telaşsız kentim: BİRGİ...

evvel zaman içinde kalbur saman içinde, aydınoğulları beyliği'ne başkentlik yapmış… dokusunu kaybetmeden bugünlere dek yaşamış… sessizce gelip giden, yerli ve yabancı misafirlerini ağırlamış… gözümüzün önündeyken bile, gözümüzden ırak bir yerde; izmir ödemiş'te, kendini korumuş bir kent var, biraz ötede!..
bir öğle vakti, bir başıma vardığım bu sessiz kente, aslında ilk gelişim değildi. önceki gelişim de, hem aklım hem de etrafım biraz kalabalıktı. geri dönerken, bu nedenle gözüm arkada kalmıştı, diğer bütün gözü arkada kalanlar gibi!.. pansiyonun önünden akan, derenin ardındaki su arkında, sabahın beşbuçuğunda yüzümü yıkarken kendime söz vermiştim: zihnimdeki çıfıt çarşısını yanıma almadan, bir başıma, buraya tekrar gelecektim…
...
sükunete doğru yol aldığımın bilinciyle, yolculuğumu da yavaştan alıyor… bir yerlere varmanın telaşını, telaşsızca tren vagonlarından birine bağlıyorum. basmane garından bir yerlere gitmeyeli, adeta yüzlerce yıl geçmiş sanki!.. tren saatini beklerken, masumiyet zamanlarımda geziniyorum…
işte buradayım!.. kendini pamuklara sararak korumuş, telaşsız kentim: BİRGİ'de…
odaya yerleştikten sonra, bahçedeki ağaçların altında salınan hamağa, sonsuz bir teslimiyet içinde uzandım. yanı başımdan göğe doğru uzanan yüce çınar ağacına, sonra da ceviz ağaçlarına 'merhaba' dedim. gözlerimi, ağaçların farklı tondaki yeşilleriyle doldurarak, süresizce kapattım. şimdi, sadece dinle(n)mek istiyordum, hiç konuşmadan… ağustos böceklerinin sesi, gözlerimi kapattığım an kulaklarıma doğru koşuştular… şimdi, karınca olmayı bırakıp ağustos böceği olmanın… 1 ay ömrüm olduğunu unutmadan, keyfini çıkarmanın zamanıydı!.. dudağımın kenarında asılı duran hafif bir tebessümle, sadece erkek ağustos böceklerinin konuştuğu (ya da ötebildiği mi desem) kadınların da çiftleşeceği erkeğini seçtiği, kimisi 1 ay, kimisi de 1 aydan kısa hayatları dinliyordum. kadınların ötemediği ama seçici olabildikleri nadir bir dünya:)) ben de, düzene ayak uyduruyor ve asla ötmeye çabalamıyorum.
gözlerime dolan; yeşil ve kulaklarıma dolan; erkek böcüklerin çığlıklarıyla birlikte, küçük bir birgi turu atmak için, hamaktan doğruluyorum. hedefim, birgi girişinde olduğu için yanı başında bir türlü duramadığım, servi ağacının yanına gidip, ona dokunabilmek. çevreden yayılan sükuneti içime doldurarak, servi ağacına doğru, kentin yavaşlığını da bozmadan yavaş adımlarla ilerliyorum. yol boyunca; korna çalan arabalar yok… farklı melodilerle öten telefonlar yok… görünce artık yadsımadığımız, sokak kedi ve köpekleri yok… en enteresanı, ortalıkta pek insan da yok…

kadrajıma sığamayan, yüce servi ağacıyla buluşuyoruz. ona dokunabiliyorum ama gövdesinin kocamanlığından ona sarılamıyorum. adeta bir sanat eseri gibi göğe doğru salınan bu serviye, hayranlıkla bakmaktan kendimi alamıyorum.
sabah, güne erken başlıyorum. amacım bol bol fotoğraf çekebilmek, köşe bucak birgi'yi keşfetmek. sıkı bir kahvaltı etmeliyim diyerek, günlerce tek başıma sahipleneceğim bahçeye iniyorum. kocaman bir çinko tepsi içerisinde, son yılların popüler tabiriyle hepsi organik olan, kahvaltılıklarım geliyor. hepsi çok iştah açıcı. kahvaltılıklar, tepsiden masaya aktarılırken, tek aç olanın ben olmadığım anlaşılıyor. masama, güzel bir kumru konuyor. meğerse kadroluymuş!.. çınaraltı'nda kaldığım günlerin sabahlarında, saat kaç olursa olsun, bu kuş, kahvaltıda beni hiç yanlız bırakmadı. bu arada, bu kuş ağzının tadını da biliyor doğrusu! neden mi? zeytinyağlı çökelek peyniri yiyen bir kuş gördünüz mü, hiç hayatınızda? şaka gibi ama gerçek!.. ara ara ekmekten parça alıp, zeytinyağlı çökeleğe bandırdığını (burasını abartıyorum:) gördükçe, sessiz ama içi dolu kahkahalar atıyorum. her sabah birlikte kahvaltı ettiğimiz için, artık adını öğrenmek istiyorum. yokmuş!.. ben de, kahvaltılarımı şenlendiren bu kuşa, bir isim vermek istiyorum. fakat kararsız kalıyorum, adı çınar mı olsun, yoksa çökelek mi bir türlü karar veremiyorum:))


kahvaltı sonrası, fotoğraf çekmek için yeniden, küçük ama şirin birgi sokaklarına çıkıyorum. bazen, bazı yerleri kelimelere dökmek çok zor olabiliyor. birgi'yi anlatamamak da böyle bir şey!.. klasik olacak ama, gidin - konaklayın - yaşayın demekten başka yapılacak tek şey, benim ilgimi çeken enstantaneleri sizlerle paylaşmak…

sanırım, birgi'de en çok ilgimi çeken şeylerden biri, ahşap kapıların güzelliğiydi…
pek çok yapı, restorasyondan geçmiş ve hala geçmekte… bu konuya değinmişken, ÇEKÜL*'ün birgi'deki 'kültürel kimlik' 'kültürel süreklilik' adına yaptığı çalışmalardan bahsetmemek, sanırım doğru olmaz. aslında iyisi mi, siz birgi'ye gidin, çekül evi'ne uğrayın ve 'Çekül Küçük Menderes Havza Koordinatörü', Arkeolog Emin Başaranbilek ile tanışın.. o, herşeyi size benden daha iyi aktaracaktır. emin beyin anlattıkları, okumam için ödünç verdiği birgi kitabında okuduklarım ve gördüklerimden o kadar etkilendim ki, izmir'e dönünce ilk işim, çekül merkezini arayıp, onları ve emeği geçenleri canı gönülden tebrik etmek oldu. şimdi, çekül ve yaptıklarıyla ilgili cehaletimi dindirmek için, bana gönderdikleri kaynaklardan, çekül'ü daha yakından tanımaya ve anlamaya çalışıyorum…

birgi'de, bitmesini hiç istemediğim, dört başı mamur dört gün geçirdim. bugünleri unutulmaz lezzetli kılan şeyi anlatmayı da sona sakladım: çınaraltı pansiyon**unu. sit alan olarak ilan edilmiş bir kentte, mehmet bey ve ailesinin sıfırdan yarattığı bu ev; sanki her zaman oradaymış gibi kent dokusuna uygun olarak inşa edilmiş.
ayrıca, birgi'de konaklayabileceğiniz tek yer!.. tek olmalarına rağmen, herşeyin, hatta hizmetin bile taze ve doğal olduğu çınaraltı'ndan, tazelenmiş ve kilo almış olarak ayrıldım:)) odun ateşinde yapılmış kızartmalar, koruk suyuyla hazırlanmış pişmiş turşular, mehmet beyin kendi eliyle yaptığı kavurmalar… dahasını anlatmayayım, ayıp oluyor sanırım!


görgülü bir mirasa, sessizce ve doğal bir şekilde teslim olmanın en lezzetli yolu, sanırım birgi'ye (çınaraltı'na) gitmek… usulca yanınıza sokulan ve giderken de bir gözünüzün mutlaka arkada kalacağı bu yere dair,paylaşacak o kadar çok an(ı) var ki!..
* www.cekulvakfi.org.tr
** çınaraltı pansiyon : 232.5315358
(sakın ha, rezervasyonsuz gitmeyin. kimi zaman, iki ay sonrasına ancak yer bulunabiliyor!..)