzde özellikle, basın yayıncılığı ve gazetecilik mesleğini 'ticari bir meta' olarak görüyor, öyle davranıyor. Bu bakış açısı, gazetecilik mesleğinin ticarileşmesinde çok etkili ve çok tehlikeli. Belki de bir kısım gazeteciler aynı bakış açısını paylaşmasalar bile; halleri, tavırları, davranış ve tutumları aynı kapıya çıkıyor. Bu örtüşen 'anlayışlar' yüzünden ifade özgürlüğünü etkileyen en ciddi işlevsel bozukluğun başında bu 'anlayış' geliyor.
Yıl 2012, Ocak ayı.
Başbakanlık uçağında 10 Ocak Çalışan Gazeteciler günü dolayısıyla Başbakan gazetecilere sürpriz yapmış. Birlikte 'gün' kutlamışlar ve pasta kesmişler ve birlikte pasta yemişler. Ne var bunda!. Pasta sürprizine katılmamak, pasta kesmemek, pasta yememek Başbakan'a karşı ayıp olurdu zaten…
On yıl önce işten atılan gazetecilere Çalışma Bakanından karanfil, on yıl sonra 'çalışan gazetecilere' Başbakan'dan pasta…
İşte ileri demokrasinin en güzel sonuçlarından birisi. Yürütmenin başı Başbakan ile 'çalışan gazetecilerin' birlikte pasta kesip, pasta yemelerine vesile olan 10 Ocak gününün mana ve ehemmiyetine uygun güzel bir fotoğraf.
10 Ocak tarihinin gazetecilerin dayanışma günlerinden birisi olduğuna inanıyorum. Sermaye sınıfı ile iktidar sahiplerine karşı, işli/işsiz bütün gazetecilerin kamuoyunun gözü kulağı olma görevlerini başarma mücadelelerinin kilometre taşlarından birisidir diye düşünüyorum. Bu yüzden adı sadece 'çalışan gazeteciler' günü olmamalıdır. 10 Ocak tarihi geçmişten geleceğe gazetecilerin dayanışma ve mücadele günlerinden sadece birisidir.
Neyse, acaba 10 Ocak Çalışan Gazeteciler pastası, muzlu muydu yoksa çikolatalı mıydı?