EGEDESONSÖZ -   Ege Çevre ve Kültür Platformu'nun 19’uncu genel kurulunun sonuç bildirgesi yayımlandı. 

Sonuç metninde şu ifadeler yer aldı: 

İKLİMİ DEĞİL SİSTEMİ DEĞİŞTİR” şiarıyla 9 Mart 2025 tarihinde toplanan EGEÇEP 19. Bileşenler Kurultayımız, tüm Ege bölgesinden bileşen örgütleri temsilcileri, bireysel katılımcılar ve bileşen adayı kuruluşların katılımlarıyla gerçekleşmiştir.

Egeçep’in 20. yaşına girmiş olmasının coşkusuyla toplanan ve tüm Ege bölgesindeki çevre ve ekoloji sorunlarının bileşenlerimiz tarafından dile getirildiği Kurultayımızda,bu sorunlara karşı yerel ve ülke çapında mücadeleyi ilk günkü gibi sürdürme kararlılığı dile getirilmiştir. Kapitalizmin yaşam alanlarımıza ve doğaya yönelik gittikçe artan saldırılarına karşı mücadele kararlılığı bir kez daha vurgulanmıştır.

19. Kurultayımız, yaptığı değerlendirmeler sonucu aşağıda belirtilen tespitleri kurultay sonuç bildirgesi olarak kamuoyu ile paylaşmayı kararlaştırmıştır.

İzmir'in hava raporu.... Yağışlı hafta sonu! İzmir'in hava raporu.... Yağışlı hafta sonu!

-  Sanayileşme ve kentleşmenin en büyük olumsuz sonuçlarından biri ekolojik tahribattır. Özellikle kapitalist kalkınma modeli, ekosistemi ve doğal dengeleri bozarak bu süreci hızlandırmıştır. Gün geçtikçe büyüyen ve acil çözümler gerektiren ekolojik yıkımlar, son yıllarda insanları, bitkileri ve hayvan türlerini ciddi şekilde tehdit etmektedir.

-  AKP-MHP iktidarı ekonomik krizden çıkış yolu ve yandaş bir sermaye kesimini zenginleştirme yöntemi olarak doğanın yağmalanması ve ekolojik yıkım projelerini kesintisiz sürdürmektedir. Türkiye’nin dört bir tarafında doğayı ve yaşam alanlarını talan ederek altın ve diğer metalik madenler, nükleer veya termik santraller, HES’ler ve sözde “yeşil” enerji santralleri açarak, neredeyse bütün ülkeyi maden arama ve enerji ruhsat alanı haline getirerek, halka ait kıyı bölgelerini ekosistemi tahrip edecek ölçekte turizm inşaatlarına açarak, yaşadığımız coğrafyayı yerli ve yabancı sermaye şirketlerine teslim etmektedir. Buna karşı yerel mücadeleleri desteklemek ve büyütmenin yanı sıra, ekokırımın insanlığa karşı bir suç olarak tanımlanması için hukuki bir dayanak sağlayacak bir “Ekokırım Yasası” için mücadelemiz de sürmelidir.

- Ne pahasına olursa olsun kalkınma ve büyüme anlayışındaki kapitalist sistem yeryüzündeki yaşamı tüketirken,iklim krizi karşısındaki tutumumuz da bir varlık/yokluk meselesi halini almıştır. Buna karşın sözde iklim değişikliği ile mücadele amacıyla hazırlandığı iddia edilen ancak gerçekte kurduğu karbon pazarıyla sermayeye hizmet eden bir “İklim Kanunu Teklifi” Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulmuştur, tüm itirazlara rağmen Çevre Komisyonu’nda aynen kabul edilmiştir ve yasa olarak geçmesi an meselesidir.İklim değişikliğinin failleriyle ortaklaşa hazırlanan Karbon Piyasası Kanunu niteliğindeki bu kanun ile iklim korunamaz. Bu teklif acilen geri çekilmeli, çevre örgütlerinin, sermayeden değil doğadan yana biliminsanları ve uzmanların görüş ve önerileriyle bilimi, iklim adaletini ve toplumsal ortak faydayı önceleyen bir perspektife uygun olarak, yeni bir kanun teklifi hazırlanmalıdır. Yaşamı, doğayı, iklim adaletini ve insan haklarını savunan, katılımcı bir süreçle hazırlanacak gerçek bir İklim Kanunu istiyoruz ve bunun için mücadele etmeye devam edeceğiz.

- Bölgemizde Kaz Dağları, Madra Dağı, Murat Dağı, Efemçukuru, Kozak Yaylası başta olmak üzere ülkemizin dört bir yanında iktidarın da desteği ile kontrolsüz bir şekilde yürütülerek doğayı katleden vahşi madencilik ve taş ocaklarının faaliyetlerinin durdurulması ve bu faaliyetler sonucutahrip edilmiş bölgelerin doğaya kazandırılması için toplumsal baskı oluşturarak mücadelemize devam edeceğiz. Bu noktada vahşi altın madenciliğine karşı bir dayanışma hareketi olarak gelişen ve EGEÇEP’in kurucu bileşenlerinden birisi olan ELELE Hareketinin canlandırılması önümüzde bir görev olarak durmaktadır.

-  İktidar doğayı talan eden projelerde kamu gücünü kullanarak halkı mülksüzleştirmekte, şirketlere mülkiyet devri yapma yoluna sıkça başvurmaktadır. Acele kamulaştırma, rezerv ve riskli alan ilanları, ÇED kararları, imar ve çevre düzeni planı değişiklikleri, halka ve doğaya bir saldırı olarak gelişen bu sürecin temel hukuki araçları haline gelmiştir. Son yıllarda ise bunlara özellikle “ÇED gerekli değildir” ve “ÇED muafiyeti” gibi çevresel denetim mekanizmalarını devre dışı bırakan hukuki düzenlemeler eklenmiştir. Buna ek olarak 2009/7 sayılı genelge ile ÇED kararlarının hukuki denetimi fiilen ortadan kaldırılmıştır. Bu uygulamalara karşı hukuki mücadele yürütmek isteyen kişi ve kurumlar ise, yüksek dava masraflarıyla karşı karşıya kalmaktadır. Çevrenin ve doğanın korunması devletin temel sorumluluğuyken, bu görev yaşam savunucularının omuzlarına yüklenmiştir. Hukuksuz müdahalelere karşı açılan davaların masraflarının kamu tarafından karşılanması, acilen çözülmesi gereken bir mesele olarak görülmelidir. 2009/ sayılı genelgeye karşı ve çevre davalarının kamu davası sayılarak masraflarının kamu tarafından üstlenilmesi mücadelesi, önümüzdeki dönemde ekoloji hareketinin önemli gündemlerinden biri olmalıdır.

-  İklim krizine yol açan fosil yakıt endüstrisinin başında gelen kömür işletmeleri ile termik santrallere teşvikler sağlanmaya devam ediliyor. Son olarak Aliağa’da bulunan İzdemir Enerji Santrali- II'ye Anayasa Mahkemesi ve İdare Mahkemesi kararı yok sayılarak Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) olumlu kararı verildi. İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından 2014 yılından bu yana birinci sınıf gayrisıhhi açılma ruhsatı olmadan çalıştığı tespit edilen ve mühürleme işlemi yapılmış olmasına rağmen çalışmaya devam eden santral kapatılmalıdır.Anayasa ve yasalar yok sayılarak, Aliağa’nın ve bölgenin yaşamının kirlenmesi umursanmadan Termik Santralın çalıştırılmasına sessiz kalmayacağız. 35 yıl önce olduğu gibi sağlıklı yaşamdan yana olan herkesle ortaklaşarak, termik santralın bacası tütmeyinceye kadar mücadelemizi sürdüreceğiz.

- İzmir’in ürettiği günlük yaklaşık 5 milyon ton çöpün büyük çoğunluğu, çoktan ömrünü tamamlamış olmasına rağmen hâlen Harmandalı çöp toplama alanına dökülmektedir. Harmandalı daha önce acı bir şekilde tecrübe edildiği gibi, aşırı yağış ya da depremin tetikleyeceği bir heyelan tehdidi altındadır. Bu bir çevre sorunu olduğu kadar, bir kent adaleti sorunudur. Harmandalı’nın İzmir’in çöp alanı olmaktan kurtarılması ve doğa tahribatına yol açmayacak bir yerde ve uygun teknolojinin kullanıldığı atık tesislerinin devreye sokulması için, katılımcı bir biçimde hazırlanıp uygulanacak acil bir eylem planı hayata geçirmelidir. Bu noktada mahkeme kararlarına rağmen hem yerel yönetim hem hükümet nezdinde yaşanan duyarsızlığa karşı mücadeleye devam edeceğiz. Ayrıca atık yönetimi ve geri dönüşüm uygulamaları konusunda yerel yönetimleri destekleme ve toplumu bilinçlendirme yönünde çalışmalar sürdürecek ve ülkemizin çöplüğe dönüşmesine neden olan çöp ithalatının durdurulması için kararlılıkla çalışacağız.

- Dünyanın en verimli ovalarından birisini barındıran Gediz havzası, bir yandan kurşun fabrikası, bir yandan nikel madenleri, bir yandan biyokütle santralleri tarafından hızla kirletilmekteyken, son dönemde gündeme gelen sanayi yatırımları ve toryum, zirkonyum gibi nadir toprak elementleri için sürdürülecek madencilik faaliyetleri havzanın tümü için felaket anlamına gelecektir. Bu kabul edilemez girişimin önlenmesi için EGEÇEP, bölgedeki bileşenleriyle birlikte yöre halkı ve diğer çevre örgütleriyle dayanışma içinde mücadeleye devam edecektir.

- Ülkemiz, kullanmakta olduğumuz maksimum enerjinin iki katından fazla kurulu güce sahiptir. Buna karşın hala yeni santraller kurulmaktadır. Bununla birlikte sermaye yeşil enerji denilen yenilenebilir enerjiyi de doğal dengeyi ve dünyamızın geleceğini korumanın değil zenginleşmenin bir imkânı olarak görmektedir. Hükümet teşviklerle, kredilerle, alım garantileriyle, kolaylaştırdığı lisans ve ÇED süreçleriyle sermayenin doğa talanının önünü açma görevini üstlenmiştir. Manisa’nın veİzmir’in en verimli tarım arazileri jeotermal enerji santrallerinin tehdidi altındadır. Eğer dur demezsek Aydın’da inciri yok eden jeotermal enerji, bu bölgelerde de üzümü, zeytini aynı kadere mahkûm edecektir. Bir başka sözde yeşil enerji kuşatması da Karaburun başta olmak üzere İzmir Yarımadasında, rüzgar ve güneş enerji santralleriyle yaşanmaktadır. Karaburun’un yüzölçümünün yüzde 85’i enerji üretimi projelerine tahsis edilmiştir. Mera, tarım alanı ya da “özel çevre koruma bölgesi” olmasına bakmaksızın yeni projelere lisans verilmekte, mevcut lisans sahaları “birleşik yenilenebilir enerji santralleri”ne dönüştürülmektedir. Karaburun’un eşsiz habitatı, biyoçeşitliliği rüzgâr enerji santrallerinden sonra köylerin etrafını çevreleyen aynalar gibi güneş enerjisi santrallerinin tehdidi altındadır. EGEÇEP tüm bunların nedeninin enerji ihtiyacı değil sermayeye kaynak aktarmak olduğu görüşündedir.Daha fazla santral kurulmasından vazgeçilmeli, enerji, kamusal ve yerel olmalıdır.

-  EGEÇEP’in diğer çevre örgütleri ve duyarlı yerel yöneticilerle birlikte ortaya çıkarıl-masından bu yana her aşamasını takip ettiği, İzmir’in tam ortasında, Gaziemir ve Karabağlar ilçelerinin arasında yer alan Aslan Avcı Kurşun fabrikasındaki nükleer atıklar sorunu, son yaşanan gelişmelerle birlikte yeni bir boyut kazanmıştır. Gizli saklı yürütülen ihalelerin sonuçlanmasının ardından geçen yıl başlayan sözde temizleme ve bölge ıslah çalışmalarıyla birlikte, yaklaşık 550 kilogramı radyoaktif olmak üzere 3500 ton tehlikeli atık, nereye ve nasıl götürüldüğü belli olmadan, bilimsel olmayan metotlarla eski fabrika sahasından çıkarılmıştır ve çıkarılmaya devam etmektedir. Radyoaktif tehlike karşısında bu vurdumduymaz ve bilim dışı yaklaşım, ülkemizde gündemde olan nükleer santraller karşısındaki endişemizi de haklı çıkarmakta ve derinleştirmektedir. EGEÇEP önümüzdeki dönemde ülke çapında nükleer karşıtı mücadeleyi büyütmek için çaba gösterecek, İzmir’deki radyoaktif tehlikenin takibi konusunda üzerine düşeni yerine getirecektir.

- Savaşların en büyük ekolojik yıkım sebebi olması gerçeğinden hareketle, EGEÇEP barıştan yana tutumunu hatırlatma ihtiyacı duymaktadır. Bununla birlikte ülkemizde son dönemde gündemdeolan “sürecin”,özlemini çektiğimiz çatışmasızlık ortamı ve barışın inşasına fayda sağlaması ve siyasetin kirli amaçlarına değil halkların kardeşliğine hizmet etmesi için, şeffaflıkla ve kamuoyuna açık bir şekilde yürütülmesi gerektiğini belirtmek önem taşımaktadır. EGEÇEP insanın sadece insanla değil doğayla da barışı anlamına gelen ekolojik barıştan yanadır ve sermayeye karşı mücadele etmeden böyle bir toplumsal yaşamın inşasının mümkün olmadığını vurgulamaktadır.

-  Ülkemizde yoksulluğun derinleşmesiyle birlikte sağlıklı ve yeterli gıdaya ulaşmaken temel mesele haline gelmiştir. Milyonlarca insanımız sadece ucuz olduğu için besin değeri düşük, sağlıksız koşullarda üretilmişgıdalara mahkûm olmuştur. Temelinde yatan toplumsal eşitsizlikle birlikte, tarımsal üretimde yaşanan çöküş, tarım arazilerinin her geçen gün yapılaşma, sanayi ve madencilik faaliyetleri uğruna gözden çıkarılması, dünya ölçeğinde esas tarımsal gıda üreticisi olan küçük çiftçiliğin yok edilmesi bu sorunu daha da derinleştirmektedir. EGEÇEP önümüzdeki dönemde gıda güvenliğini ve sağlıklı gıdaya erişim hakkını bir mücadele başlığı olarak gündemine alacaktır.

-  Hükümet sokak hayvanlarını bir halk sağlığı ve toplum güvenliği sorunu olarak görmekte, bu sorunun çözümü olarak itlaf etme ya da barınaklara hapsetme dışında bir çözüm geliştirmemektedir. Oysa sorun, her canlı kadar yaşam hakkı olan sokak hayvanlarının sağlıklı bir ortamda yaşama hakkı ve bu hakkı gözeten bir kent demokrasisi sorunudur. Evcil hayvanların üretimi, satışı, izlenmesi ve sorumluluğunun üstlenilmesi konusunda ciddi adımlar atmayan hükümet, can dostlarımızın insanlık dışı yöntemlerle sokaklardan yok edilmesinde çözüm aramaktadır. Doğadaki her canlı için yaşam hakkının koşulsuz savunucusu olan EGEÇEP, hükümetin bu girişimlerine set çeken hayvan hakları mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olduğunu bir kez daha ilan eder.

- Anayasa’nın ve Kıyı Kanununun ilgili maddelerine rağmen, kıyılarımız herkesin serbestçe, eşit ve ücretsiz olarak erişebilmesini engelleyecek şekilde, irili ufaklı turizm işletmelerinin, özel mülkiyetin ve yazlık sitelerin ciddi ölçekte işgali altındadır. Deniz ve karanın buluşma noktası olan eşsiz kıyı ekosistemlerimiz dev otel inşaatları tarafından geri dönüşü olmayacak şekilde yok edilmektedir. EGEÇEP sadece kamusal bir hakka sahip çıkmak için değil, kıyılardaki tüm canlı ve cansız varlıkları korumak için bir araya gelen Kıyı Hareketleri Dayanışma Ağı ile birliktekıyıların işgaline karşı mücadele edecektir.

- Kapitalist sistemtüm canlıların yaşamı için olmazsa olmaz bir doğal varlık olan suyu insanın ekonomik faaliyeti için bir kaynak olarak görmekte ve ticari bir meta haline getirmektedir.Su tüketiminin çok büyük bir oranı endüstriyel tarım ve hayvancılıkta, sanayide ve madencilik faaliyetlerinde gerçekleşmektedir.

Ekolojik mücadele insanın sağlıklı bir çevrede yaşama hakkıyla birlikte tüm canlıların yaşam hakkını savunma mücadelesidir. Yaşam alanlarının korunması için bu mücadeleyi daha örgütlü bir şekilde sürdürmek, 20. yılında EGEÇEP ve bileşenlerinin temel sorumluluklarından biridir. 

EGEÇEP ve bileşenleri olarak, doğanın sahibi değil yalnızca bir parçası olduğumuzun bilinciyle hareket ediyoruz. İnsanlar kadar diğer canlıların da yaşama hakkı olduğunu kabul ediyor ve yaban hayatının, ekosistemlerin korunması için toplumsal, demokratik ve hukuki mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğimizi kamuoyuyla paylaşıyoruz.