İş dünyasında başarılı olan kişileri gördüğüm zaman hemen heyecanlanıyorum. Yıllar boyunca, akademik çalışmalarım nedeniyle mücadele verdiğim günler aklıma geliyor. Kadın ya da erkek fark etmiyor, bu kişilerin anılarını dinlemekten zevk alıyorum. Böylelikle hem Koç'luk yaptığım kişilere 'yaşanan başarı öykülerini' anlatıyorum hem de çeşitli dergi ve gazetelerde yazdığım yazılarda, bu kişilerin anılarını okuyucularımla paylaşıyorum.
Bazen, kadın olmam nedeniyle ayrımcılık yaptığım oluyor. Bu nedenle pek çok kişi, yine 'feministlik' yapıyorsun deseler de 'hümanist' birisi olduğumu iddia ederek, bildiğim yoldan şaşmıyorum.
Geçtiğimiz günler içerisinde bir sohbet toplantısında İzmir'de 60 fahri konsolosun 5'inin kadın olduğunu öğrendiğimde hem sevindim hem de üzüldüm. Üzüldüm çünkü, kadın sayısı çok azdı... Sevindim çünkü, Türkiye'de bile zaten çok az sayıda 'kadın fahri konsolos' var iken, İzmir'de toplamda beş kadının olması önemli bir farklılıktı. 'Afferin İzmir'e; harikasınız 'İzmir İş Kadınları' dedim içimden…
Dış İşleri mensubu olmayan 'Fahri Konsolos'lar, büyükelçilerin bulunmadıkları ülkelerde, o yabancı ülkenin işlerini yapan ve çıkarlarını gözeten kişidir aslında.. Genellikle, seçildikleri şehirde, sevilen ve sayılan kişiler arasından seçiliyor. Hırvatistan Cumhuriyeti İzmir Fahri Konsolos'u 'Candan Çorbacıoğlu' ile sohbet etmeye başlamadan önce, kafamda konuyla ilgili onlarca soru vardı.Bir kadın olarak, başarılı bir iş hayatınız var iken, çok önemli bir sorumluluğu neden üstlenmişti; bir kadın olarak karşılaştığı en büyük zorluk ne olmuştu; iki ülkenin dostluğunu sağlayabilmek için neler yapıyordu?
Candan Çorbacıoğlu, 2000 yılında Amway Şirketi adına Zagreb'de çalışmaya başladığında, bir gün İzmir ve Zagreb arasında 'dostluk ve ticari bağları' kurmak için görevlendirileceğini her halde hiç tahmin etmiyordu. Ülkeye gittiği günden itibaren, 'kanıma girmişti, bu ülke' diyordu. İnsanlar yabancı bir ülkeye gittiklerinde, her zaman nasıl karşılanacaklarını bilemeyebilirler. Bazen sohbet ederken oldukça soğuk,ruhsuz dediğimiz kişiler ile karşılaşabiliyoruz. Bazen de tam 'Akdeniz Ülkesi' insanı olmanın bir özelliği ile sımsıcak kişiler ile karşılaşıp, unutulmaz dostluklar edinerek ayrılıyoruz yanlarından. Candan Hanım'ım da Hırvatistan anıları böyle başlamış. Sanki kendini hep İzmir'de, Türkiye'de gibi hissetmiş, hiç yabancılık çekmemiş. Hırvatların meşhur 'kıymalı börek'lerinin kokusunu duyar duymaz, koşarak gitmiş hangi evin kapısı açık ise…
Hırvatistan, Makedonya, Sırbistan birbirlerine çok yakın ülkeler… Aslında bu ülkeler bizim için 'Suyun Diğer Tarafındakiler'. Bulgaristan,Romanya, Moldova, Arnavutluk, Bosna ve Hersek, Yunanistan, Kosova ve Karadağ..Tarih birliğimiz ile birbirimize her an temas içinde olduğumuz güzel ülkeler.
Düşünün Hırvatistan ile yakın ilişkimizi, Varna (1444) ve İkinci Kosova (1448) savaşı sırasında, Hırvatistan'ın güney bölümünü, Mohaç Meydan Savaşı'nda (1526) ise tamamı Osmanlı topraklarının hakimiyeti altına girmiş. İki ülke arasında çok sayıda ihraç ve ithal edilen ürünler yelpazesi var. Bu geniş ürün çeşitliliği ülkelerin ticari ve ekonomik gelişmesinde önemli mihenk taşını oluşturuyor. İki ülke arasında ayrıca KEK (Karma Ekonomi Komisyonu) protokolü her yıl çeşitli maddeler eklenerek imzalanıyor. Bu protokolde amaç; iki ülke arasındaki diyaloğun en üst seviyeye çıkarılması, iş çevreleri arasındaki temasların artırılması, düzenli fuar, sergi, sempozyumlara katılımların özendirilmesi.. Bazı firmalar Hırvat pazarına yıllar öncesinden girmişler bile. Örneğin; ENKA Holding-Hırvatistan'da yaklaşık değeri 1 milyar dolar olan Zagreb-Belgrad Otoyol'u tamamlamış Uzel Holding 2002'de tarihi-turistik Dubrovnik'te beş yıldızlı bir oteli faaliyete geçirmiş.
Candan Hanım ile konuşurken, iki ülke arasındaki yakınlığı daha iyi hissediyorsunuz. Zaten 2000 yıllarında, Zagreb'de Büyükelçi ile konuşurken: 'ülkenize hayran kaldım, bizlere ne kadar benziyorsunuz' diye başlayan sözleri, Büyükelçi'nin oldukça dikkatini çekmiş…O toplantıdan ayrıldıktan sonra, kendisine Büyükelçi'den 'Fahri Konsolos' olması için öneri geldiğinde, çekinmeden ve mutlulukla kabul etmiş.
2003 yılında 'İzmir Fahri Konsolos' olmasına yönelik Canan Hanım'a yapılan teklif, bürokratik ve diplomasi ilişkileri nedeniyle 2005 yılında ancak gerçekleşmiş. Bu süre içerisinde, Canan Hanım, Hırvatistan'da bir toplantıda Cumhurbaşkanı Stjepan Mesic ile karşılaşmış. Yanına koşarak gitmiş ve kendisini İzmir'e davet etmiş. Aslında, bu teklifin pek de onaylanacağını düşünmüyormuş. Çünkü, bir Cumhurbaşkanı'nın 'Fahri Konsolos' ofisini açmaya gelmesi pek alışılmış bir konu değilmiş. Ancak beklenen gibi olmamış. Canan Hanım'ı, Büyükelçilik'ten aradıklarında, Cumhurbaşkanı, çoktan yola çıkmış, İzmir'e yaklaşmış bile.. İlişkilerin bu yönde ilerlemesinde, 'kadın' olmanın çok büyük avantajları olduğuna inanıyor Canan Hanım.. Kadınların kendi doğalarında var olan, 'diyalog kurma', 'doğru kararlar alabilme', 'duygusal zeka'ya sahip olma gibi avantajları nedeniyle erkek meslektaşlarına göre daha başarılı olduklarını inanıyor ve keşke daha fazla sayıda kadın fahri konsolosumuz olsa diyor.
İki ülke arasındaki olumlu ilişkiler, Candan Hanım'ın iki ülke arasındaki özverili çalışmaları 13 Ocak 2013 tarihinde, bir devlet töreniyle taçlandırılıyor. Çok az kişiye verilen 'Dük Branimir Devlet Nişanı' bir kadına verilmesi nedeniyle de büyük bir onur kaynağı aslında. 1 Temmuz 2013 tarihinde Avrupa Birliği'ne giren 'Hırvatistan'ın gelecek günlerde izleyecek politikalara destek olması için Cumhurbaşkanı'nın bütün dünyadaki 68 Fahri Konsolos arasından, sadece iki kadından biri olan Candan Hanım'a güvenmesi, onun televizyon programlarında konuşma yapmasına izin vermesi, iki ülkenin birbirleri ile olan yakın 'dostluk' ilişkilerinin de bir göstergesi aslında..
Dünyada bazı ülkeler var ki, sanki hamurları birlikte karıştırıl ve yoğurulmuştur. Katılan hammadde'de aynı ölçüler vardır,bütün Rumeli göçmenlerinde olduğu gibi.. Bugün tesadüfen Buca'da 'Rumeli Balkan Türkleri Federasyonu' olarak toplanan, 48 dernek üyesinin başkanlarının bulunduğu bir 'iftar sofrası'nda hep birlikte, 'orucumuzu açarken', ellerimiz havada dua ederken ve şükrederken, garip bir duygu seline kapıldım.
Toplantıya katılanlar arasında 'gençler' çok daha fazlaydı. Anne ve babaları çok küçük yaşlarda gelmişlerdi Türkiye'ye..Bu gençler, burada, İzmir'de doğmuşlardı. Tek üzüntüleri vardı, büyükleri geçmişe ait onlara hiçbir şey anlatmamışlardı. Geçmişi bir 'tabu' gibi saklamışlardı. Ama şimdi onlar buradaydılar, hem bir yandan köklerini arıyorlardı, hem de bulundukları ülkenin varlığını kabul ederek yaşıyorlardı. Dernekleri aracılığıyla da, şehir hayatında söz sahibi olmak istiyorlardı. İşte bu noktada: 'kadının gücü' aklıma geldi.
Kadınlar eğer 'yönetim kademelerinde' daha fazla bulunurlarsa, 'ülkeler arasındaki konumlarda' daha fazla sayıda temsil edilirlerse, bir ülkede: 'demokrasi, eşitlik ve barış' daha mı sanki etkili olur dedim yüksek sesle.. Sizce?