Türkiye’nin şansı!

Fikri yetersizlik ömür boyu başa beladır. Siyasetçi; bilimsel bir görüş ile demagojiyi eş değer görürse ne İslam'ın, ne Batı'nın, ne de Şangay'ın bir önemi kalır.

Siyaset katında en değerli görüş, kulağa hoş gelen sözleri yüksek tonda seslendirmek ise ve bu nutukların arkasından oy da geliyorsa başka hakikate gerek yoktur!

***

Oysa siyaset; akıl oyunu gibidir. Bu alanda her türlü şaşırtmacaya başvurulur; yalancı koşular da yapılır, damada olduğu gibi peş peşe taş da yedirilir ama zaferden asla vazgeçilmez!

Şaşırtmacaları rakibin akılsızlığına, sahte koşuları forvetin beceriksizliğine, peş peşe taş yemeyi 'damaya az kaldı'ya yoranlar, rakibin kalan tek taşına yenilince ne düşünürler acaba?

***

Türkiye; 1775'ten beri kararlı bir şekilde Batı yanlısı bir politika izliyor. Batı'nın güç merkezi ABD'ye taşındığında Türk siyaseti, Avrupa'dan kopmadan Batı'nın her iki yakasını da idare edebildi.

İki yüzyılı aşan Batılılaşma çabamız bazen çok hızlı, bazen yavaş yürüse de hiçbir padişah, sadrazam, cumhurbaşkanı, başbakan… Batı karşıtı olmadı. Batı'yı eleştirdiler fakat Batı'dan kopmak kimsenin aklına gelmedi.

Çünkü Batı'dan kopuk bir Osmanlı ve Türkiye'nin uğrayacağı zararları telafi edecek 'bugünden yarına' bir çözümleri yoktu.

Doğruyu söylemek gerekirse Ak Parti kurucularının yurt içi ve dışı egemen güçlerin baskısına karşı koyacak yeterli bilgileri ve güçleri yoktu! Ancak Adil Düzeni terk ederek yeni partiyi kurabildiler ve iktidar olabildiler.

Oysa Adil Düzen;

Doğu ve Batı bilimleri birikimi ile İslam klasiklerinin güncel sentezinden doğmuştu. Tarihseldi, moderndi, çağdaştı, sorun çözücüydü, barışçıydı, uzlaşmacıydı, medeniyet yanlısıydı, bütün dinlere ve mezheplere yaşama hakkı tanıyan laiklikten, çoğulcu demokrasiden ve akit serbestliğinden yanaydı. Kadın haklarına saygılıydı, emeğin ortaklığını savunuyordu. Yeni bir parayı, üreten ekonomiyi ve tam istihdamı savunuyordu. Buna göre geleceğin inşası, maddi ve manevi gelişme, ancak bilim ve yaratıcı faaliyetlerle mümkündü…

Her yönüyle yerli ve milliydi. Geliştirilen görüşlerin bir kısmı İslam dünyasının ilk ve tek 'deneme ünitesi' olan Akevler Kooperatifi'nde uygulanmıştı…

Adil Düzen'in bu ve benzeri görüşleri bir sistem oluşturabiliyordu.

Ak Parti kurucuları Adil Düzencileri dinleme ve yararlanma yerine, hemen iktidar olmak istiyorlardı. Acil ihtiyaçlar acele kararlarla giderilecekti; öyle de oldu.

İç ve dış egemenler, Türkiye'nin kendi maddi ve insani kaynaklarını özgün bir siyasetle geliştirmesini istemiyorlardı.

Gelinen noktada şunu söylemek mümkün:

Ak Parti ciddi bir ayrışma yaşadı. Doğu'yu, Batı'yı, iç ve dış egemenleri dengeleyen kadrolar tasfiye oldu. İktidar Erdoğan'ın şahsında 'kuvvetler birliği'ne dönüştü. Ondaki cesaret, meydan okuma, kararlılık, karizma çok az liderde vardı.

Ama bir eksiği vardı ki, kapatılacak gibi değildi! Bilgiden güç almayan kontrolsüz gücü, kendisi dahil herkese zarar veriyordu.

Her şeye meydan okunabilirdi ama ilme okunamazdı.

AK Parti'nin hala bir şansı var.

50 yılda ısrarla ve sabırla oluşan Akevler ve Adil Düzen birikimi, göz ardı edilemeyecek kadar değerlidir.

Akevlerin ne Refah Partisi'nden ne de Ak Parti'den herhangi bir kredi ve ihale talebi de olmadı.

Herkes bir ömür boyu bir şeyler biriktirirken Akevler de Adil Düzen Teorisi ile 'yönetim'in ilmini biriktirdi ve bu birikim kullanılmayı ve değerlendirilmeyi arzu etti.