Aslında farkında olsak da, olmasak da çevremizdeki pek çok kişinin hayatına her daim karışıyoruz. Hele ki, bu kişiler daha çok 'çocuklarımız' oluyor. Bir gün oğlumun bana dönerek: 'Doğmadan önce bana kim olacağımı ve bütün bunlara nasıl ulaşacağımın senaryosunu yazmıştın?' değil mi diye bir soru yöneltmişti. İlk önce bu soruyu duyduğum da çok iğneleyici ve sorgulayıcı gelmişti. Ancak zaman için de onun ne kadar da haklı olduğunu anlamıştım.
Evet, oğlum çok haklıydı, anne karnına düştüğü andan itibaren hatta 'erkek' bir çocuk dünyaya getireceğimi öğrendiğim andan itibaren, giyeceği 'kot pantolonu', 'ekoseli gömleği','cırcırlı spor ayakkabısını' onun üzerine oturtmuştum. Kendim yıllar boyunca yabancı dil sorunu çektiğim için, oğlumun bunları yaşamasını istemiyordum. Bu nedenle bir değil, iki yabancı dil bilecekti. Bu nedenle bu imkanı ona verecek bir okul vardı İzmir'de, 'Fransız Lisesi', böylelikle hem Fransızca hem de İngilizce öğrenecekti… İkinci dili belki çok iyi olmazsa sorun yoktu, onu Ankara'da Bilkent'te gönderebilirdim. Burada İngilizceyi çok iyi öğrenirdi. Benim 'oğlum' diplomat olabilirdi. Çünkü, o dönemlerde Türkiye'nin ilk kadın valisi Lale Aytaman'ın eşi Reha Bey ile tanışmıştım. O, bir büyükelçiydi. Çok kibar bir kişiydi, işte oğlum tam bu adama benzeyebilirdi. Büyükelçi olmazsa ne olurdu, ikinci tercihim bile hazırdı. Muğlalı bir profesör tanıyordum. Kendisi Brüksel'de İnsan Hakları Mahkemesinde üst düzey bir yargıçtı ve doğal olarak da çok başarılı bir hukuk profesörüydü. Evet oğlum, bu kişi gibi de olabilirdi. Onun mesleği ile ilgili tüm düşüncelerim tamamdı, sıra gelmişti 'evliliğine'. Harika, senaryomu devam ettirmeliydim çünkü, oğlumun çok mutlu olmasını istiyordum. Bu nedenle iyi bir evlilik yapmalıydı. Evleneceği kız, öyle sıradan birisi olmamalıydı. Bana biraz benzeyebilirdi, ne de olsa 'kayınvalide olacaktım'… Düşüncelerime artık ara vermek istiyorum izninizle, çünkü sizlerde bilirsiniz ki, hepimiz çocuklarımız ile ilgili küçük senaryoları şu ya da bu şekilde hayalimizde kurmuş, ya da kurmaya devam ederek bu filmi sil baştan bazen çevirerek oynarız ya da oynamaya devam ederiz.
Bir gün oğlumuz, ilk hayat 'başarısızlığına' uğrayıncaya dek. Oğlum, senaryomda yazdığım gibi oyununu oynadı, yani 'benim oyunumu'. Fransız Lisesi'nin orta üçüncü sınıfına gelince, başladı 'teklemeye', çünkü Fransızca çok ağır bir lisandı, okul oldukça disiplinliyi ve benim oğlum 'özgür ruhlu, asi bir çocuktu'. Sık sık disipline gidiyor, derslerine girmiyordu. Onu karşıma alıp neler olduğunu sorduğumda, doğal olarak onunla ilgili beklentilerimi de sıralamaya başlamıştım. 'Bak, ben senin için nelere katlanıyorum, okul taksisini ödemeye çalışıyorum, yemiyorum- içmiyorum sana bakıyorum' demeye… Oğlum beni 'dinledi, dinledi' ve sonunda bana:'…Bunları ben mi istedim senden' dedi.
Hayatın ikinci darbesini de böylelikle yaşamıştım. 'Nasıl yani, bütün bunları oğlum istemiyor muydu?'', 'nasıl böyle düşünebilir, ben onun için nelere katlanıyorum….' derken, 12 yaşındaki bir çocuğun duyguları ile yüz yüze kalmıştım. Ona 'seçme hakkı'nı bile vermeden benim istediklerimi oynama özgürlüğü vermiştim. Sadece benim istediklerimi yapabilirdi, çünkü ben onun annesiydim ya da ebeveyni, onun iyiliğini isterdim doğal olarak; yaşamda acı çekmemeliydi, benim yaşadıklarımı yaşamamalıydı. Şimdi geriye baktığımda ne kadar hata yaptığımı çok iyi biliyorum ama iş içten geçti…
Yıl 2014 ve geldik bugünlere, 10-12 yaşındaki çocuklara verilen 'seçme hakkı'ndan söz ediyoruz . Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne bakarak (Madde 14,Madde 29 vb)'..çocuğun kendi anne-babasının kültürüne ve değerlerine göre olmasını emrediyor' maddesine dayanarak ebeveynlerin çocuklarını kendi kültürel, dini, felsefi, siyasi tercihlerine göre yetiştirmelerinin onların doğal hakları olduğunu konuşuyoruz da, nedense bir gariplik var gibime geliyor alınan kararlarda.
Önce kılık kıyafet serbest bırakıldı; ama neredeyse Türkiye'nin tamamında anne-babalar okul formasıyla eğitime devam edilmesini tercih ettiler. Devlet Baba dayatması, bunun kararını anne-babalara, okul aile birliklerine bıraktı. Şimdi ise Bakanlık 'başı açık 'olma meselesinde de kararı 'ailelere' bırakıyor; kendisi düzenleyici emredici olmaktan çıkıyor, bir anlamda 'Çocuğunuz sizindir' diyor. Anne ve babaların bilinç düzeyleri, eğitim düzeyleri, dünyaya bakış açıları nasıl? Ne kadar doğru kararlar alabilecek düzeydeler? Böyle bir uygulamaya gidilmesi durumunda yıllar sonra neler ile karşılaşacağız? Bu yeni oluşum acaba gerçek Türkiye mi olacak? Yeni Türkiye nasıl bir Türkiye olacak? Alınan bu kararlar sonucunda, benim yaşadığım acı deneyimlerde olduğu gibi 'keşke, böyle olmasaydı' diyebilme şansımız olabilecek mi? Yoksa yol yakınken mi Türkiye gerçeğini bir kez daha düşünmek gerekiyor?
Bazı gazeteci arkadaşlarımız ortaöğretimde 'başörtüsü serbest' oldu tartışmalarını bu bir 'oyun, iktidar gündem değiştirmeye çalışıyor' dese de, ben de diyorum ki: 'sanki biz mi acaba oyuna geliyoruzzzzzz?'
Haydi o zaman Devlet Baba: 'çocuk sağlığı, çocuk gelinler, çalışma hakları elinden alınan kadınlara, kadın çalışanlara yapılan haksızlıklara' yer ver ki, ben de bir kadın olarak bu ülkede benim 'haklarım' için de uğraşan bir 'hükümet var, arkamda' diyebileyim.
Yoksa maksadınız, toplumu istediğiniz şekle sokmaya çalıştığınız bir 'hamur' olarak mı görüyorsunuz ???..