Daha sabaha vakit var!
Henüz gün sökmemiş…
Kocatepe'nin yalçın kayalıkları, üzerine düşen ay ışığıyla şavkıyor…
Mustafa Kemal Paşa, ağır ağır kayalıkların üzerinden tepeye doğru yürüyor.
Düşünceli…
Kocatepe koyu, baskın bir sessizliğe teslim…
Çıt çıkmıyor.
Ancak, binlerce Türk askeri, siperlerinde… Topçular hazır… Parmaklar tetikte… Gözler, karanlığın üzerine çevrilmiş; bir gölge, bir ışık görmek için çalışıyor.
Günlerce süren yığınak büyük bir sessizlikle gerçekleştirilmiş. Hep geceleri yürünmüş.
Atların, katırların ayaklarına, kağnıların tekerleklerine çaputlar sarılmış, ses çıkmasın diye…
Ana karargah, Afyon'un burnunun dibindeki Şuhut'ta. Akşehir'den Şuhut'a gelen Mustafa Kemal Paşa, komutanları toplamış; harekatın planı görüşülüyor ve son emirler veriliyor.
Şuhut günlerdir garip bir koşturmaca içinde. Afyon'a kadar çok yere hakim olan Yunan ordusu, bir kama gibi Afyon'a uzanan bu bölgeye hakim olamamış; günlerdir ön hazırlıklar yapılarak bölgeye cephane ve asker yığılmış. Sahra hastaneleri kurulmuş; fırınlar günlerdir ekmek pişiriyorlar ve hatta pek çok evde de kadınlar ya fırınlarda ya da ateş üstünde sacda ekmek yapıyorlar.
Tam bir seferberlik hali.
Kocatepeden Şuhut'a telgraf hatları çekilmiş; harekatın can damarının haberleşme olduğu çok iyi biliniyor.
Şimdi siperlerin içinde askerler, sessiz mi sessiz... Üzerlerine gecenin ayazı çöreklenmiş ve omuzlarına çiğ yağmış...
Kocatepe ve başka yerlerde mevziye girmiş askerlerin üzerinde ayazın titretici soğuğu adeta bedenlere çivi gibi işliyor; ancak yürekleri sımsıcak atıyor, zafer özlemi içinde...
Oradan oraya savaş; yıllarca süren koşturmaca ve gözleri önünde şehit olup sonsuzluğa uçup giden arkadaşları...
Ve her birinde her an ölüm, nasıl olup da ansızın ve belki de anlamadan çekip alacak onları bu alemden; kuşku, bekleyiş ve merak içindeler.
Hakimiyet-i Milliye gazetesi, Gazi'nin ordular arasında düzenlenen bir futbol karşılaşması için Ankara'dan ayrıldığını yazıyor…
Ancak, yanlış bilgi…
Bilinçli olarak bu başlık atılmış… Gizlilik çok önemli… Ser verilmiş, sır verilmemiş.
Oysa Gazi, birazdan başlayacak büyük saldırıyı yönetmek için Kocatepe'ye tırmanıyor…
Yunan cephesinde hiçbir hareketlilik yok; o akşam Afyon'da bir askeri gazinoda ta İzmir'den getirilen eşleriyle önemli komutanlar eğleniyorlar; Başkomutan Trikopis'e Türk tarafında kimi hareketlilikler olduğuna ilişkin bilgiler gelse de; önce kuşkulanmasına karşın, yine de buna ihtimal vermemiş. Geçe geç saatlere kadar şarkılar, içkiler eşliğinde eğlence sürmüş.
Oysa o dakikalarda Mustafa Kemal Paşa Kocatepe'ye tırmanıyor.
Saat 4.30.
Topların namlularına soğuk yapışmış; zehir gibi ayaz, sabahın ilk ışıklarıyla buluşuyor.
Kocatepe'nin zirvesi; İsmet, Fevzi ve Mustafa Kemal Paşa bir aradalar. Gazi taşlık siperler içinde ilerliyor ve ufku gözetliyor. Ancak o gece garip bir gelişme olmuş; son anda bir sis ortaya çıkmış. Bu görüşü zorlaştıracağı için harekat biraz geciktiriliyor.
Telgrafçılar iş başında; tepeden, başkomutandan gelecek emirler sağlıklı biçimde birliklere iletebilmek için her türlü önlem alınmış.
Ve o an:
Gazi meşhur emrini veriyor. Onun emir vermesiyle birlikte, Kocatepe eteklerinden ilk top ateşi yapılıyor. Top güllesi, bir yalım kütlesi halinde, gecenin karanlığını yırtarak bir yıldız gibi akıyor ve düşman siperlerinin üzerinde gümbürdeyerek patlıyor. Bir ateş kümesi beyaz dumanlar çıkararak, güllenin düştüğü yerde yayılıyor.
Bu ilk top atışı, bir endahttır.
Bütün topların açıları buna göre yeniden gözden geçirilir ve bir-kaç dakika sonra Kocatepe'den ve başka mevzilerden onlarca top gümbürdemeye başlar.
Şimdi Kocatepe, Afyon ovalarına doğru bir ateş canavarı gibi ağzını açmış ve yalımlarını boşaltmaktadır.
O canavar ağzını bir açar, bir kapatır…
Her ağzını açışında ağzından fırlayan alevleriyle, hedefte ne varsa toz toprak halinde gökyüzüne doğru savrulmaktadır.
Ve Gazi, mavi gözleri, kalpağı ve çatılmış kaşlarıyla, Sarı bir bozkurdu anımsatmaktadır...
O, sanki Ergenekon destanının içinden çıkmış gibidir. Emperyalizmin akıl almaz saldırılarına karşı ölüm kalım savaşımına girmiş Türk Ulusu'nun başında, bütün doğu dünyasının ve ezilen ulusların savunmasını yapmaktadır.
Top ateşi sürerken, piyade çoktan namluya fişeklerini sürmüştür bile…
Ve Gazi, Kocatepe'de, askerlerinin başında düşmana sesleniyor gibidir:
'Hey, biz varız biz… Biz, bu toprağın çocuklarıyız. Bu topraklar bizim için kutsal bir anadır. O ananın onuru, namusu, haysiyeti bizim için en değerli kutsalımızdır. Ya bağımsızlık ya ölüm!'
O güne kadar yaşanan kanlı muharebelere ve umutlu bekleyişlere bakıldığında, Büyük Taarruz'un yarattığı heyecanı kestirmek hiç de zor değildir.
Aylar boyunca yoğun eleştiriler altında, ordunun hareket yeteneği olmadığını ileri sürerek, Gazi'yi yıpratmaya çalışan muhalefetin oklarına karşın, büyük taarruza hazırlık tam bir gizlilik içinde sürdürülmüştü.
Eğer bu taarruz başarısız olursa; ardından gelecek büyük yıkımla bütün Anadolu'nun kaybedileceği, bağımsızlık hareketinin bütünüyle kırılıp dağılacağı büyük ihtimaldi.
İşte Türk Milleti'nin yeniden doğuşunu müjdeleyen Büyük Ta-arruz, 26 Ağustos 1922'de işte böyle başlamıştı.