Vekalet savaşı ve vekalet namazı...

Suriye’de alışık olmadığımız bir savaşa tanık olduk. Belki de olmaya devam edeceğiz. Çünkü savaşın bitip bitmediği henüz belli değil.

Farklı olan neydi? Savaşan ülkeler, ulusal orduları ile cephede değildi. Örneğin ABD, Vietnam’da Kore’ye ve Afganistan’dan Irak’a her işgal girişimi savaşında, ulusal ordusu ve kendi askerleri ile oradaydı.

Oysa ki, Suriye’de savaşın sahibi yine ABD olduğu halde, cephede askeri yok. Hatta Suriye’de kalmış az sayıdaki askerini bile geri çağıracağını söylemekte Trump.

Peki, bu savaşı nasıl oldu da ABD ve ortağı İsrail kazandı? Çünkü onlar adına başka silahlı güçler devrede vekil olarak. Doğrudan askerlerini cepheye sürmek yerine, finanse ettikleri, lojistik destek sağladıkları, eğittikleri silahlı güçler onlar adına savaşıyor.

Bu sayede hem işgalci olarak görünmüyorlar (güya) hem de çok sayıda askerini, dünyanın öbür ucunda kaybederek iç kamuoyunda zor duruma düşmüyorlar. Şehit vermeden savaş kazanma yöntemi olarak, vekâlet savaşı devrede artık.

Esad rejimi devrildi ama savaş bitti mi, ABD ve İsrail’in kazandığını nereden anlıyoruz? Sonuca bakarak. Suriye’deki savaşın özgürlük savaşı olmadığı ortada. Savaş petrol ve su kaynakları için yapılıyor demek, uzmanlık gerektirmez.

Peki, şimdi bu kaynakların kontrolü kimde/kimlerde? ABD ve İsrail’de.

Oysa ki, burada olup bitenlerden en çok etkilenecek olan ülke Türkiye. Hem burada ortaya çıkan yeni dengeler hem de yeni dönem göç hareketleri en çok Türkiye’yi etkileyecek.

Oyun ABD ve İsrail ortaklığında oynanmakla birlikte, Türkiye de, “Biz de sahadayız ve masadayız” diyerek taleplerini dile getiriyor. Sahadayız derken daha ziyade Fırat’ın batısında faal olduğu halde, daha çok rahatsız olduğu batı bölümünde sahaya alınmamaya özen gösteriliyor.

HTŞ’yi sadece ABD ve İsrail değil biz de destekliyor ve yönlendiriyoruz mesajı veriliyor sürekli. Türkiye bu kozla, pazarlıkta yer almak istiyor.

12 yıl önce, “Emevi Camiinde namaz kılacağız” sözü, geçen gün gerçekleşti. Ama bu da savaş gibi vekaleten gerçekleşti. Yani Cumhurbaşkanı değil, ilk namazı MİT Başkanı İbrahim Kalın kıldı. Bu sembolik namaz, aynı zamanda siyasi bir mesaj idi.

MİT’in başındaki devlet memuru, Devletin terörist listesinde yer alan kişi (Colani) ile aynı arabada seyahat ederek Emevi Camii’ne gitti.

Araçta Colani ile birlikte verilen görüntü, muhtemelen ABD ve İsrail’e yönelik, “Biz de varız” mesajıydı. Camideki namaz görüntüsü ise, iç kamuoyuna yönelikti. Böylece Halep’e plaka numarası tartışanlar, Fatih Erdoğan propagandasına başladılar bile.

Şimdilik bir zafer havası var iktidar cephesinde. Bu, kamuoyunda ve seçmen nezdinde ne kadar destek buluyor belli değil. Ya da bu zafer havası ne kadar sürer o da belli olmaz.

Çünkü belli ki, namaz kılmakla elde edilemeyecek şeyler var. Yeni rejimin ilk uygulamalarından anlaşılacağı üzere, Türkiye’den mülteci dönüşü çok sınırlı kalacağı gibi, yeni göç dalgalarının yaşanması kaçınılmaz gibi.

Erdoğan’ın mesajlarından mültecilerin bir sorun olarak görülmediği anlaşılıyor. Muhtemelen onlar da bir pazarlık konusu olacak. Ancak Fırat’ın doğusunda PYD ve PKK’ya ilişkin taleplerinin şu ana kadar dikkate alınmadığı görünmektedir.