Tahran zirvesi’nin ardından...

Geçtiğimiz hafta Türkiye, İran ve Rusya arasında düzenlenen Tahran Zirvesi, uluslararası kamuoyunda hala konuşulmakta...

Esas olarak Suriye'nin toprak bütünlüğü ve yeniden inşasının konuşulduğu zirveye toplantı kapanış kısmı damga vurdu.

Zirveyle ilgili kısma geçmeden önce İdlib operasyonundan başlayalım.

İDLİB OPERASYONU...

Suriye'de 7 yıldır devam eden iç savaşın sonuna gelinmek üzere...

İdlib bu savaşın son ve en önemli eşiğini oluşturuyor.

Çünkü İdlib'in rejim güçleri tarafından kurtarılması halinde Suriye'nin siyasi geleceğini ve yeniden inşasını konuşmak mümkün olacak.

Bu durumda Suriye'nin yangınına bir nebze olsun su döken ülkeler fazlasıyla karşılığını alacaklar. Kuşkusuz bunların en başında Rusya ve İran'ın geldiğini söylemeye bile gerek yok. Bunun farkında olan Türkiye'nin, Zeytindalı ve Fırat Kalkanı operasyonlarıyla elinde bulundurduğu bölgeleri müzakerede bir koz olarak kullanması muhtemel. Cumhurbaşkanı başdanışmanı İlnur Çevik'in 'Afrin'de 50 küsur şehidimiz var...Suriye'de inşaatları herhalde bizim şirketlerimiz yapacak, Washington değil' şeklindeki ifadeleri de bir anlamda Ankara'nın Suriye'nin geleceğine dair bakış açısını özetliyor...

Gelişmeleri yakından takip edenler bilecektir; zira Esad son iki yıldır Suriye'de kaybettiği toprakları ya savaşarak ya da muhalifleri silah bırakmaya ikna ederek yeniden kazandı. Silah bırakmaya ikna edilen muhaliflerin tamamı kontrol altında bulundurdukları bölgelerden tahliye edilerek İdlib'e yerleştirildi.

Dolayısıyla bu muhaliflerin an itibariyle İdlib'teki radikal İslami örgütlere katıldığını ya da en azından yakın ilişki içinde olduklarını peşinen söylemek gerek...

İdlib'teki durumu yorumlayan uzmanlar, bölgede El-Kaide, Tahrir el Şam (HTŞ), ÖSO, IŞİD ve Türkistan İslam Partisi'ne mensup onbinlerce savaşçı olduğundan bahsediyor. HTŞ çoğunlukta olmak üzere toplam sayının 70 bini bulduğu ifade edilmekte...

Bu bakımdan Rusya ve İran desteğiyle Esad güçleri tarafından gerçekleştirilecek İdlib operasyonun Türkiye için ikinci bir göç dalgası yaratacağı çok aşikar.

Fakat böylesi bir durumda göç dalgasının diğerlerinden çok farklı olacağı açık. Operasyon nedeniyle siviller arasına karışan savaşçıların Türkiye'ye sızma, hücreler kurma ve hatta Türkiye'ye cihat ilan etme ihtimali bulunuyor. Bu tehlike karşısında Ankara'nın Fırat kalkanı bölgesini bir tampon olarak kullanması muhtemel ancak operasyonun yaratacağı göç dalgası ile ne kadar başa çıkabilir, işte orası meçhul. Zaten Esad'ın bu seçeneği devre dışı bırakmak için Rusya ve İran'a baskıda bulunduğu bilinen bir gerçek...

Bu arada Rusya İdlib operasyonunun güçlü bir şekilde gerçekleştirilmesi için Doğu Akdeniz'deki donanmasına gün geçtikçe yeni bir savaşçı gemisi katıyor. Rusya'nın bu hamleleri, hem Akdeniz'deki Nato donanmasına karşı bir güç gösterisi hem de oradaki varlığının tescili olarak yorumlanmakta...

Trump'ın ise bu gelişmeler karşısında bir planı olmadığı alenen yazılıp çiziliyor. Ancak Amerika'nın İdlib'te kimyasal bir saldırıyı bahane ederek müdahele etmesi ve böylece savaşı başka bir boyuta taşıması hiç de uzak değil... Bu durum bir yandan bölgeyi provakasyonlara açık hale getirirken, öte yandan Amerika'nın olası müdahalesi Rusya-İran ve Türkiye arasındaki işbirliğine darbe vurabilir.

Kuşkusuz bu da tam Amerika'nın hesapladığı ve istediği bir sonuç yaratır: Yani 'kaos'.

Böylesi bir kaos içerisinde Türkiye'ye göre YPG ve PYD bileşenleri, Amerika'ya göre ise müttefik Kürtler tekrar diplomasi masasına dahil olur. Bunu, Amerika'nın oyuna tekrar dahil olduğu bir senaryo olarak da okumak mümkün.

Bu senaryo İdlib meselesinin Türkiye'nin yumuşak karnı olduğunu göstermekle beraber, Amerika'nın özellikle Türkiye'yi gözlemlemek için Tahran Zirvesi'ni beklediğini belirtelim.

Türkiye, İran'ın ev sahipliği yaptığı zirvenin son on dakikasında yukarıda değindiğimiz tehlikeleri ve bu kötü senaryoyu kendi açısından boşa çıkaracak bir çıkış yapmaya çalıştı ancak görünen o ki, bahsi geçen senaryo Rusya ve İran'ı caydırmaktan uzak.

Şimdi biraz Tahran Zirvesi'nden bahsedelim.

LİDERLERİN ATIŞMASI...

Görünürde her şey yolunda giderken zirvenin son on dakikalık kısmı toplantıya damga vurdu...

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin üç ülke arasındaki karşılıklı işbirliğinin devam ettirilmesi ve Suriye'de yeni anayasa yapılması gerektiğine dair konuşmasını tamamlamasının ardından, Cumhurbaşkanı Erdoğan söz alarak, İdlib operasyonun yaratacağı bir insanlık krizinin önüne geçmek için 'ateşkes' teklifinde bulundu. Buna karşılık Putin, ateşkesin tanım gereği taraflar arasında yapılan bir akit olduğunu satır arasında hatırlatarak, Al-Nusra, IŞİD ve Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) gibi örgütlerin masada temsil edilmediğini vurguladı.

Putin'in Erdoğan'a yönelik bu yanıtı, 'Ülkeni temsilen ve Türkiye Cumhurbaşkanı sıfatınla bu masada tarafsın. Fakat şimdi bu teklifinle masada kimin adına konuşuyor ya da hangi tarafı temsil ediyorsun?' demenin diplomatik bir ifadesi olarak okundu.

Erdoğan o anlarda bu yanıtın mahiyetini anladı mı bilmiyoruz ama hemen ardından yine söz alarak ifadelerini tekrarladı ve bu sefer söz konusu terör örgütlerine 'silah bırakma çağrısı' yapılması gerektiğini ifade etti.

Erdoğan'ın sonradan 'canlı yayınlanacağından haberimiz yoktu' dediği ve silah bırakma çağrısı teklifini yaptığı o anlarda İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in kameralara gülerken yakalanması ise elbet gözlerden kaçmadı...

Nitekim, Ruhani bir anlık şaşkınlıkla durakladıktan sonra, Erdoğan'ın bu teklifine son derece ironik bir şekilde yanıt vererek terör örgütlerine silah bırakma temennisinde bulundu ve toplantının kapanışını yaptı.

Erdoğan'ın ateşkes ve silah bırakma teklifi 12 maddelik sonuç bildirisinin hiçbir maddesinde yer almadı...

Zaten beklemek 'tuhaflık' olurdu...

Çünkü İran ve Rusya için mesele Özgür Suriye değil, Suriye'nin özgürlüğü meselesi...

Sonuç olarak, bildirinin ikinci maddesinden anlaşılacağı üzere söz konusu iki ülke, Türkiye'den ilkine değil, ikinci meseleye destek vermesini bekliyorlar ...