Yazımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz;
*DP döneminde 6-7 Eylül olayları olmuştur;
Tarihsel olayların hiçbiri bir geceden ertesi sabaha ortaya çıkmaz. Bunların her biri uzun soluklu oluşumların, planlı programlı stratejilerin sonucudur. Yani 1955 yılı 6 Eylülünde olan müessif olay, o günün eseri değildir. Bu olayın arkasındaki tertipleri çok iyi analiz etmemiz gerekmektedir.
Orta-Doğu, geçmişte Uzak-Doğu’’ya giden ticaret yolları nedeniyle önemli bir jeopolitik konuma sahipti. Süveyş kanalının açılmasıyla bu önem katlanarak artmıştı. 20. Yüzyılın getirdiği teknolojik gelişmeler sonunda, petrolün en stratejik enerji kaynağı haline gelmesiyle Orta-Doğu’’nun önemi çok farklı boyutlara ulaşmıştır. Avrupa’’nın petrol ihtiyacının yüzde 74’’ünü, sadece Almanya’’nın ise yüzde 90’’a yakınını bu bölgeden karşıladığı göz önüne alınırsa, Orta-Doğu’’nun önemi daha açık anlaşılacaktır. O günlerde, stratejik olarak Akdeniz’’in ve Orta-Doğu’’nun kilit noktalarından biri Kıbrıs adası idi.
Bu ortamda Kıbrıs Türk ve Rum Halkları İngiltere’’den ayrılarak bağımsız bir devlet olmak için beraberce bir mücadeleye başlamışlardı. İlk dönemde amaç, bağımsız Kıbrıs’’tı ve ada halkı beraberce mücadele ediyorlardı. İngiltere, Orta-Doğu’’daki çıkarları açısından Kıbrıs’’tan vazgeçmek istemediği için, ’“Böl ve Yönet’” politikasına başvurarak, Rumlara ’“Eoka’’yı’” kurdurdu ve ada halkını birbirine düşürdü.

İngiltere’’nin bundan sonraki adımı ise 6-7 Eylül olayları için ’“Türk Gladyosunu’” yönlendirmek oldu. İngilizler, Türk Gladyosunu, İstanbul’’da yapılacak bir gösterinin, devam etmekte olan Kıbrıs görüşmelerinde Türkiye’’ye güç sağlayacağına, öte yandan İstanbul’’daki Rum Burjuvazisinin hiç olmazsa bir kısmının Türkiye’’yi terk edeceğine, bir taşla iki kuş vurulabileceğine ikna etti.

İngiltere ayrıca, olayların büyümesiyle Cumhuriyetin kurulmasından beri sorunsuz devam eden Türk-Yunan münasebetlerinin bozulacağını, bu şekilde Nato’’nun en stratejik bölgesinde meydana gelebilecek çatlağın, ABD’’nin Orta-Doğu’’daki etkinliğini de kıracağını hesaplıyordu.

Olaylar tam da İngilizlerin istediği gibi gelişti. Türk Gladyosu günler öncesinden hazırlandı. İstanbul’’a yağmacıları topladı. Olayları başlatacak fitil ise her zaman, her kesimin acımasızca kullandığı Büyük Atatürk oldu.

6 Eylül 1055 günü, saat 13.oo haberlerinde, Ata’’nın Selanik’’teki evinin bombalandığı haberi verildi. Gazeteci Gökşin Sipahioğlu’’nun yönettiği ’“İstanbul Ekspres’” gazetesi anında ikinci baskı yaptı ve sokaklarda dağıtılmaya başlandı. Akşama doğru da facia gerçekleşti.

6-7 Eylül olaylarından kısa bir süre sonra, İngiltere ve Fransa ABD’’den ayrı olarak, Süveyş kanalı için Mısır’’a saldırdılar. Aynı dönemde, İngiltere Türkiye’’yi ikna ederek Irak’’la ’“Bağdat Paktı’’nı’” kurduracak ve Menderes’’in ABD ile ilişkilerinin ciddi şekilde bozulmasına neden olacaktır.

6-7 Eylül olaylarında, maalesef Türk Hükümeti vahim bir hata yapmıştır. Daha doğrusu kendisi için hazırlanan tuzağa düşmüştür. Böylece sırtımıza hep taşıyacağımız bir ayıp yüklenmiş oldu.

*DP Kore’’ye Türk Askerini göndererek, yüzlerce şehit verilmesine neden olmuştur;
Demokrat Parti’’nin iktidara geldiği dönemde Sovyetler Birliğinin Türkiye üzerindeki ağır baskısı devam ediyor, Türkiye 2.Dünya Savaşında küstürdüğü Batı’’ya sığınmak, Nato’’ya üye olmak için çırpınıyordu. Dış Politika konusunda, yeni hükümet olan DP ile CHP arasında bir görüş ayrılığı yoktu. Kore’’ye asker gönderilmesinde CHP’’nin itiraz ettiği konu, Meclis kararı alınması yönündeydi, ve CHP bu konuda haklıydı. Ne Sayın İnönü ne de CHP, Kore’’ye asker gönderilmesine karşı çıkmadılar.

*DP, CHP’’nin mallarını haczederek, hazineye kaydeder;
1950-1954 arasında muhalefet ile iktidar arasında en büyük sorun CHP malları yüzünden yaşanmıştır. CHP tek devlet partisi olduğu dönemlerde, devlet binalarına yerleştirilmiş ve bu binalar CHP binası olarak tanınmaya başlanmışlardı. 1950’’den sonra DP, CHP’’nin devlete ait bu binaları terk etmesini istedi. Bu ise CHP ve medya tarafından, ’“CHP’’nin malları elinden alınıyor’” şeklindeki kampanyalara dönüştü.

*DP döneminde, Tahkikat Komisyonu kuruldu;
Çok partili siyasi hayata geçişte tercih edilen seçim sistemi, anayasa’’nın genel yapısına uygun olmayan ’“geniş bölge çoğunluk sistemi’” olmuştu. Her İl’’in bir seçim bölgesi sayıldığı ve o ilde 1 fazla oy alan partinin bütün milletvekilliklerini kazandığı sistem nedeniyle, 1950’’den itibaren TBMM’’de bir eksik temsil sorunu yaşanmıştır. Oyların %39.9’’unu alan muhalefet 69 Milletvekili çıkarırken, %53.3 oy alan iktidarın 408 milletvekiline sahip olması, TBMM’’de muhalefetin sesini ve gücünü azaltmıştır. 1927 sayılı Meclis İçtüzüğünün de Muhalefet-İktidar ilişkilerini düzenleyen bir yapıya sahip olmaması, Meclis çalışmalarında muhalefetin etkisini yok etmiş, iktidar her konuda dilediği kanunu çıkartabilme gücüne sahip olmuştur. TBMM’’de muhalefetin bu derece önünün kapanması, muhalefetin Meclis dışına çıkmasına, sertleşmesine, hırçınlaşmasına ve Kasım Gülek tarzı particiliğe neden olmuştur. Bu durum, gerek DP gerekse CHP içindeki muhalefetleri güçlendirmiştir. 1957 seçimlerinden sonra 5.Menderes kabinesinin ancak 1 ayda kurulabilmesi, parti içi muhalefetin boyutlarını göstermektedir. CHP’’nin sert muhalefeti bir süre sonra iktidarı da keskinleştirmiştir. Ülkede demokrasi geleneği olmaması sonucu giderek baskıcı bir eğilim içine giren DP, en sonunda TBMM Tahkikat Komisyonu’’na muhalefetin ve basının yıkıcı faaliyetlerini tahkik etmek üzere olağanüstü yetkiler verecek kadar kontrolsüzleşmiştir.

Tahkikat Komisyonu gibi bir uygulama DP’’nin en büyük yanlışıdır. DP yargılanacak idiyse, Anayasayı İhlal suçunu oluşturan bu uygulamasından dolayı, sadece bu kanuna imza ve oy verenler yargılanmalıydı.

Bütün bunları, birilerini aklamak veya karalamak için yazmadım. İsteğim, geçmişteki her olayın, o zamanın şartlarını göz ardı etmeden değerlendirilmesi ve cevap vermesi mümkün olmayan insanlara hakaret edilmemesidir. Gün politika yapıp sahip olduğumuz fikirlere prim sağlama günü değildir. Ülkemiz ilk kez Cumhuriyetin kuruluş değerlerine açıkça karşı olduğunu söyleyen ve bu eylemi sebebiyle Anayasa Mahkemesi tarafından mahkûm edilen bir siyasi parti(Cemaatler Birliği) tarafından yönetiliyor. Ayrıca, utanmadan ’“Demokratik Özerklik’” yani ülkenin bölünmesi talebine ses çıkaramayan, aksine bunun pazarlığını yapmaktan çekinmeyen bir anlayışla karşı karşıyayız. Hedefleri İslam Cumhuriyeti ve Sevr’’dir. Adım adım mesafe alıyorlar. Şimdi sağlam durmak zamanıdır. Kaybedecek, kenara itecek bir tek insanımız bile yoktur.

Aydınlarımıza düşen görev, herkesin kendileri gibi düşünmesini beklememek, karşı düşüncelere saygılı olmak ve insanlarımıza doğruları bıkmadan usanmadan anlatmak ve sahillerin aydınlığı ile tüm ülkeyi kaplamaktır.

Ölçümüz şu olmalıdır; Atatürk’’ü sevmek, devrim ve ilkelerine inanmak, laik Demokratik ve Sosyal Hukuk Devletine bağlı olmak, çağdaşlığa, zenginliğe ulaşmak için çalışmak, kişi hak ve özgürlüklerini çağdaş demokrasilerdeki seviyeye çıkarmak, ve inancını sadece Allah rızası için yaşayan dindar insanlarımızı bu seccade şeytanlarının elinden kurtarmak olmalıdır. Bu da çok zor bir yoldur. Ancak yurtseverlerin ve tarihteki son Türk Devletini korumayı görev bilenlerin geçebileceği bir yoldur. Geçmişe saplanıp kalanların geçebileceği yol değildir bu yol. Onlar gölge etmesinler yeter’…