Ertuğrul Günay'ın CHP İzmir İl Başkanlığı'na gerçekleştirdiği cesur ziyaret ve bu ziyaret üzerine yaptığı değerlendirmeler hanesine artı yazsa da daha ilçe sayımızı bile bilmiyor olması İzmir'in vekili olmaya aday Günay'ı bana göre az biraz sıkıntıya soktu. Aslına bakarsanız ülkemiz bu tip manzaralara oldukça alışık. Zira birçok yerde mahalle adlarını bile bilmeden aday olan belediye başkanları ile şehrinde olup bitenden bihaber yöneticilere rastlamak mümkün. Peki, bunun nedeni ne diye sorarsanız; bende size 'ikili ilişkiler' derim. Yani birinin bir yerlere aday olup desteklenmesi için ilk önce birileri tarafından 'korunup gözlenmesi' gerekiyor. Bu durumda belirleyici kişilerin gözünde, aday olan kişinin aday olduğu mevkiinin hakkını verebilecek bilgi ve donanıma sahip olması veya temsil ettiği çevrenin sorunlarına hakim bir duruş sergilemesinin o kadar da önemli olmadığı sonucunu çıkarıyoruz.
Bırakalım tüm bunları adayların, aday adaylığı sürecinde bazı psikolojik testlerden geçirilmesi gerektiği inancını da taşıyorum. Bir 'hafefobi' hastasının belediye başkanı olduğunu düşünebiliyor musunuz? Veya bir milletvekilinin 'sosyal fobi' ya da 'çekingen kişilik bozukluğu' özelliklerini taşıyor olmasının yaratacağı sıkıntıları tahmin edebilir misiniz? 'Hipokondriyazis' olmuş bir il başkanı veya 'depresyon' geçiren bir yönetici; mensubu olduğu siyasi parti için sizce ne kadar verimli olabilir? Bu soruların cevabını genel başkanlara bırakacağım bırakmasına da onların bu tür bir rahatsızlığı olmadığını nereden bileceğiz? Bu yüzden bana göre sağlık raporları siyasetin olmazsa olmazıdır. Siyasetin daha sağlıklı yol almasını istiyorsak öncelikle ruh sağlığı yerinde insanlarla yola çıkmalıyız. Öncü insanların özellikle ruhen sağlıklı olması siyaset için çok gereklidir.
Kritize edilip eleştirilmekten korkan insanların bu tür önemli görevlerde yer alması çok ciddi problemler doğurabilir. Bu anlamda aday adayı olan kişilerden istenen sabıka kaydı, askerlik ve öğrenim durum belgesinden ziyade tam teşekkülü bir devlet hastanesinden alınacak sağlık raporunun çok daha büyük bir önem taşıdığı kanaatindeyim.
Kendisine dokunulmasından hoşlanmayan ve bu yüzden sosyal ortamlarda bulunmaktan kaçan, sosyal ortamlarda bulunmak zorunda olduğu anlarda ise büyük stres yaşayan kişiler halkı yöneten koltuklarda oturmamalıdır. Halkı yönetenler halkla iç içe olmalıdır. Halkın içinde olmayan halkın gönlünde hiç olmaz.
12 Haziran genel seçimlerini belediye başkanlarının ara karnesi olarak görüyorum. O yüzden bu seçimleri bu yönde de oldukça önemsediğimi de belirterek yazıma, Antalya'da halkın içinde seçim çalışmalarını sürdüren Deniz Baykal'la devam etmek istiyorum. Bir ara favori olan ve unutulmak üzereyken yeniden karşımıza çıkan 'yumurta' bu kez Deniz Baykal'a fırlatılarak gündeme oturdu. 'Atan mı kabiliyetsiz, atılan mı bunu hak etmedi' bilmem ama yumurta hedefine isabet etmedi. Ve gariptir bugüne kadar 'çiğ yumurta' ile yapılan bu eylemin Deniz Baykal'a 'haşlanmış yumurta' ile yapılmış olması da oldukça manidar. Eylemci arkadaş bu hareketiyle Baykal'ın çiğ bir adam olmadığına mı vurgu yaptı bilinmez ama bana göre bu eylem çok hafif kaldı.
Nasıl mı?
Bana kalırsa Baykal'ın kafasını gözünü yarmalıydılar. Hatta yere düştüğünde bağırsaklarını dışarı çıkarıncaya kadar tekme atmalıydılar. Çünkü adı bugüne kadar hiçbir şaibeye, yolsuzluğa karışmamış bu adamın yaşama şansı olmamalıydı. Cumhuriyet Halk Partisi'ni %4'lerden alıp bugünkü noktaya getiren Baykal'ın kafası gövdesinden ayrılmalıydı. En çok da onurlu duruşu ve Cumhuriyet'e sahip çıkan net tavrı yüzünden bence kurşuna bile dizilmeliydi.
Boşuna dememişler; 'Meyve veren ağaç taşlanır' diye…
Bugüne kadar yumurtalı saldırıya uğrayan kişilerin bu yöndeki günlerce süren açıklamalarına ve mağduru oynayarak gündemde kalma çabalarına karşın Baykal'ın bu eylem karşısında tek kelime bile etmemesi onun kendine olan güvenini ve kendinden emin duruşunu göstermektedir.
'Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste' demişler.
Mazlumun ahı indirir şahı lakin her şeyin bir vakti vardır.