Spor gazeteciliğinin bittiği tarihtir o!

Hiç bir zaman, mesleğimin ustalarını, onların kalem ustalığını unutmadım...
Asla ihanet içerisinde olmadıklarını, sporun bilimselliğine bağlı kaldıklarını gördüm, yaşadım.’¶
Bizlere bu mesleği öğreten insanların, spor gazeteciliği öğretisi olanların gösterdikleri yolda yürümeyi bir ödev edindik; Onların öğretilerini de boynumuzda bir övünç madalyası olarak taşıdık...
Şimdi bana kimse Abdülkadir Yücelman'ın verdiklerini kim verebilir bu meslekte; Kim hangi kalem ustalığıyla anlatır bana Kahraman Babçum'u; Hangi usta Necmi Tanyolaç'ın spor sayfaları ustalığı, müdürlüğü üzerine, kalemine değinir, kelam eder?
Ve hangi ses Halit Kıvanç'ın o Türk dili ustalığıyla ulaşır sporsevere?
Söyler misiniz, hangi ses, hangi yazı, hangi duyarlılık böyle bir iletişimi sağlar?
Yazdığımız her yazı, yaptığımız her hareket, söylediğimiz her söz bir tarihtir bizim...
Suya yazılmamış, kara kalem de olsa sayfaya düşmüş her nokta, tarihsel birikimimizden siz sevgili okura düşmüş notumuzdur; Birikimimizden akan bir damladır...
Kıssadan hisse; Sevgili Suavi Yardımoğlu kardeşim üstat İslam Çupi'yi anmak adına bir yazı yazıp, onun Bab-ı Ali'de plazalara sığmayan, yüreğine oturmuş bır sızı gibi Bab-ı Ali'nin ortasında kalıp gönderdiği bir yazıyı gündeme koymuş...
Saygıyla karşılıyor ve yine İslam Çupi ustamızı saygıyla anıyorıum...
O yazıyı sizlerle aynen paylaişacağım, ancak, bugün spor yazarlığı değerini, spor gazeteciliğinin ödevlerini yerine getirmeye çalışan, getiren, gazetelerinde sigortasız çalıştırılan, sömürülen, haklarını aradıklarında kapı dışarı bırakılan arkadaşlarım adına, belki de Suavi kardeşimin sorgulayamadığı, soramadığı soruları sormak istiyorum...
Basın kartı almaktan mahkum kılınan yasalarla çalıştırılan arkadaşlarımıza sahip çıkmayı, kendilerini çok demokrat, hak savunucusu gören spor sorumlusu, dernek ve cemiyet başkanı arkadaşlarımız ne zaman görev edineceklr ve bu sorunu ne zaman hangi ölçülerde savunacak ve çözmeye çalışacaklardır?
"İslam Çupi'yi anmak" yazısını yazdığında, Sevgili Suavi Yardımoğlu kardeşimin neler duyumsadığını elbet biliyorum. Ancak, bu spor gazetecesi ordusunun içinde hangi yollardan geçildiğinin, hangi engellerin aşılması gerektiğinin de bilincinde olmalıdır diye düşünüyorum... Kaldı ki, kendisi bu yollardan geçmiş en deneyimli kişilerden biri değil midir?
Spor gazetecileri bugün en büyük engelleri olan 212 sayılı Basın Kartı taşıma koşulunu getiren yasanın engeli içerisinde boğuşmakta; Ses sanatçısı, orkestra elemanı, sanatçı ya da benzeri türedilerin işgaliyle boğuşmaktadır...
Yardımoğlu, biliyorum ki bu sorunu İslam Çupi ustayı anarak dile getirmeye çalışmış...
Ustalar bize hep önder oldu...
Oldular da, biz onlara ne kadar örnek olduk?
Biz haklarımızı ne denli savunduk?
Sorun burada...
Spor gazetecilerinin sorunları bugün olduğu gibi yarınlarda da tartışılacak. Biz hep konuşacağız...
Öyleyse İslam Çupi ustaya bir kez daha bakalım...
Bakalım da bir ders daha alalım...
Anlayana!...

"Türk spor basını dün Ümraniye Çakaldağı mezarlığında Namık Sevik'in 14. yıldönümüne gönül ve yürek bastı. Ümraniye Çakaldağı mezarlığı Namık ağabeyi defnettiğimiz ilk gün yani 14 yıl önce böyle değildi. Bir yemyeşil cennet ve göğü bir oksijen deposu idi. Ne etrafta İstanbul'un yükseklerinde yeni yeni dolanan yılankavi otobanlar vardı, ne yeni holding azmanları, ne de üstüne kat be kat çıkılmış apartmanlar... 14 yıl önce bol oksijen alınan ve cirit atılan yeşilliklerde, şimdi kımıldamak için milim yer yok. Ümraniye tüm doğası yeşili ve oksijeni ile kirlenmiş, sıkışmış, o temiz varoş yerine hepimizin bildiği İstanbul'a bırakmış.

Tıpkı holdinglerin sayılamaz katlarına inmiş çıkmış Bağcılar ve Güneşli'de konaklamış yeni gazete adresleri gibi... Her şeyi ile kurumuş, nefes almaz dostluk bilmez her organı ile makinaya teslim olmuş o insanlara nasıl gazeteci dersiniz. O makinaların önünde devamlı oturan, o hava diye sıkıştırılmış suni oksijen alan, o otomobilin içinde hiç düşünmeden olaya giden, o hiçbir şeyi duymadan hissetmeden deklanşöre basan işçiye nasıl gazete muhabiri veya foto muhabiri dersiniz. Bu kadar insanın dışında yaşayan, olayın uzağında çöreklenmiş gazeteler, yığınla stajyer ordusuyla, başsız lidersiz iyi antrenörden yoksun kalabalığı ile nasıl Cağaloğlu'daki kaliteyi ve tirajı yakalayacak?

Cağaloğlu'ndaki simitle gününü geçirmek bile holdinglerde yenen lüks öğle yemeklerinden daha verimli bir gazeteci tokluğu idi. Cağaloğlu'ndaki masasına bir daktilo yerleştirilmiş tek odası bile holdinglerin cıvıl cıvıl insanlı odalarından salonlarından daha çok gazeteci avazı taşırdı. Cağaloğlu'nda kırık bir masada yazılan bir haber, Güneşli veya Bağcılar'da çıkan bir gazeteden daha değerliydi. Namık Sevik'in altın spor kadrosundan son pırlanta Kahraman Bapçum ağabeyimiz geçenlerde yazdığı bir yazı ile holding gazeteciliğine veda ederek kendi dünyevi köşesine çekildi.

Ne zamanı geri kuran bir saat var, ne yılları geriye doğru şişiren bir garip takvim. Onun için geçmişin tekrar hal olması mümkün değil. Eski gazeteciliği eski Nuruosmaniye'yi ve Namık Sevik'in spor gazeteciliğini özleyenler artık sadece arşivlere bakabilirler, sadece.

Ne o gazetecilik heyecanı var, ne o meslek ilkeleri ve geleneği var, ne de o ağabey kardeşlik ilişkisi var. O eskilerde başka iş yapmayan gazete patronu artık bin kollu ahtapot. Her taşın altından bir tüccar şeklinde çıkıyor. Artık işverenle birlikte tüm gazetecilikten geçinme ve başka iş yapmama perhizi tarihe karışmıştır. Devletçiliği yavaş yavaş bırakan Türkiye bir devlet itibarı olan gazeteciliği şimdilerde ayrıcalıklı bir meslek olmaktan çıkarıp alalede bir vatandaş işi yapmıştır.

Sarı basın kartı imtiyazının ruhunu önce gazeteleri holdingleştiren sermaye bozdu. Şimdi o imtiyazları devletten çıkıp özel sektör olan kurumlar bir bir kaldırıyor gazeteciliğin üzerinden... Eski Bab - ı Ali'yi özleyenler, Namık Sevik gazeteciliğine iç geçirenler eski dönemin geri gelmesini bekleyenler, hiçbir şeyi beklemesinler.
Sadece ölümlerini beklesinler..."

Sizce o eski Bab-ı Ali'yi özleyenler çoktan yitip gitmedi mi?
İslam Çupi ustanın bu satırları, spor gazeteciliğinin bittiği tarihtir aslında...