Başbakan Erdoğan'ın bilmediği ve hala öğrenmek istemediği dünya ve siyaset gerçeği şudur;
Devletlerarası ilişkilerde geçerli olan tek kural 'Karşılıklı Menfaat'tir. Devletlerarası ilişkilerde ebedi dostluk ve ebedi düşmanlık asla yoktur.
Bugün ilişkileriniz iyi olabilir, ama yarın gerek sizin yönünüzden, gerekse komşunuzun yönünden oluşabilecek gelişmelerle ilişki bozulabilir.
Bu da gayet doğaldır… Bu ilişkinin içine 'Aile Hukuku' , 'Kardeşlik Hukuku' , 'Akraba Hukuku' gibi kavramları katar ve ülkenin dış politikasını bunlar üzerine inşa ederseniz, en kısa zamanda herkesle kavgalı duruma düşer ve gider duvara toslarsınız…
Türkiye'nin başına gelen de budur. Eğer bugün Türkiye; komşuları İran-Irak-Suriye ile savaşacak hale geldiyse bunun sebebi Gül-Erdoğan-Davutoğlu üçlüsünün akıl dışı-çağ dışı siyaset anlayışlarıdır.
Israrla söylüyor ve tarihe not düşüyorum; Bu durumun sorumluları bu üç kişidir.
Hem Türk Tarihi, hem Türk Yargısı, hem de Türk Milletinin vicdanında bunlar mutlaka hesap vereceklerdir.
'Devlet Adamı' konuşmasına,ilişkilerine, dostluklarına çok dikkat etmek zorundadır.
Siz, El-Kaide Terör Örgütünün ikinci adamının dizinin dibinde yere oturur ve o adama kutsal bir kişi muamelesi yaparsanız, o adamın yönettiği örgütün Afganistan'da, evde müzik dinleyip eğlenmekte olan 17 insanın kafalarını canlı-canlı kesmelerinin yanıtını hür dünyaya veremezsiniz.
Hür ve demokrat dünya size şüpheyle bakar. İstemeden hem kendinize, hem de milletinize çok zarar verirsiniz…
'Akraba' dediğiniz Arap Ülkeleriyle, gösteriş olsun diye vizeleri kaldırırsanız, ülkenize teröristlerin serbestçe girmelerine engel olamazsınız. Hem ülkenizin güvenliğinizi tehlikeye atarsınız, hem de ticari olarak büyük zararlara sebep olursunuz…
Hazırlanışı, kapsama alanı, hedefleri biraz aklı olan herkes tarafından bilinen Büyük Ortadoğu Projesine sadece 'Şahsi Prestij ve Şahsi Koruma' için eşbaşkan olursanız, ülkenizde misafir ettiğiniz kişilerin polislerinizi vurmalarına, insanlarınızı tehdit edip dolandırmalarına ses çıkaramazsınız.
Önünüze bir belge koyarlar ve size istediklerini seve-seve yaptırırlar.
Artık iradeniz sizin elinizde değildir. Sıkıntıdan birinizin bağırsakları, diğerinizin kulakları, ötekinin de sinirleri harap olur…
Ne yaparsanız yapsanız, modern propaganda taktiklerini çok paralar vererek uygulasanız da, millet nezdinde inanılırlığınız yavaş-yavaş aşağıya doğru inmeye başlar…
Oy alabilmek uğruna, devletin önemli birimlerini bir cemaatin
'Atatürk Düşmanı' elemanlarının eline verirseniz, belki geçici bir süre onları kullanabilirsiniz. Fakat en kısa zamanda o çete, silahını size çevirir. Hem çaresiz kalır, zavallı duruma düşersiniz, hem de günahsız insanları hapse attırarak,
kul hakkı yemiş olursunuz…
Bilinen hikayedir;
Çoban, dağda koyunlarını otlatırken bir yılan görür ve yuvasının önüne bir tas süt koyar. Sütü içen yılan, yuvasına döner ve ağzında bir altınla çıkar, süt kabına bırakır. Bu olay günlerce böyle devam eder. Çoban kasabaya ineceği gün oğluna hikayeyi anlatır ve aynısını yapmasını ister. Delikanlı, babasının dediğini yapar sütü verir altını alır. Fakat gençliğinin verdiği cesaretle; 'Yahu demek ki içeride hazine var. Niçin tek-tek alayım, yılanı öldüreyim hazinenin tamamını alayım' der.
Süt dolu tası bırakır, yılan sütü içerken arkasına sakladığı baltayı sallar. Yılan kendini kurtarırken kuyruğu kopar ama, delikanlıyı ısırır ve ölümüne sebep olur…
Çoban kasabadan dönünce olayı öğrenir, oğlunun kaybına içi yanar. Birkaç gün sonra koyunlarını otlatırken, yılan ağzında altın ile çıkagelir.
Çoban; Bende bu evlat acısı, sende bu kuyruk acısı varken artık eskisi gibi dost olmayız. Al altınını defol git, demiş…
Sayın Başbakan,
Zahmet olmazsa kim yılan, kim çoban lütfen onu da siz bilin.
Akrabanın akrabaya ettiğini, akrep etmezmiş değil mi? Siz bu akrabalarınızdan memnun musunuz?
Bunlara da Yasin El Kadı'ya-Gülbettin Hikmetyar'a-Halid Meşal'a kefil olduğunuz gibi kefil misiniz?...