Türkiye geleceğinin hikayesini mi yazıyor?

Tabii ki, başlığı kendimizce “yorumlayacağız” ama...

Öncesi var...

Şöyle bi’düşündünüz mü?

Neden?

ABD Başkanı Trump...

Bir yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı “çok akıllı adam” diye överken...

Diğer yandan...

Türkiye’yi...

HTŞ (Şam Kurtuluş Heyeti) aracılığıyla...

“Suriye’ye çöktü” suçlamasında bulunuyor?

Şaşırtıcı değil mi?

***

Buna karşın...

Süper ülkenin lideri Trump...

Yine hassas bir konuya değindi:

“Türkiye isyancıları destekleyerek...

Çok fazla can kaybı yaşanmadan ve düşmanca olmayan...

Bir devir gerçekleştirdi... Şu anda Suriye'de çok fazla belirsizlik var... Bence Türkiye Suriye'nin anahtarını elinde tutacak...”

Bu sözler...

Kimilerine göre “alkış” değerinde olsa da...

Açık ve net olan bir “ayrıntı” hemen kendisini belli ediyor:

“Madem anahtar Türkiye’de, o zaman her türlü olumsuzluğu Türkiye’ye fatura etmek işten bile değil!”

İyi niyetli soru şu:

Neden her şey bize fatura ediliyor?

“Hayırlı Cuma’lar...” deyip...

13 yıl önce (29 Nisan 2011)

Cehennem’den kaçan ilk 252 kişilik Suriyeli kafilesine...

Türkiye’den başka kim kucak açtı?

Bugün milli sınırlarımız içinde yaşayan Suriyeli sayısı...

Çoluk – çocuk “dört milyon”...

Hatta biraz daha fazla...

15 gündür...

“Savaş bitti; memleket’e dönüyoruz...” bahanesiyle...

Sözüm ona bize veda ediyorlar...

Vatandaş haklı olarak soruyor:

“Bunlar gerçekten yakılmış / yıkılmış Suriye’ye döner mi hiç?”

Al sana örnek:

Devlet Baba’ya göre

20 gündür...

Sözüm ona bize veda eden “Suriyeli sayısı” 7 bin civarında...

***

Sokakta vatandaşa sorarsanız...

Şöyle diyecek:

“Amerika’nın patronu Trump bize gaz veriyor!”

İşte...

Tam da bu sırada...

Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan ne dedi?

Şunu dedi:

“Türkiye, Türkiye'den daha büyüktür...

Millet olarak ufkumuzu 782 bin kilometrekareyle sınırlandıramayız... İnsan nasıl kaderinden kaçarak kurtulamazsa... Türkiye ve Türk milleti de mukadderatından kaçamaz, saklanamaz...”

***

Bu sözlerin, biraz daha açılmasında yarar yok mu?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti...

Gerekirse(!) sınırlarını mı genişletmek arzusunda?

Sayın Cumhurbaşkanı...

Kimselerin aklına gelmeyen biraz da üstü kapalı...

Bir projeyi...

Kimsecikleri heyecanlandırmadan anlatmayı mı tercih etmişti?

***

Son yılların en etkileyici “yukardaki söylem”in içinde...

Millet olarak ufkumuzu 782 bin kilometrekareyle sınırlandıramayız!”...

Cümlesi dikkat çekicidir...

Kimileri bu cümleyi...

“Yoksa sınırlarımızı mı genişleteceğiz?”

Şeklinde yorumlasa da...

Bir başka cümle en az üstteki kadar dikkat çekici:

Sayın Cumhurbaşkanı diyor ki:

“Kendi hikayemizi yazmanın mücadelesini veriyoruz...”

Anlaşılan...

Bütün mesele şu cümlede hayat bulacak:

“Kendi hikayemizi yazmak zorundayız!”

Bu kesin...

Ama nasıl?

***

Bitiriyoruz...

Asıl sorun şu:

Cumhuriyet 101’nci yaşını kutluyor...

Bu süre içinde 27 hükümet görev yaptı...

Bu millet...

“12 Cumhurbaşkanı” gördü...

Acaba...

“Kendi hikayemizi yazmakta geç mi kaldık?”

***

Bu soruyu...

Asırlık CHP'de...

Neredeyse hemen her “1 Numaralı” koltukta görev yapmış…

Değerli büyüğüm Bülent Baratalı'ya sordum...

İşte Sayın Baratalı'nın yorumu:

***

“Türk halkı hikayesini yazalı 100 yılı aştı... Bazıları bunun farkında değil, veya olmak istemiyor! Şöyle ki, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları (ya istiklal ya ölüm) düsturu ile yola çıktılar... Süngü ve diplomasiyle Kurtuluş Savaşı’nı kazandılar... Dünyada ilk kez yedi düvelin emperyalizmini yendiler... Bu zafer sömürge ve yarı sömürgelerde bağımsızlık ateşini yaktı... Cezayir’de Fransızlar’a karşı savaşan milliyetçilerin cebinde Mustafa Kemal fotoğrafları vardı... Gandi, “Mustafa Kemal İngilizler’i yenene kadar O’nu Tanrı ya da İngiliz zannetmiştim” demişti... Winston Churchill, Atatürk için, “Dünyanın farkına erken varanlardan...” demiş ve eklemişti: “Çanakkale’de her şey bizden yanaydı; kazanmak için ne varsa lehimizdeydi... Mutlaka yenecektik... Ne var ki, bir şeyi hesaba katmamışız; Mustafa Kemal’i... Bağrımda İngiliz gururu olmasa Türkler’i alnından öperek kutlamak isterim...” Örnekleri çoğaltabiliriz... Bugün Küba devrimcileri “Nutuk” okuyor ve ülkenin en gözde yerlerine Atatürk heykelleri dikiyor... İşte bu dahi ile Türkiye halkı Kurtuluş Savaşı’nı kazandı... Lozan’da şerefimizle Milletler Topluğu’nda yerimizi aldık... 1936’da Montre Boğazlar Sözleşmesi’yle “Türk Boğazlar Rejimi” kuruldu.. Süngülerle ve diplomasiyle yeni bir devlet kurulmuştu ve adı “Türkiye Cumhuriyeti Devleti”ydi... Başımızda, “Özgürlük ve bağımsızlık benim karekterimdir” diyen Maraşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk vardı... Ülkemize ve toprağımıza göz dikeni yok ettik! Kimsenin toprağına göz dikmedik... Bu nedenle “Yurtta Suln Cihanda Sulh” ilkesini hayata geçirdi Atatürk... Osmanlı’nın bize bıraktığı Konya’yı kapsayan toprağı 782 bin kilometrekareye çıkardık... Ancak Lozan’da statüsü geri bırakılan “Musul, Kerkük ve Hatay” sorunu vardı... Hedef bunları da anavatana katmaktı... Ne var ki; emperyalistler, İngilizler ve yerli işbirlikçileri ilk isyanları başlattılar... Yurdumuz bu isyanlarla uğraşırken Musul ve Kerkük elden gitti... Hatay’ı, Atatürk’ün ölümcül gayretleriyle anavatana kattık... Artık, “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” söyleminin içini doldurma zamanı gelmişti... Komşularımızla sınırlarımızı ve barışımızı pekiştirmemiz gerekiyordu... İran’la yapılan “Kasr-ı Şirin”  anlaşmasından beri (17 Mayıs 1639) barış içindeyiz... Atatürk, Şah Rıza Pehlevi ile ilişkilerini büyüttü... O’nu Türkiye’ye davet ederek ülkemizi ve gücümüzü tanıttı... “Gümrü Anlaşması” ile Ermeniler’e karşı, “Kars Anlaşması” ile Azerbaycan, Gürcistan sınırları sabitlendi... Lozan’da ise zaten Yunanistan ve Bulgaristan sınırları belirlenmişti... Komşularımızla “sırf” sorundan “sıfır” sorunu yakalamıştık... Sonra “Balkan” ve “Sadabad” paktlarını kurduk... 1934 tarihli Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya ile “BalkanPaktı”, 1937’de İran, Afganistan ve Irak ile “Sadabat Paktı” kuruldu... Artık sınırlarımız güvenliydi... Sıra her konuda gelişme ve kalkınmamıza gelmişti... O da başarıldı... En önemlisi akılcı politika ile Atatürk “Turan ve Kızıl Elma” rüyasını kapatmıştı... Ama emperyalistler durmuyordu... Onların Orta Doğu kara sevdaları hiç bitmiyordu... Çünkü o coğrafyada mama vardı... Tanrı oraya her şeyi vermişti... Fosil yataklı enerji kaynakları, en kısa yoldan emperyalistlere ulaşacaktı... Şimdi de  Dicle ve Fırat’ın sınar aşan suları petrolden değerli hale geldi... İsrail için, Davut hattı petrolün Akdeniz’den nakli için Filistin’i, Lübnan’ı ve Suriye’yi vurup kırması bu yüzden...  Dicle ve Fırat’ın uluslararası yönetimi için deneme yaptılar, bu suların kontrolüne göz diktiler ama bu istek TBMM’den geri döndü... “Sykes – Picot Anlaşması” ile böldükleri Orta Doğu, sonunda kurulan devletlerle emparylasitler için kullanışlı devletler coğrafyası olmuştu... Ne hikmetse(!) petrol bizim sınırlarımız dışında kaldı! Her nasılsa şimdi yine “Sykes – Picot” ile buradaki durumlarını Büyük Ortadoğu Projesi ile yenilemek istiyorlar.... Ama bu devletçiklere ya yeniden kurulacak garnizon devletçiklerine bir ağabey ya da bir eşbaşkanlık gerekiyordu... Buldular, Türkiye... Buradaki isteklerini Turgut Özal’a yaptırmak istediler... Rahmetli çok hevesliydi ama TSK komuta kademesi istifa ederek durdurdu Özal’ı... “Bir koyup üç alacaktık” ama hiçbir şey alamadık terör patladı... Ecevit’e yaptırmak istediler; reddetti, başbakanlığı gitti, partisi darmaduman oldu... Baykal’a yaptırmak istediler, kabul etmedi; direndi o da siyasetten gitti... Dokunan yanıyordu... Şimdi Suriye’deyiz... AK Parti’nin ideologları Türkiye’nin güvenliği ile ilgili olarak Adriyatik’ten Çin’e kadar(!) bir hat çiziyorlar... Eskimiş Turan / Kızıl Elma hikayeleri... Olur mu, olmaz! Emperyalizm gözümüzün içine bakarak, “Siz saniyeleşmek için uğraşmayın... Çok önemli bir ihraç ürününüz var, Türk Silahlı Kuvvetleri... Onu ihraç edin...” demişlerdi... Yani, Ordumuz ve Suriye Milli Ordusu, Ortadoğu’da ABD askerleri çekilince onların yerini mi alacak? Trump onu mu demek istiyor? Yorgun olmayan ordumuzu, Orta Doğu bataklığına mı sokacağız? Onun için mi arkamızı sıvazlıyor ABD Başkanı? Neden bize 782 bin kilometrekare yetmiyor? Bizim görevimiz, kendi coğrafyamızda ülkemizi geliştirmek, büyütmek, gönence (refah) arttırmak değil mi? Aslında olması gereken bence budur... Turan rüyasından vazgeçmeliyiz... O zaman şu soruları gün ışığına çıkarmak zorundayız: Ortadoğu’da Winston prensiplerinin 12. Maddesi’ne göre yeni devletçikler mi kurulacak? Onların bizden toprak talepleri mi var? Kürdistan topluluklar birliği (KCK) sözleşmesi yürürlükte mi? Onu görmüyor muyuz? Aman dikkat! İnönü’nün dediği gibi, “Büyük devletlerle ilişkiye girmek, ayı ile çuvala girmektir!” Arkasında ne olduğunu bilmediğimiz kapıyı açmayalım... Ve hepsinden önemlisi...

“Dikkat! Dimyat’a giderken evdeki bulgurdan olmayalım...”

Nokta...

Sonsöz: “Bir ulus, sımsıkı birbirine bağlı olmayı bildikçe yeryüzünde onu dağıtabilecek bir güç düşünülemez... / Gazi Mustafa Kemal Atatürk...”