Tarımda beslenmede Yeni Öncüler

Günümüz dünyasında ve ülkemizde gökdelenlerin gölgesinde, trafik gürültüsünün ve ekran parlaklığının arasında, bir grup insan sessiz bir başkaldırı halinde.  Onlar, ekolojik krizin, iklim krizinin ve modern toplumun tüketim çarklarının arasında sıkışmış ruhlarını kurtarmak için şehirleri terk edip kırsala sığınıyor. Bu dönüş, sadece bir yer değiştirme değil; aynı zamanda bir yaşam felsefesi, doğayla yeniden bağ kurma arzusu ve sürdürülemez bir sisteme karşı duruş.

Sıklıkla yazılıyor, biz de yazıyoruz. Dünya, insan eliyle yaratılan bir yıkımın eşiğinde. Ormanlar yanıyor, buzullar eriyor, nehirler kuruyor ve biyoçeşitlilik her geçen gün azalıyor. İklim krizi, artık bilimsel bir uyarı olmaktan çıkıp günlük hayatın bir gerçeğine dönüştü: seller, kuraklıklar, aşırı sıcaklar. Bugünlerde İzmir 30 dereceleri görüyor, haftaya 20 derece birden soğuyacakmış. “Hani yağmurlar?” diye endişe ile soruyoruz. Bu felaketlerin ortasında, şehirler beton hapishaneler gibi yükseliyor; enerji tüketimi, karbon ayak izi ve atık dağlarıyla gezegeni daha da boğuyor. Kırsala dönenler, bu çöküşü izlemek yerine, elleriyle toprağı işleyerek, suyu koruyarak ve doğanın ritmine uyum sağlayarak bir alternatif yaratmaya çalışıyor.

Modern yaşam, bir yandan konfor vaat ederken diğer yandan ruhu ve bedeni tüketiyor. Sonsuz bir üretim-tüketim döngüsü, insanları iş-yemek-uyku üçgenine hapsediyor. Fabrikalar duman püskürtürken, market rafları tek kullanımlık plastiklerle dolup taşıyor. Şehirlerdeki yalnızlık, gürültü ve hız, bireyleri bir makinenin dişlisine çeviriyor. Kırsala yönelenler, bu sisteme “hayır” diyor. Onlar için kırsal, sadece bir kaçış değil, aynı zamanda bir onarım alanı: Hem doğayı hem de kendilerini yeniden inşa etme şansı.

Kırsala dönüş, romantik bir tablo değil; emek, sabır ve direnç gerektiriyor. Şehirden gelenler, ellerinde telefonlar yerine çapalarla tanışıyor; klimalı odalar yerine rüzgârın serinliğini, hazır gıdalar yerine kendi ekip biçtikleri mahsulleri tercih ediyor. Bazıları permakültürle toprağı canlandırıyor, bazıları eski taş evleri restore ederek sürdürülebilir bir sığınak kuruyor. Elektrik yerine güneş panelleri, su şebekesi yerine yağmur suyu toplama sistemleri… Bu insanlar, azla yetinmeyi öğrenirken, doğayla bir ortaklık kuruyor.

Kuramayanlar ise son dönemde Urla-Karaburun aksında sıkça gördüğümüz gibi bırakıp kaçıyorlar. Kolay değil elbette. Kırsalda yaşam, şehirdekinden farklı bir mücadele demek. Mevsimlerin belirsizliği, altyapı eksikliği, yalnızlık ya da yerel halkla uyum sağlama çabası. Modern alışkanlıkları tamamen bırakmak kolay değil; internete erişim ihtiyacı ya da şehirdeki sevdiklerinden kopamama gibi çelişkiler sıkça ortaya çıkıyor. Yine de bu insanlar, kusurlu da olsa, kendi elleriyle bir anlam inşa etmenin peşinde.

Kırsala dönenler, belki dünyayı kurtaramayacak. Ama küçük ölçekte, kendi yaşamlarını dönüştürerek bir mesaj veriyorlar: Sistem değişmezse, biz değişiriz. Toprağa ektikleri her tohum, betona karşı bir zafer; her onardıkları eski ev, tüketim kültürüne bir meydan okuma. Onlar, insanlığın doğayla barışmasının hâlâ mümkün olduğuna inananlar. Ve belki de bu inanç, çökmekte olan bir dünyanın karanlığında küçük ama parlak bir umut ışığı.

Dilerim öyle olur…

Prof. Dr. Ebru Güzel’in “Yeni Öncüler” kitabını yeni okuyabildim.

Değerli dostum Recep Topçu imzalatıp göndermiş sağ olsun. Kitap antropolojik ve etnografik bir perspektiften Türkiye’de kırsala yerleşen bireylerin hikayelerini ve bu yaşam tarzının altında yatan motivasyonları ele alıyor. Aslında aklı başında herkesin derdi olması gereken “ekolojik kriz, iklim krizi ve modern toplumun sürdürülemez yapısına tepki” üzerine birçoğu dostumuz olan insanların hikayesi var kitapta.

Kitap, “yeni öncüler” terimiyle, şehir hayatını terk ederek kırsalda yeni bir yaşam kurmaya çalışan bireyleri veya toplulukları tanımlıyor. Bu kişiler genellikle ekolojik duyarlılık, sürdürülebilirlik ve doğayla uyumlu bir yaşam arayışı içinde. Bu öncüler, kırsalda tarım, permakültür, doğal yapı inşası gibi pratiklerle hem kendilerini hem de çevrelerini “onarmaya” çalışıyor. Kitap, ne tam bir “kılavuz” ne de bir “övgü”; daha çok bir gözlem ve analiz sunuyor.

Kitap, Alfa Yayınları tarafından 2020 yılında yayımlanmış. 496 sayfa. Ebru Güzel, bu eserinde Türkiye’de kırsala yönelen bir grup insanı, yani “yeni öncüler” olarak adlandırdığı bireyleri ve toplulukları ele almış. Bu kişiler, modern yaşamın getirdiği çevresel, toplumsal ve ekonomik krizlere karşı bir tepki olarak şehirlerden kırsala dönmeyi tercih edenlerden oluşuyor.

Kitapta, kırsala dönüş hareketinde kadınların öncü bir rol oynadığına dair örnekler var. Kadınlar hem üretimin hem de doğayla bağ kurmanın merkezinde yer alıyor ve bu, eril tahakküme karşı bir duruş olarak yorumlanıyor.

Kitap, sadece bir saha çalışması değil, aynı zamanda ekolojik antropoloji, feminist teori ve post-kapitalist düşünce gibi alanlardan beslenen bir analiz sunuyor.

Sevindirici olan şu ki Ebru Güzel, bu hareketi romantize etmekten kaçınmış. Kırsala dönüşün zorluklarını (ekonomik sürdürülebilirlik, sosyal izolasyon, bilgi eksikliği gibi) açıkça ortaya koymuş.

Kitapta hikayesi anlatılan insanlar içinde çok sayıda dostumuz var:

Ahsen Toktay: Karaman merkezli Alâ Dükkân’ı kurarak yerel, doğal ve geleneksel yöntemlerle üretilen ürünleri Türkiye’ye tanıtmaya çalışan bir girişimci. 2014’te başlayan bu proje, 2015’te hem fiziksel bir dükkân hem de aladukkan.com.tr adlı online platformla hayata geçmiş. Toktay, özellikle Karaman’ın bakir topraklarında yetişen ürünleri köylülerden tedarik ederek, kadınların emeğini değerlendiren bir iş modeli oluşturmuş. Güneş kurusu ürünler, Divle Obruk peyniri gibi yerel lezzetler ve eski usul tarım yöntemleriyle üretilen gıdalar Alâ Dükkân’ın öne çıkanları arasında…

Aysun Sökmen: “Aysun the Sütçü” olarak tanınan bir kadın girişimci ve süt üreticisi. İstanbul’da tekstil sektöründe uzun yıllar çalıştıktan sonra, 2000 yılında radikal bir kararla şehir hayatını bırakıp Silivri’deki Gündönümü Çiftliği’ni kurmuş. Eşi Mehmet Sökmen ve oğlu Can ile birlikte bu çiftlikte doğal, çiğ süt üretimi yapıyor. Çiftlikte ineklerini GDO’suz tahıl, silaj ve kuru otlarla besliyor; fabrika yemi kullanmıyor. Ürettikleri süt, “Aysun the Sütçü” markasıyla özellikle İstanbul’da evlere teslim ediliyor ve doğal, katkısız yapısıyla biliniyor. Çiftlik, 16 yıl üst üste “hastalıktan ari” sertifikası alarak Türkiye’de bu alanda dikkat çekiyor. Ayrıca, Aysun Sökmen sadece süt üretimiyle yetinmemiş; 8bin100 projesiyle de adından söz ettiriyor. Bu proje, Türkiye’nin 81 ilinde 100’er topluluk kurarak ekolojik, ekonomik ve sosyal açıdan sürdürülebilir bir sistem hayal ediyor.

İzmir Tarihi Havagazı Fabrikasında düzenlediğimiz 10 Aralık Terra Madre Gününde Defne Koryürek ve toprak analarımızla beraberdik. (2016)

Defne Koryürek: Slow Food hareketinden değerli dostumuz Defne Koryürek, Ayvalık köylerinden birinde Vasıf Kortun ile bir “misafirperverlik ve iş birliği projesi” olarak Mutluköy Konukevi’ni kurarak, kırsalda sürdürülebilir bir yaşam ve düşünce platformu oluşturmayı hedeflemiş. Mutluköy Konukevi, tarım, gastronomi ve ekolojiyle ilgili projeleri olan bireylere, günlük hayatın koşturmacasından uzak bir ortamda fikirlerini geliştirme imkanı sunan bir alan. Burası bir otel değil; konuklarına yalnız kalma, üretme ve yerel halkla etkileşim kurma fırsatı vaat eden bir mekan. Proje, iklim krizi ve medeniyetin getirdiği sınavlar karşısında, pratik çözümler üretebilecek öncüleri desteklemeyi amaçlıyor. Konuklar, belirli bir zaman diliminde (genellikle bahar ve güz dönemlerinde) burada kalarak projelerine odaklanıyor ve karşılığında Mutluköy ya da Ayvalık’ta bir atölye, söyleşi gibi etkinliklerle yerel topluma katkıda bulunuyor. (Bu projeyi daha sonra uzun anlatacağım N. A.)

Gürsel Tonbul: Antalya kökenli olan Tonbul, öğretmenlik eğitimi almış, ancak kariyerine turizm ve otelcilik sektöründe devam etmiş. 1995 yılında, ailesinin tarım arazilerini değerlendirmek ve doğal bir yaşam tarzı benimsemek amacıyla Kuşadası’nda Gürsel Tonbul Çiftlik İşletmesi’ni kurmuş. Tarım konusunda resmi bir eğitimi olmamasına rağmen, çocukluğundan gelen genetik hafıza ve büyükannelerinden, büyükbabalarından öğrendiği bilgilerle yola çıkmış. Tonbul, organik tarımı “doğanın düzenine saygılı, insan-hayvan-bitki dostluğuna dayalı bir model” olarak tanımlar ve bu alanda Türkiye’deki öncülerden biridir. Kendisi, toprağın, suyun ve yerel bilginin değerine inanıyor; bu doğrultuda bilge köylü kadınların geleneksel bilgisini yeni nesillere aktarmayı hedefliyor.  

İlhan Koçulu: “Abimiz” İlhan Koçulu, Kars’ın Boğatepe Köyü’nde doğmuş, kökleri Kafkasya’ya uzanan dördüncü kuşak bir peynir ustası ve aynı zamanda bir aktivist. Kendisi, doğal kaynakların sürdürülebilir kullanımı ve kırsal kalkınma için hayatını adamış bir isim. 2000’li yılların başında İstanbul’daki tekstil ve gıda sektöründeki hayatını bırakarak doğduğu köye dönmüş. Bu dönüş, köyün yaşadığı zorluklara çözüm bulma ve yerel kültürü yeniden canlandırma isteğinden kaynaklanıyor. Koçulu’nun vizyonu, sadece peynir üretimiyle sınırlı değil; aynı zamanda köylülerin, özellikle kadınların, ekonomik ve sosyal hayatta aktif rol almasını sağlamak. Koçulu, Boğatepe Çevre ve Yaşam Derneği’nin kurucusu ve lideri. Ayrıca Slow Food Kars Birliği, Doğu Anadolu Kalkınma Kooperatifi ve Tohum İzi Derneği gibi oluşumların da öncülerinden. “Eylemlilik ve örgütlenme” onun için vazgeçilmez ilkeler.

Oluş Molu: Akademik geçmişini ve şehir hayatını geride bırakarak ailesinin çiftliğine dönmüş ve burada doğayla uyumlu bir yaşam ve üretim modeli inşa etmiş. Oluş Molu, özellikle organik şarap üretimiyle dikkat çekiyor.  Üzümleri organik olarak yetiştiriyor, şaraplarını doğal yöntemlerle işliyor. Oluş Molu sadece bir üretici değil, aynı zamanda bir vizyoner. Toprağa dönüşü bir “özgürlük ve bağımsızlık mücadelesi” olarak tanımlıyor ve bu yolda Atatürk’ü kendine rehber aldığını söylüyor. Kadınların ve gençlerin tarımda aktif rol almasını teşvik eden bir kanaat önderi olarak da öne çıkıyor.

Pınar Kaftancıoğlu: Daha önce de bu köşede kendisinden söz ettiğimiz Pınar Kaftancıoğlu, Türkiye’de doğal tarım ve kırsal kalkınma denince akla gelen önemli isimlerden biri. Aydın’ın Nazilli ilçesine bağlı Ocaklı Köyü’nde kurduğu İpek Hanım Çiftliği ile tanınıyor.  Aileden kalan bakımsız arazilerle yatırım için aldığı zeytinlikleri ıslah ederek çiftlik hayatını kurmuş. Başlangıçta kızı İpek için doğal ürünler üretirken, zamanla artan mahsulleri İstanbul’daki arkadaşlarına göndermeye başlamış. Bu ürünler o kadar beğenilmiş ki, talep artmış ve İpek Hanım Çiftliği, doğal tarım ürünlerini Türkiye’nin dört bir yanına ulaştıran bir markaya dönüşmüş. Çiftlikte sebzeden meyveye, zeytinyağından bala, peynirden ekmeğe 175’e yakın ürün köylü kadınlarla birlikte üretiliyor. Pınar Hanım, “organik” etiketine mesafeli; Ege’nin köy ürünlerinin zaten yüzyıllardır doğal olduğunu savunuyor ve resmi organik tarım sertifikası almıyor. Ürünlerini kargoyla adrese teslim ediyor ve özellikle sağlıklı beslenmeye önem verenler arasında popüler.