Trump’ın Nobel, halkların yaşam hakkı arayışı!

Trump’ın Nobel, halkların yaşam hakkı arayışı!

“Nobel ödülünü hak ediyorum” dedi. Sosyal medya platformu üzerinden kendisi için “Kralımız çok yaşa” ifadesinde bulundu. Son başkanlık seçimlerinden önce “Başkan seçilirsem, 24 saat içinde Ukrayna-Rusya savaşını bitirebilirim” iddiasında bulundu. Defalarca “Savaş istemediğini, dünyaya barış getireceğini” öne sürdü. “Amerika’yı yeniden büyük” yapma sloganıyla seçim kampanyası yürüttü ve her seçim konuşmasında kendisi ile ekibi MAGA (Amerika’yı yeniden büyük yap) amblemli şapkalarla dolaştı…

Gerçekte olan ne?

Alfred Nobel (1833-1896), İsveçli kimyager, mühendis, mucit ve iş insanıdır. En çok, dinamiti icat etmesiyle tanınır. Yaşamı boyunca 350’den fazla patent almış ve silah sanayisinde büyük bir servet edinmiştir. 1888 yılında Alfred Nobel’in kardeşi Ludvig Nobel vefat ettiğinde bir Fransız gazetesi, Alfred Nobel öldü zannederek “Ölüm taciri öldü” başlıklı bir haber yayımladı. Bu haber, Nobel’i derinden etkiledi ve ölümünden sonra nasıl hatırlanmak istediğini sorgulamasına yol açtı. Bu nedenle Alfred Nobel, 1895 yılında vasiyetinde servetinin büyük bir kısmını insanlığa fayda sağlayan kişilere ödül verilmesi için ayırdı. Nobel’in bu kararı, ölümünden sonra adının sadece bir silah tüccarı olarak anılmasını engelleyip, insanlığa katkı sağlayan kişileri onurlandırmayı amaçladı. Nobel’in 1896’da ölümüyle birlikte, vasiyetinde belirttiği şekilde “fizik, kimya, tıp, edebiyat ve barış” alanlarında ödüller dağıtılma konusu tartışılmaya başlandı. 1900 yılında İsveç hükümeti, Nobel Vakfı kurarak, ödüllerin verilmesini kurumsallaştırdı. 1901 yılında ilk Nobel Ödülleri verildi.

Trump, ilk başkanlık dönemi dahil, sayısız kere Nobel Barış Ödülü'nü hak ettiğini dile getirerek, bizlere alçakgönüllülüğün ne anlama geldiğini gösterdi! İlk başkanlık sürecinde, Kuzey Kore lideri Kim Jong-un ile yaptığı tarihi (!) görüşmelerden Orta Doğu'da "barışı" getiren (evet, tırnak içinde) İbrahim Anlaşmalarına kadar, her adımında ödüle göz diktiğini, açık seçik ifade etmekten kaçınmadı. Başka ülkelerin topraklarını ilhak tehditleri savuran, göçmenleri yasal olmayan bir şekilde ülkeden kovan, yeşil kartı olan bir doktora öğrencisini Filistin’i destekleyen gösterilere önderlik etti diye avukatına dahi haber vermeden kaçırıp göz altına alan ve arkasından yeşil kartını iptal ettiğini açıklayan, diplomasi yerine kavgayı yeğleyen ve en son federal fonlarla desteklenen seksen yıllık “Amerikan’ın Sesi” adlı yayın kuruluşunu bir kararnameyle kapatıp, 1300 çalışanını işsiz bırakan Trump “Nobel Barış Ödülü” beklemesinde kim beklesin, öyle değil mi!

Sanırım bunca anlamlı çabasına rağmen, hak ettiği (!) ödülü bir türlü alamayan Trump, bu duruma hayli içerlemiş olmalı ki "Eğer beni ödüllendirmeyecekseniz, ben de barış getirmem" gibi bir yaklaşım benimsemeye başladı! Zira, daha önce çeşitli açıklamalarında “savaş istemediğini ve dünyaya barış getirmeyi hedeflediğini” belirtmesine rağmen 16 Mart’ta Yemen’de Husi milislerine karşı geniş çaplı hava ve füze saldırıları başlattı…

Saldırıların nedenleri; ABD'nin bölgedeki müttefiklerinin güvenliğini koruma, deniz ticaretinin güvenliğini sağlama ve İran'ın bölgedeki nüfuzunu sınırlama gibi gösterilse de gerçek sebepler görünenin biraz daha ötesinde… Bu müdahaleler, aslında fazlasıyla derin jeopolitik ve stratejik hedefler taşıyor:

Küresel hegemonya ve enerji güvenliği

Kızıldeniz, dünya petrol ve ticaretinin yaklaşık %12’sinin geçtiği kritik bir su yolu. ABD’nin bu bölgedeki müdahaleleri yalnızca ticari kaygılarla değil, Orta Doğu’da enerji kaynakları üzerindeki kontrolünü güçlendirme amacına da hizmet ediyor. Trump, bu operasyonlarla ABD’nin küresel enerji pazarında hâkimiyetini sağlamlaştırmayı hedefliyor.

Çin’in “Kuşak ve Yol” projesini engelleme

Çin’in, Afrika ve Orta Doğu'da artan ekonomik nüfuzu, ABD için uzun süredir bir endişe kaynağı. Yemen ve Kızıldeniz, Çin’in “Kuşak ve Yol” projesi kapsamında Afrika ve Avrupa’ya ulaşan önemli ticaret hatları üzerinde bulunuyor. Trump yönetimi, Husi saldırılarını bahane ederek bu bölgede askeri varlığını artırıp, Çin’in etkisini sınırlamayı amaçlıyor olabilir.

İsrail ve körfez müttefiklerini güçlendirme

ABD’nin bu saldırılarla bir diğer hedefi, İran destekli Husileri zayıflatarak, İsrail’in ve Körfez Arap ülkelerinin güvenliğini sağlamak. Husiler, İran’ın vekil gücü olarak bölgedeki ABD müttefiklerine doğrudan tehdit oluşturuyor. Trump, bu operasyonlarla hem İsrail’i hem de Suudi Arabistan ve BAE gibi Körfez müttefiklerini koruyup, bu ülkelerle olan stratejik iş birliğini pekiştirmek peşinde görünüyor.

İç politikada güç gösterisi

Trump’ın bu tür saldırıları başlatması, sadece dış politika hamlesi değil, aynı zamanda iç politikada milliyetçi seçmeni mobilize etme ve liderlik gücünü pekiştirme stratejisi olarak da okunabilir. Başkanlık döneminde güçlü bir lider imajı çizmek isteyen Trump, askeri operasyonlarla Amerikan halkına “güvenlik sağlayan lider” mesajı vermek istiyor da olabilir.

Silah endüstrisine destek

ABD’nin askeri operasyonları, aynı zamanda ülkenin devasa savunma sanayisine ekonomik kazanç sağlar. Husi tehdidi gibi krizler, Pentagon’un bütçesini artırma ve büyük savunma şirketlerine yeni ihaleler açma fırsatı yaratır. Amerika’nın saldırıları, bu sektörü desteklemek ve Trump’ın savunma sanayiiyle olan yakın ilişkilerini güçlendirmek için iyi bir fırsat yaratabilir.

Trump’a göre, eğer dünyada barışın bir heykeli dikilecekse o heykel, golf sahasında diplomasi yürütme becerisiyle tanınan kendisine ait olmalı. Ne de olsa, bir tweet atarak savaşları bitirebileceğine inanmak, modern diplomasinin geldiği son noktayı temsil ediyor! Kızıldeniz'de ticaret gemileri daha fazla navlun ödemesin diye füzeler yağdıran Trump, bir yandan ticari yolları koruyor, bir yandan da barışa (!) katkı sağlıyor. Kapitalizmin altın kuralı işliyor: Önce kâr, sonra barış. Ya da Trump'a sorarsanız, ikisi aynı anlama geliyor. Elbette, Nobel Barış Ödülü adayı olmak kolay iş değil. Biraz şov, biraz tehdit, bolca "Ben olmasam dünya düzensizliğe sürüklenir" edasıyla boy göstermek gerek…

Trump, Nobel Barış Ödülü almak için uğraşadursun, dünya halklarının Nobel hayali yok, onlar; savaşlardan, açlıktan, yoksulluktan yorulan, ezilen, sömürülen ve ayrımcılığa uğrayanlar olarak hayatta kalma mücadelesi veriyor… Bu bağlamda, Trump'ın Nobel Barış Ödülü peşindeki ironik çabaları karşısında, önemli bir meseleye dikkat çekmek gerekiyor: Faşizmin yükselişi ve buna karşı durmanın aciliyeti.

Trump'ın politikaları ve söylemleri, birçok analist tarafından faşizmin modern bir tezahürü olarak değerlendiriliyor. Örneğin, “The Guardian'da” yayımlanan bir makalede, Trump'ın ikinci dönem başkanlık kampanyasında açıkça siyasi rakiplerini yargılamayı ve diktatoryal yetkiler benimsemeyi tehdit ettiği belirtiliyor. Eski Beyaz Saray Genel Sekreteri John Kelly ve diğerleri, Trump'ı anayasal hukuku hiçe sayan ve diktatoryal yönetim eğilimleri gösteren biri olarak tanımlıyor. Bu tür eğilimler, sadece ABD için değil, dünya genelinde de demokrasi ve insan hakları için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Oysa, gerçek barış ve adalet, otoriter eğilimlere karşı durmakla mümkün. Bu nedenle, Trump'ın faşist eğilimlerine karşı mücadele etmek, sadece ABD'de değil, tüm dünyada demokrasiyi ve insan haklarını savunmanın gereğidir.

Her zamanki gibi; halkların barış ve adalet içinde yaşayabileceği bir dünya için, otoriterliğe ve faşizme karşı “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya da hiçbirimiz” diyoruz…