Kral çıplak demeyi sürdürüyoruz. Apolitik yurttaşlarımızın ilgi alanı dışında kalan bazı teknik bilgi ve uygulamaları anlatmak ne kadar zordur; bunun ayırdındayım. Ancak, çok kez yazdığım gibi, partiler önce kendi içlerinde demokrasiyi gerçekleştirmek zorundadırlar. Defalarca yinelesek azdır; parti içinde demokrasi yoksa ülkede demokrasinin varlığından söz edilemez. Olsa olsa göstermelik ucube, çakma demokrat bir rejime tanık oluruz. Demokrasinin kötü bir karikatürü olan bu yönetim biçimiyle ülkenin esenliğe çıkması olası değildir!
Önce bir durum saptaması yapalım. Parlamenter sistemle yönetilen çağdaş ülkelerde seçimlerin delege sistemiyle yapılması gerilerde kalmıştır. Birkaç örnek vermek isterim:
Yunanistan'da PASOK Genel Başkanı Yorgos Papandreu'nun istifası üzerine 18 Mart 2012 tarihinde yeni genel başkanı belirleyecek seçim yapılmıştı. Tek aday olarak ortaya Evangelos Venizelos çıkmıştı. Buna karşın seçim yapılmış, partinin tüm üyeleri masrafları karşılamak üzere üye başına 2 avro vererek sandık başına gitmişlerdi. Yunanistan'ın çeşitli kentlerinde 1074 sandık kurulmuştu. 236.105 oy kullanılmış, Venizelos 230.105 oy almış, 4662 boş oy çıkmış, 1384 oy da geçersiz sayılmıştı.
İspanya'da yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ağır bir yenilgiye uğrayan İspanya Sosyalist İşçi Partisi'nin (PSOE) Genel Sekreteri Rubaccoba istifa etmişti. Bu göreve üç aday talip olmuştu. 14 Temmuz 2014 günü tüm üyeler sandık başına gitmiş, oyların %48,69'unu alan Madrit Milletvekili Pedro Sanchez 42 yaşında genel sekreter seçilmişti. Sanchez halen İspanya Başbakanıdır.
İngiltere'de 12 Aralık 2019 günü yapılan genel seçimlerde yenilgiye uğrayan İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn sorumluluğu üstlenerek çekilmişti. 4 Nisan 2020 günü sandık başına giden parti üyeleri yeni genel başkanla yardımcısını belirlemişlerdi. Keir Starmer oyların %56,2'sini alarak parti liderliğine seçilmiş, yardımcılığına da Angela Rayner getirilmişti.
Avrupa'da parti genel başkanlarını üyelerle seçen sadece soldaki partiler değildir. Artık çağdaş demokrasilerde delege sistemi tamamen terk edilmiştir. En yakın örneği de İngiltere Muhafazakar Parti seçimleridir. Görevden ayrılan Başbakan ve Muhafazakar Parti lideri Theresa May'ın yerine gelecek aday için 23 Temmuz 2019 günü partinin yaklaşık 160 bin üyesi sandık başına gitmişti. Oyların 92.153'ünü Boris Johnson, 46.656'sını da rakibi Jeremy Hunt almıştı. Böylece bugünkü Başbakan Boris Johnson partisinin başına geçmişti.
Çağdaş demokrasilerde partiler sadece genel başkanlarını değil Cumhurbaşkanı adaylarını da üyeleriyle belirliyorlar. Fransız Sosyalist Parti üyeleri cumhurbaşkanı adaylarını belirlemek üzere 20 Ekim 2011 günü sandık başına gitmişlerdi. Seçime yaklaşık üç milyon üye katılmıştı. Oyların %56'sını alan Francois Hollande partisinin cumhurbaşkanı adayı olmuş, daha sonra ülke genelinde yapılan seçimleri de kazanarak Fransa Cumhurbaşkanı seçilmişti.
Akla hemen şu soru geliyor. Çağdaş siyasal partilerde neden delege sistemi terk ediliyor da doğrudan üyelerin iradesine başvuruluyor?
Sorunun bilimsel yanıtını dünya ölçeğinde kabul görmüş, siyaset bilimci Prof. Maurice Duverger veriyor. Bir dönem parlamenterlik de yapan ve 97 yaşında ölen Duverger'e göre, parti içi seçimlerde görevlendirilen delegelerin fikir ve davranışlarıyla, kendilerine vekalet veren parti tabanının düşünce ve davranışları çok kez aynı olmamaktadır. Bu durum tabanın iradesinden sapmayı doğurmaktadır. Daha da önemlisi oy hakkına sahip olanların sayıca çok daha az olması seçim hilelerini kolaylaştırmaktadır. Ayrıca partilerin üst yönetimleri seçimlerde kendi adayların seçilmesi için delegeler üzerinde baskı kurabilir. Aynı baskının üyeler üzerinde de kurulabileceği söylenebilir. Ancak parti tabanına hele genel başkanlık gibi tüm yurda yayılmış üyelerin iradesine baskı kurmak çok zordur. Bundan kamuoyunun haberi olursa baskıyı yapanlar seçmen önünde saygınlıklarını yitirirler.
Bu görüşlere tamamen katıldığımı hemen belirteyim. Büyük kongre veya kurultaylarda genel başkanlara adaylık için verilen imzalarla, çıkan oylar arasındaki büyük farklar delegeler üzerindeki baskıyı kanıtlamıyor mu?
Yine Maurice Duverger'e göre, parti liderinin göreve geliş yöntemiyle, parti içi demokrasi arasında doğrudan bir bağ bulunmaktadır. Parti liderleri işin doğası gereği kendi iktidarlarını koruma ve giderek artırma eğilimindedirler. Üyelerin, liderlerin bu davranışları karşısındaki genel tavrı, onun yetkilerini sınırlamak değil, aksine putlaştırarak gücünü daha da artırma yönünde olmaktadır. Yine bir başka otorite Robert Michels'e göre parti lideri olan kişi bu konuda yasaklayıcı bir hüküm ya da olağanüstü bir gelişme olmadıkça, liderliğini yaşamı boyunca devam ettirme eğilimindedir. Belirli bir süre parti liderliğini sürdüren kişi bunu kendisine ait bir mülkiyet hakkı olarak görmeye başlar. Liderin bu aşamadan sonra görevinden uzaklaştırılması zordur. Zira lider kendisini koruyan düzenlemelerle parti içindeki konumunu sağlamlaştırmıştır.
12 Eylül'den sonra çıkarılan Siyasi Partiler Kanunu genel başkanlara üç dönem sınırı getirmişti. Bu sınırı maalesef benim de içinde bulunduğum 18. Dönem Millet Meclisi delmiştir! Bu dönemde SHP'de Genel Başkan Erdal İnönü için bu sınırı kaldırma gündeme gelmiş, bundan yararlanmayı bekleyen diğer parti liderlerinin desteğiyle teklif kolayca gerçekleşmiştir!
AKP kuruluş aşamasında üç dönem kuralı getirilmiş, ancak genel başkan bunun dışında tutulmuştur. Daha sonraki uygulamalarda sulandırılmış ve anlamını yitirmiş, popülist bir söylemden ileri gidememiştir.
Pekiyi, delege sistemini kaldırarak seçimleri parti üyelerinin iradesine bıraktık. Ülkemizde parti üyeleri bu sıfatı nasıl kazanmaktalar? Üye olmak için birtakım koşullar aranıyor mu? Üyelerin niteliği bu kadar sorumluluğu taşıyabilecek ölçüde mi? Bunların yanıtı ayrı bir yazı konusudur.
Kral çıplak demeyi sürdüreceğiz.