Azeri kardeşlerine derin muhabbet besleyen birisi olarak, benim için bunları söylemek zor da olsa, Sovyet dönemi artığı, zihni ereksiyon becerisi iğdiş edilmiş Azeri bürokrasi, bütün Türk dünyasını yakından ilgilendiren bu konuda, tek başına hareket edemeyeceğini kendisine hatırlatacak, böylesi bir dersi çoktan hak etmişti.’¶
Azerbaycan tarihinin son 400 yılı, Rusya, İran ve Osmanlı İmparatorluğu’’nun, aralarındaki çatışmalar ve gerilimler ekseninde şekillenmiştir.
Rusya, Osmanlı ve İran arasında sıkışan coğrafyada, Azerilerin merkezi otoriteye sahip, uzun ömürlü, bağımsız devlet kuramamaları, güçlü devlet ve ordu geleneğinin oluşmamasına sebep olmuştur. Bu durumun etkileri bugün de kendini hissettirmekte ve sorunun Türk dünyasının uzun dönemli çıkarları perspektifinde çözülmesi için gerekli iradenin Azerbaycan tarafından ortaya konmasına engel olmaktadır.
Şiir başta olmak üzere edebiyat ve sanatta, Türk dünyasında öne çıkan Azeri kardeşlerimizin duygusal ve naif yanları, reel sorunlara işe yarar gerçekçi çözümler bulunmasını güçleştiriyor.
Türkiye, geçmişinden devraldığı devlet ve diplomasi geleneğinin ışığı altında, Türk dünyasının geleceğini ilgilendiren, Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki soruna en doğru çözümü bulmak sorumluluğu taşıdığını unutmamalıdır. Bu sebeple de Türkiye serinkanlı bir strateji izleyerek, Azerbaycan tarafından gelen ve ileride gelmesi muhtemel abartılı, duygusal tepkilere ölçülü bir karşılık vermelidir.
Benzer duygusal tepkiler Türk kamuoyunda da seslendiriliyor. Azerbaycan’’ın, Türkiye’’nin geleceğinde ne kadar önemli olduğunu idrak edememiş çevreler, demokratik seçimle işbaşına geldiği tartışmalı Azerbaycan yönetimini, Azeri halkını tek ve doğru sesi varsayarak, Türkiye’’nin politikasını Azerbaycan yönetiminden alınacak aferinlerin peşinden sürüklemek istemektedirler.
Türkiye’’nin ulusal çıkarları, ortalama kahvehane münevverinin zekasından çıkacak çözümlerden daha fazlasına ihtiyaç duyuyor. Taşranın boğucu, zihni kısırlaştırıcı havasının ürünü kanaat önderlerinin dillendirdiği, kaba ve sığ milliyetçi hezeyanların, Türkiye Cumhuriyeti’’nin kardeş halklarla oluşturacağı bölgesel inisiyatifi anlamaları mümkün değildir. Bu sebeple Türkiye Cumhuriyeti yüksek siyaset oluşturmak, konunun tarafı diğer ülkelerle karşılıklı çıkarlar temelinde işbirliği tesis etmek zorundadır.
Heyecanla annesine koşup ’“güneş bizi ısıtıyor’” çıkarsamasını annesiyle paylaştıktan sonra annesinden kendisine bir Einstein muamelesini göstermesini bekleyen ilkokul çocuğunun idrak seviyesinin ürünü olan ’“Türk’’ün Türk’’ten başka dostu yoktur’” önermesi üzerinden uluslararası bir güç olmak mümkün değildir. Bölgemizde sözü dinlenen güçlü bir devlet olmak istiyorsak ortak çıkarlar ekseninde ittifaklar tesis etmeliyiz.
Amerika’’nın kucağına oturup, ritmik hareketler yapan devletlerin, bu eylemi, Amerika’’ya aşık oldukları için yaptığını söyleyemeyiz. Uluslararası ilişkilerde sonuç güç ekseninde alınır. Diplomaside dostluk, sevgi laf-u güzaftır. Devletler birbirleriyle dost, sevgili değil, müttefik olurlar. Bu türden ittifakları dostluk, sevgi gibi kişisel ilişkilerde anlamlı olan kavramları ödünç alarak yapamayız.
Ermenistan’’la imzalanan protokol ve sonrasında sınır kapısının açılmasına gideceği umulan süreçte Türkiye, Ermenistan, Dağlık Karabağ dışında kalan Azeri topraklarından çekilmedikçe kapıyı açmamalıdır. Bu çekilmenin illaki tam bir çekilme olması da gerekli değildir. Ermenistan’’a özellikle kendi askeri doktrini çerçevesinde, Laçin koridorunun güvenliği sağlayacağını düşündüğü bölgelerden çekilmesi için ısrar edilmesine gerek yoktur. Bu konu zaman yayılabilir.
Ancak, hem Türk, hem de Azeri kamuoyunu memnun edecek miktarda, işgal edilmiş Azeri toprağından Ermeni askerlerinin çekilmesi gerekmektedir. Eğer bu durum gerçekleşirse Türkiye, Türk dünyası için gerçek bir idol olacaktır. Azerbaycan’’ın, büyük petrol gelirine ve nüfus avantajına rağmen sağlayamadığı başarıyı Türkiye sağlamış olacaktır. Düşünsenize bir ülkenin, üçüncü ülkedeki toprak işgaline, masada son veren ülke oluyorsunuz.
Bu durum Rusya’’nın vesayetindeki Aliyev hanedanının sürdürdüğü baskıcı rejimin meşruiyetini sorgulanır hale getirecektir. Karabağ kaçkınlarından bir kısmının Bakü ve civarındaki kamplardan yurtlarına dönmelerinin Azerbaycan’’da yaratacağı coşku havası, Türkiye Türkleriyle sıkı bir kader birliği kurulmasını isteyen siyasi partilerin Azerbaycan siyaseti içindeki etkinliğini ve halk desteğini artıracaktır.
Türkiye için vazgeçilmez unsur Nahcivan ve Azerbaycan, dolayısıyla Türkiye arasında kesintisiz kara ve demiryolu ulaşımına, ayrıca boru hatlarının inşasına izin verecek egemenlik hakkı tam bir kara koridorunun tesis edilmesidir.
Dağlık Karabağ’’da Türkiye’’nin makul olması gerekmektedir. Bu ifademiz Azeri kardeşlerimizi üzecek, bizi Ermeni muhibbi, bir hain olarak görmelerine yol açacaksa da nesnel gerçeklik bunu önümüze koymaktadır.
Tarihsel süreç içinde nüfusunun %77’’sini Ermenilerin oluşturduğu Dağlık Karabağ’’ın tam bir egemenlik çerçevesinde Azeri kontrolüne geçmesi için çalışmak, aşırı bir iyimserlik olacaktır. Türkiye Dağlık Karabağ’’da Ermeniler lehine kuvvetli bir otonomi ve Azerbaycan’’a kağıt üstünde hukuki bağlılık tezine yakın durmalıdır. Şüphesiz bu duruma Azeri kardeşlerimizin alışması kolay olmayacaktır ama diploması verirken kazanma sanatı değil midir?Bu tavize karşı Nahcivan ve Azerbaycan arasındaki kara koridoru, Azeriler için de bizim için de, uzun dönemli düşünüldüğünde eşsiz bir kazanç olacaktır.