Suriye’de kartlar dağıtılmadan önce

Suriye, 20. yüzyılın başlarından itibaren, özellikle Fransız mandası döneminden başlayarak, seküler bir yönetim anlayışıyla şekillenmiştir. Bu seküler kimlik, 1963’te Baas Partisi’nin iktidara gelmesi ve Hafız Esad’ın 1970’te başlayan yönetimiyle pekişmişti. Esad rejiminin otoriterliği eleştirilse de Suriye’deki farklı etnik ve dini toplulukların görece bir arada yaşayabildiği bir düzen inşa edilmişti. Ancak 2011’de başlayan iç savaşla birlikte bu denge bozulmuş ve farklı ideolojik gruplar arasında şiddetli çatışmalar yaşanmıştır.

Savaş sürecinde ortaya çıkan aktörlerden biri olan ve 8 Aralık’ta Esad rejiminin devrilmesinden sonra, geçici hükümet olarak yönetime el koyan Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ); önceki seküler yönetim anlayışının yerine şeriata dayalı bir sistem inşa etme çabasıyla dikkat çekiyor. Şeriata dayalı bir hükümetin, uzun yıllar boyunca seküler bir yönetim anlayışına sahip olan Suriye'de toplumsal çatışmalara yol açma potansiyeli, birkaç ana faktöre dayanmaktadır. Bu faktörlerin başında; toplumsal çeşitliliğin dayandığı seküler değerlerin zedelenmesi, dini ve etnik azınlıkların maruz kalacağı ayrımcılık ve kadın hakları ile özgürlüklerinin kısıtlanması gelir.

Oysa Suriye’deki seküler bir yönetim anlayışı, farklı dinlere mensup toplulukların yanı sıra, dine dayalı olmayan kimliklerin de kamusal alanda kendini ifade etmesine olanak sağlamıştı. HTŞ’nin yönetimi ise bu çeşitliliği tehdit eden bir yapıdadır. Örneğin, kadınların kamusal alanlarda giyinme özgürlüğüne müdahale edilmesi, etnik azınlıkların haklarının göz ardı edilmesi ve dine dayalı hukuk sisteminin zorunlu kılınması, toplumda ciddi bir ayrışmaya neden olabilir. İdlib’de HTŞ yönetimi altındaki bölgelerde kadınların başörtüsü takmasının zorunlu kılınması ve kadınların kamu görevlerinden dışlanması, HTŞ’nin şeriata dayalı yönetiminde kadın haklarının nasıl yok edileceğine dair somut ve canlı bir örnektir.

Bu durum, daha şimdiden, Suriye’nin laik yönetim anlayışını benimseyen kesimleri arasında, derin bir endişe yaratmaktadır. Bu nedenle, seküler yaşam tarzı anlayışıyla mayalanan Suriye toplumunun, şeriata dayalı yeni bir düzene razı olacağını düşünmek safdillik olur. Dolayısıyla, Suriye’nin çok katmanlı toplumsal yapısında şeriat temelli bir yönetim anlayışının sürdürülebilir olacağını düşünmüyorum. Ayrıca HTŞ’nin, Suriye’deki şeriata karşı çıkan olası toplumsal çatışmaları önleyebilmesi dışında; uluslararası meşruiyet elde edebilmesi de Suriye’nin seküler geçmişini göz ardı etmemesi ve toplumsal çeşitliliğe saygı göstermesiyle mümkündür. Bu bağlamda, kadınların hükümette temsil edilmesi ve toplumsal haklarının korunması, HTŞ geçici hükümeti tarafından atılacak önemli bir adım olacaktır. Aksi takdirde, Batı’nın desteğini almak isteyen HTŞ’nin, bu tür bir dönüşüm olmaksızın uluslararası alanda kabul görmesi zordur.

Suriye'deki geçici hükümet olan Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ), şeriata dayalı bir yönetimde ısrarcı olmaması gerektiğini anlamalı ve bu hedefi elde etmek için birkaç önemli strateji izlemelidir. Bu stratejilerin temel amacı hem iç toplumu hem de uluslararası camiayı ikna edebilmek, uzun vadeli istikrarı sağlamak ve geniş bir destek tabanı oluşturmaktır. Şeriat temelli bir yönetim anlayışının, seküler geçmişi olan bir toplumda ciddi toplumsal ve uluslararası çatışmalara yol açabileceği göz önünde bulundurulduğunda, HTŞ’nin daha kapsayıcı ve dengeli bir yaklaşım benimsemesi gerektiği çok açıktır.

Bu tutum; Sünni, Şii, Alevi, Hristiyan, Kürt ve diğer toplulukların eşit haklara sahip olduğu bir ortam yaratmayı gerektirir. Toplumun farklı kesimlerinin birbirine güven duymasını sağlamak, şeriat temelli yönetim yerine daha adil, kapsayıcı bir yönetime geçişin temel adımı olacaktır; HTŞ, ekonomiyi yeniden inşa etmek ve halkın yaşam standartlarını yükseltmek için ekonomik reformlara odaklanmalıdır. Bu reformlar, serbest piyasa ekonomisinin desteklenmesi, yatırımcıların teşvik edilmesi ve iş gücüne katılımın artırılması gibi alanları kapsamalıdır. Kadınların iş gücüne katılımını teşvik etmenin, ekonominin daha dinamik hale gelmesini sağladığı unutulmamalıdır; HTŞ, uluslararası düzeyde daha fazla kabul görmek için, insan hakları, özgürlükler ve demokratik değerler konusunda taahhütlerde bulunmalıdır. Suriye’nin yeniden inşasında uluslararası toplumu dahil etmek için, farklı etnik ve dini gruplara eşit temsil fırsatı sunan demokratik ve laik bir hükümet yapısı hem cazip gelecek hem de güven verecektir. 

Hiç kuşkusuz şeriat; kadınların özgürlüklerini, eğitim ve çalışma hakkını, hukuk önünde eşitliği ve şiddetten korunma haklarını ihlal eden bir yönetim biçimi olarak toplumsal eşitsizliği pekiştirir. Bu yüzden, Suriye’nin yeniden inşasında, daha baştan kartları masada doğru dağıtmak için; hiç kimse kadınların hak, hukuk, cinsel eşitlik ve özgürlüklerinin tanınmadığı bir Suriye hayali kurmasın; kadınların yönetimde ve kamuda yer almadığı, erkeklerle eşit sayılmayan bireyler olarak özgürlüklerinin sınırlandırıldığı bir Suriye, eski Esad rejimi kadar dahi yaşayamaz; kadınlarını Orta Çağ karanlığına mahkum eden Cihatçı Selefi bir yönetim bu coğrafyada daha çok çatışma ve yıkımdan başka bir şey getirmez; kendilerini karnında taşıyan ve doğuran kadınlara bu dünyayı zindan edenler erkekler, 22. Yüzyıla da savaşlar içerisinde girerler… Bakınız tarihe!