Laik Cumhuriyet'i ve üniter devleti savunan modernist Türkler, islami bir düzen isteyen müslümanlar, demokratik özerklik talep eden Kürtler; Türkiye bu üç parçalı yapısı ve yol açtığı sorunlarla boğuşuyor.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuyla oluştuğu varsayılan fakat Osmanlı İmparatorluğu'nun son yüzyılından itibaren şekillenmeye başlayan toplumsal mutabakat, son otuz yıl içinde, gün be gün, çöktü veya çökertildi.
Toplumsal mutabakatın çökmesiyle ortaya çıkan toplumsal yarılma, kamusal yaşam alanını karıştırdı. Kamusal yaşam normlarının içi boşaldı. Ülke üç parça…
Türkiye'nin içeride ve dışarıda yaşadığı sorunlara bakarak, son otuz yıl içinde, ülkenin içinden geçtiği değişim sürecinin kötü yönetile geldiğini söylemek mümkündür.
İkibinli yıllar boyunca, yeni dünya düzeninin getirdiği kimlik siyaseti bağlamında, yeni iktidar zümresi tarafından bir yandan islami yaşam normları öne çıkarılırken, Kürtler ile de mutabakat koşulları müzakere edildi. Fakat sonucunda görüyoruz ki durum eskisinden daha iyi değil.
Bugün, yönetim zafiyeti sonucu ortaya çıkan koşullarda, Türkiye'nin önünde iki seçenek var; ya yeni bir toplumsal mutabakat oluşacak ve Türkiye bu krizden tek parça halinde çıkmayı başaracak, ya da ülke bölünecek ve herkes kendi yoluna gidecek.
İktidarın milli ve yerli olmak ile evrensel ve batılı olmak arasında sürüp giden yeni denge arayışları, 15 Temmuz'u izleyen günlerde, Atatürkçü laik kesimlere yöneldi.
Beklenmedik uzlaşma arayışı, Cumhuriyet devrimini, müslüman muhafazakarlar ile modern laikler arasında nasıl bir yere taşır, şimdiden kestirmek hiç kolay değil; fakat bu meselenin Türkiye'yi çok zorlayacağı muhakkak.
Bununla birlikte, her iki cenahın da uzlaşma fikrine sıcak bakması ülkenin selameti için kaçınılmazdır.
Atatürkçü laikler ile Müslüman muhafazakarlar arasında oluşan uzlaşma ikliminin şimdilik Kürt sorununda olumlu gelişmelere yol açtığını söylemek mümkün değil.
Gerek Türkler gerek Kürtler açısından, her iki cenahta da tırmanan milliyetçilik umut kırıcı.
Sorun şu ki, bütün tarafları bir araya getirecek uzlaşma zemini bir türlü oluşmuyor. Kürtler ile İslamcıların uzlaşmaya yakın oldukları dönemlerde Atatürkçü laikler tamamen dışlanmış durumdaydılar. Şimdi ise, Kürtler dışarıda tutuluyor.
İktidara tutunmanın avantajını elinde tutan müslüman muhafazakarlar, her koşulda yerini koruyor. Fakat bu tablonun akıllara getirdiği bir başka gerçek, müslüman muhafazakar cenahın herkesi bir araya getirecek bilgi ve beceriden yoksun olduğudur.
Atatürk'ü ve Cumhuriyet devrimini yerdiler olmadı… Şimdi de övüyorlar… Kürtler ile al gülüm ver gülüm günler bitti… Şimdi evleri başlarına yıkılıyor. Deneme yanılmayla ancak bu kadar oluyor.
1923'te kurduğumuz Cumhuriyet ile yolumuza devam edecek isek, yeni bir toplumsal mutabakat kaçınılmazdır. Fakat mutabakatın gerçekleşmesi için 'demokratik bir yönetim biçimine ve insan haklarına dayalı bir devlete' ihtiyaç var. Çoğunluğun üstünlüğüne dayalı kolaycılıkla gidilecek yol kalmadı. Demokrasinin ve insan hakları sorununun, 'ben yaptım oldu' kafasıyla bağdaşmadığı ortada.
Artık kabul etmeliyiz ki 93 yıllık toplumsal mutabakat sona erdi. Toplumsal barış pamuk ipliğine bağlı, inceldiği yerden koptu kopacak.
Türkiye, ikibinli yıllar boyunca hayli rağbet gören, sayısal üstünlüğün belirleyici olduğu dönemi geride bıraktı. 'Nüfusun %99'u müslüman' argümanı, islam normlarına dayalı bir düzenin gerekçesi olarak kullanıldığında, birleştirici olmaktan ziyade ayrıştırıcı bir rol oynuyor.
Üniter devletin ceberut yapısı önce İslamcıları tedirgin ediyordu, islamcılar yönetime geldikten sonra, benzer tedirginliği laik Atatürkçüler yaşamaya başladı. Kürtler zaten üniter devletten oldum olası rahatsız. Yani din grupları ve etnisite grupları, devletin üniter yapısıyla sorunlu.
İçeride bütün bu olan bitene karşılık, dış politikada, Türkiye'nin radikal dönüşümlerine tanık oluyoruz. Türkiye, nihayet, ABD'nin bölgemizdeki çıkarlarına hizmet eden politikalara sırt çevirdi ve ülke yararını, bütünlüğünü önceleyen politikalara yöneldi.
ABD'ye karşı tutum alarak oluşan blokta bir araya gelen iktidar ve muhalefet, bu imkanı iyi kullanarak toplumsal mutabakatın ortak dilini oluşturabilir.
Antiemperyalist nutuklar atanların, Ortadoğu'da ABD ile kucak kucağa olduğu gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Türkiye'de ABD emperyalizmine atıp tutanların ABD militarizmine nasıl alkış tutuğunu görüyoruz.
Bu tutumdan ne toplumsal mutabakat ne toplumsal barış çıkar. Sadece kavga büyür.
Halbuki Türkiye kendini yeniden yaratmak için tarihi bir fırsat yakaladı. Bu fırsatı kullanmak için, Cumhuriyet'in yüzyıllık birikimine ihtiyaç olduğu kadar, müslüman muhafazakarların ve Kürtlerin mutabakatına da ihtiyaç var.
Gün bugündür. Yarın çok geç olabilir.