Ceza Muhakemeleri Kanunu’’nun 102. Maddesinin yürürlüğe girmesinin ardından serbest kalan Hizbullah örgütünün liderleri kayıplara karıştı. Kamuoyu, 188 kişiyi domuz bağı ile bağlayıp öldüren ve her biri ağırlaştırılmış ömür boyu hapse mahkum edilmiş bu katillerin salınması ve kaçmaları üzerine çok rahatsız oldu. AKP iktidarı her zaman yaptığı, sanki muhalefet partisiymiş gibi bu büyük suçu başkalarının üzerine atma gayreti içine girdi ve yargıyı suçladı.

Halbuki bu günden birkaç yıl önce AKP tarafından çıkarılan ’“Pişmanlık Yasası’” gereğince 2 bin kadar Hizbullah militanı salıverilmişti ve bu vahim olay kamuoyunun gözünden kaçırılmıştı. Bu militanlar Mustazaf-Der, Rahmet-Der, İlim-Der adlı derneklerde örgütlendiler ve Hizbullah Terör Örgütünün yeniden yapılanmasının önünü açtılar.

Esas amacı mevcut Demokratik Rejimi yıkmak olan bu örgütün liderleri, avukatları, sözcüleri son günlerde çeşitli kanallarda yapılan yayınlara katılıyorlar. Görevleri; Türkiye Cumhuriyetini ve mevcut Demokratik Parlamenter rejimi korumak olan Cumhuriyet Savcıları, Devletin Güvenlik ve İstihbarat Birimleri, Valiler, Kaymakamlar, Emniyet Müdürlerinin tamamı ’“tiyatro seyreder’” gibi bu olayları seyrediyorlar. Yani Anayasal görevlerini yerine getirmiyorlar’…

Tüm bu yıkım hareketleri örgütlenme ve propaganda çalışmaları saklı gizli de olmadı. Televizyon yayınlarına çıktılar. TBMM’’ni tanımadıklarını söylediler. Milletvekili seçilirlerse Laik Cumhuriyet ve Atatürkçülük adına yemin etmeyecekleri ifade ettiler. Demokratik Parlamenter Rejimi ve Kemalizm’’i yıkacaklarını haykırdılar. İran İslam Cumhuriyeti tipi bir devrimi(!) halkımızı kışkırtarak gerçekleştireceklerini ağızlarından salyalar akıtarak küstah bir tavırla açıkladılar’…

Hizbullahçılar, Şanlıurfa’’da bir ilkokula giden kız çocuklarını tesettüre sokarak, sıkmabaşla ilkokula girmeleri için sürekli eyleme başladılar’…

AKP İktidarıyla beraber sadece Hizbullah değil, Demokratik Parlamenter Rejime ve Laik Cumhuriyete açıkça karşı olduklarını ve bu rejimi yıkmak için çalışacaklarını söyleyen cemaat ve tarikatlar da başkaldırdılar ve ne anlam ifade ettiğini hala anlayamadığım ’“Kanaat Önderi’” ismi altında devletin her kademesinde itibar görmeye başladılar’…

Bunların içinde, devletin en hassas kurumlarında kadrolaşanlar, kendi amirinden çok bağlı oldukları cemaatin imamlarından aldıkları talimatlara göre hareket etmeye başlamışlardır. Bununla yetinmeyen bu militanlar, devletin belli birimlerinde yuvalandıktan sonra insanlara tuzak kurmaya, sahte belgelerle insanların hayatlarını karartmaya, Cumhuriyet Savcılarını ve TSK mensuplarını tehdit edip sindirmeye çalıştılar’…

Tüm bunların yanında PKK terör örgütü, herkesi kendi gibi aptal sanarak, kış aylarına girerken sözüm ona ’“ateşkes’” ilan etti. Her yıl yaşadığımız aynı terane artık kabak tadı verdi. Kışın nasılsa bir eylem koyamıyorlar, o zaman kış başlarken ateşkes ilan edilsin, yaz başı tekrar eylemlere ve öldürmeye devam’…

Geçen hafta Abdullah Öcalan’’ın avukatları PKK ile Gülen cemaatinin işbirliğini Türk kamuoyuna duyurdular. İki gün önce de PKK ve Hizbullah beraber hareket edeceklerini açıkladılar’…

PKK ve yukarıda bahsettiğim cemaat ve tarikatların iki önemli ortak özellileri vardır;
*Birincisi, bunların tümünün hedeflerinde; Demokratik Parlamenter Rejimi, Laik Cumhuriyeti yıkıp kendi kafalarındaki devletlerini kurmak vardır. Kimi, İran İslam Cumhuriyeti gibi bir devlet ister, kimi bağımsız kürdistanı kurup, babaları Barzani’’nin kucağına gitmek ister, kimi de Afganistan’’daki Taliban tipi bir devlet isterler. Ve amaçlarına ulaşmak için her yolu mubah sayarlar. İnsan öldürmek, çalmak, soymak, ihanet etmek dahil’…

*İkinci ortak özellikleri; Bunların hepsi demokratik sistemin zaaflarından yararlanarak bu örgütlenmelere gitmişler ve hepsi de çok zengin olmuşlardır. Kiminin İsviçre bankalarında Milyarlarca dolar hesapları vardır, kimi 15 Milyon Dolarlık zırhlı arabaya biner, kimi de saray gibi evlerde otururlar. Hiç biri tek kuruş vergi vermezler’…

Yazımızın başlığına gelince; Tüm bunlar Türk Milletinin gözü önünde oluyor ve her gün Cumhuriyetin damarları bu şebekeler tarafından birer birer koparılıyorsa, Anayasa’’nın kendilerine verdiği görevi yapmayanların tek söyleyecekleri şey ’“Siyasi İradenin kendilerini engellediği yönünde olacaktır.
Bu açıklama, görevini bugün yapmayanları kurtarmaz ve kim ki AKP İktidarına güvenip, nasıl olsa bize kimse hesap soramaz diye düşünürse yanıldığını yakın zamanda anlayacaktır.

İşte AKP İktidarı, demokrasin aracına binip, kafasındaki rejime gidebilmek için devleti böyle felç etti.

Bu yapılanlar Türk Milletinin gözü önünde yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Bu çabaların çıkacağı tek yol vardır. Onun adı da Yüce Divan’’dır.
PKK ile beraberce yol haritası düzenleyen ve tüm bu cemaatlerin bölücü-yıkıcı faaliyetlerini görmezden gelen AKP İktidarı, hastanedeki odasında yatmakta olan Prof. Dr. Mehmet Haberal’’ın odasını Adalet Bakanlığı müfettişleri, Polisler ve istihbaratçılarla beraber bastı. Canı ile uğraşan bir bilim adamının odasını saatlerce dolduran bir sürü adam, hijyen kurallarını ve hasta haklarını ihlal ederek Haberal’’ı daha da hasta ettiler. Haberal makineye bağlanmak zorunda kaldı..

Devlet düşmanlarının her yerde fink attığı bu ortamda Türkiye’’nin gururu bir bilim adamına reva görülen muameleye bakar mısınız?

Yazıyı Aşık Mahzuni Şerif’’in bir dörtlüğüyle yazımıza son verelim;
Yuh yuh soyanlara/ Soyup kaçıp doyanlara/İnsanlara kıyanlara/Yuh nefsine uyanlara, yuhhh’…