Okumaya başladığınız acı olayın…
Her satırı gerçektir…
Rüyalar bile…
Günün birinde dehşete düşürecek kadar gerçek olmuyor mu?
Mesela…
Rüyada öldüğünü görenler yok mu aramızda?
Öylesi bir rüyanın yorumu dünyanın her yerinde şöyle:
“Ölüm sembolü, genellikle geçmişin sona ermesini, yeniden doğuşu veya bir durumun kapanışını temsil eder…”
Bu kadar mı, hayır…
Devamı var…
***
Yıl, 1992… Ekim ayının ortaları…
Yer; Ankara…
Türkiye’nin en gözde gazetecilerinden Uğur Mumcu…
Ankara’da ev kiralayacak…
Ne var ki, huzursuz…
Kira kontratındaki bir cümle kalbini sıkıştırıyor…
Kiracının eklediği o tek satır uykuları kaçıracak cinsten:
“Olası bir bombalı saldırıda, zararı kiracı öder!”
Evi kiraladı ama birkaç gün sonra…
Gece yarısı kan ter içinde uyandı…
Hayat arkadaşı Güldal hanım da uyanmıştı; “Ne oldu Uğur?” diye sordu…
Ünlü gazetecinin cevabı ürperticiydi…
“Rüya gördüm Güldal… Korkunç bir patlama oluyor... Patlamayla birlikte bacaklarım yok oluyor... Bedenimin bu halini yukarıdan seyrettim…”
***
Aradan üç ay geçti;: geçmedi…
Tarih; 21 Ocak 1993 / Perşembe…
Yer; İstanbul Cağaloğlu, Cumhuriyet Gazetesi'nin en üst katı Nadir Nadi'nin odası…
Uğur Mumcu ve Cüneyt Arcayürek…
O gün Ankara’dan İstanbul'a gelmişlerdi birlikte…
İlhan Selçuk da odadaydı…
Türkiye'nin siyasal gündemi konuşuluyordu…
Uğur Mumcu tedirgindi ve…
Birdenbire İlhan Selçuk'a dönüp şöyle dedi:
“İlhan Abi, seni de beni de öldürecekler!..”
Odada buz gibi bir hava esmişti…
***
Tarih; 24 Ocak 1993 / Pazar…
Yani…
32 yıl önce bugün…
Yer; Ankara Karlı Sokak…
Güldal Mumcu uyandığında saat 08.00'i gösteriyordu…
Çay suyunu koydu, kahvaltıyı hazırladı…
Ailece hep birlikte kahvaltı yapmaya başladılar…
Bir yandan da gazeteleri okuyordu Uğur Mumcu…
Saat 11.00 gibi…
Gazeteyi elinden bıraktı, eşine doğru yürüdü; telefon sehpasına dayanarak inler gibi konuştu:
“Başım çok ağrıyor Güldal…”
Huzursuzlandı eşi:
“Gelip ovayım biraz canım…”
Ünlü gazeteci istemedi yardımı ama iyi değildi gerçekten:
“Bu öyle bir ağrı değil… Ovmakla geçecek gibi görünmüyor… Garip bir ağrı, tuhaf ağrıyor…”
“Ne yapalım?” diye telaşla sordu Güldal Mumcu…
Uğur Mumcu, sokak kapısına yönelirken, fısıldar gibi cevap verdi:
“Bilmiyorum, belki geçer…”
O sırada saatler 13.25'i gösteriyordu…
Mumcu otomobilinin başındaydı…
Kontağı en son ailesiyle pizzacıdan döndüğü Cuma akşamı kapamıştı…
Otomobilinin etrafında dolaştı…
Eğilerek lastiklere baktı…
Sorun yoktu…
Geceden yağan kar camlara birikmişti…
Onları temizledi…
Buzlu camlara yapışmasın diye Cuma akşamı kaldırdığı silecekleri indirdi… Dikiz aynasındaki karları sildi...
Veeee…
Otomobilin koltuğuna oturduğu anda korkunç bir patlama oldu…
Ankara'nın kar beyazına kan bulaşmıştı… Uğur Mumcu'nun üç ay önce gördüğü kabus, gerçek olmuştu…
***
Mumcu'nun otomobiline C-4 patlayıcı yerleştirilmişti…
O sırada korkusuz kalem 51 yaşındaydı…
Suikastın ardından olay yerinde inceleme yapan uzmanlar…
Kıl kadar bile bir delil bulamadı…
İşin garip tarafı…
Cımbızla toplanması gereken deliller…
İddialara göre, süpürgeyle süpürülüp yok edilmişti…
***
Suikastı; İslami Hareket, İBDA-C, Hizbullah gibi örgütler üstlendi…
Hatta perde arkasında Mossad'ın ve kontrgerillanın olduğu bile öne sürüldü…
Ancak, bir süre sonra her şey karanlığa gömüldü…
***
Başta…
“Fırat'ın kıyısında bir kuzu kaybolsa, gelin bunun hesabını bana sorun…” diyen…
Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel olmak üzere…
Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ve İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, “Bu cinayeti çözmek devletin namus borcudur…” diye söz verdiler…
Aradan tam 32 yıl geçti…
Ne acıdır ki…
Devlet Baba, suikastın faillerini yakalayamadı…
***
Bitiriyoruz…
Bu yazıyı “garip bir iddia” ile noktalayalım…
Bu güzel ülkede…
Sonradan…
Adalet ve İçişleri Bakanlığı da yapan Mehmet Ağar…
Emniyet Genel Müdürlüğü'ne atandıktan sonra…
Mumcu Ailesi'ni ziyaretinde…
Güldal Mumcu'ya…
Soruşturmanın önünde tuğla tuğla duvar örüldüğünü söylemişti…
Acılı eş Güldal Mumcu da…
“O zaman, bir tuğla çekin, gerçekler ortaya çıksın…” deyince de…
Ağar, ”Bir tuğla çekersem duvar yıkılır…” karşılığını vermiş… Mehmet Ağar, bu konuşmayı reddetti ama…
Acaba Türkiye ikna oldu mu?
Hamiş: Belki inanmayacaksınız ama yıllar sonra rahmetli İsmet Sezgin şunları söyledi: “Mumcu suikastında kullanılan tarz, yepyeni bir tarzdı… Polis bu konuya yabancıydı, ilk defa vuku bulan olaya karşı emniyet tecrübesizdi… Elde edilen ipuçları basına yansıdı… Bu nedenle güvenlik güçleri bu kişileri elinden kaçırdı… Mumcu cinayetinin esas failleri yakalanıp, yargılanamadı…”
Nokta…
Sonsöz: “Bir mum, diğer bir mumu tutuşturmakla, ışığından bir şey kaybetmez… / Mevlana Celaleddin-i Rumi…”