İnsan zekası soyutlamayı öğrenince sadece iyi şeyler olmadı, insanlık için iyi olmayan sonuçları da oldu. Örneğin, az sayıda zeki insanın kendilerinden daha az zeki insanları yönetmesinin yolu açıldı. Ölçmek, tanımlamak, adlandırmak, imgelemek ve benzeri soyutlayıcı zeka hüneri işler, 'yöneten-yönetilen' ilişkilerini başlattı. İktidar kavramı ortaya çıktı. Ve 'yöneten akıl' tabiatıyla yeryüzünün mülkiyetine de göz dikti. Sonuç: %1=%99
Soyutlama, anlamı sembollere yükleme, adlandırma, ölçme derken hayat ile insan arasına giren soyutlayıcı zeka tarafından üretilmiş bilgi ve imgelem, insanı hayata yabancılaştırdı. Uygarlık yoluna giren yaban, doğallığından uzaklaşarak yaşamın orta yerinde bir yabancıya dönüştü.
Bir kere insanın yabancılaşma durumu ortaya çıktıktan sonra, o yabancıyı teslim almak hiç zor olmadı. Elleri arasından hayatı kayıp giden yaban, uygarlık yolunda ilerledikçe bu duruma alıştı.
Yaklaşık on bin yıldır toplu halde yaşamaktan toplumsallaşmaya doğru evrilen mülkiyet toplumları, özgürlüklerini kategorik olarak yitirdi ve iktidar toplumlarının hiyerarşik yapısı içinde tektipleşti.
Günümüz dünyasında modernitenin ortaya çıkardığı birey, yasalar, kurallar, kurumlar ile bilinebilirliğin sınırlarına kapatıldı.
Araya konmuş karbon kağıtlarıyla kendini çoğaltır gibi yaşayan insanlık, bu 'benzeşme' halinden sonra, post modern dönemin bilişim toplumunda, 'aynılaşma' yoluna girmiş bulunuyor. Kesinliklere dayalı bilimden belirsizin bilimine uzanan bu değişim sürecinde insan, sanal dünyada aynılaşıyor.
Bilim ve teknoloji, insan zekasının yaratıcılığının karinesidir. Bunu söyleyen kim? İnsan! Bu bilginin kalibrasyonu nasıl olacak? Olamayacak. Kendi kendimizi takdir ediyoruz. İyi veya kötü olduğuna yine biz karar veriyoruz…
Övünülesi bir maharetle yoktan var ettiklerimizin hayatımıza getirdiklerine, gurur duyduğumuz bilim ve teknoloji sayesinde doğal hayata neler olduğuna bir bakmak lazım;
Yeryüzünde yaşayan yedi küsur milyar insanın altı milyar kadarı yoksul. Dünya nimetlerinden yoksun yaşıyor veya çok zor koşullarda bu nimetlerden yararlanabiliyor. Karnı aç, barınacak doğru dürüst evi yok, yaşama koşulları insanca değil; Sistem bu insana ne vaat ediyor? Kanımca, gerçekten ihtiyacı olan hiçbir şeyi vaat etmiyor.
Cern'de insanlığın yazgısını değiştirecek deneyler, muhtelif ar-ge çalışmaları veya uzaya gönderilen uydular… Bunlar insanlığı heyecanlandırıyor.
Altı milyar yoksulun asıl derdi ise, on bin yıl önce ne idiyse yine o; barınmak, karnını doyurmak, yeryüzünde zaman geçirmek… Gelin görün ki uygarlık buna izin vermiyor.
Soyutlamayı öğrenen insan, evreni yöneten yasaları bularak ve uygarlık kurarak zeki olduğunu kanıtladı... Kime kanıtladı? Kendi türüne… Yoksul bıraktığı milyarlarca insana...
Kendi türünün efendisi olmaktan öte pek bir işe yaramayan o zeka bilim yapsa ne olur! 'Bilim' dediklerinin zaten %80'i palavra…
İşte görüyoruz, Kartezyen bilim çöktü, Newton'un bir sabitle değişken ölçme fikri anlamsızlaştı.
Buna karşın, Kuantum fiziği üstüne geleceğin bilimi inşa ediliyor. Kesinliklerin biliminden belirsizin bilimine doğru evrilen, büyüklüklerden sonra küçüklükleri ölçen yeni bilim…
Bilişim devrimi insanlığa sanal bir hayat sunuyor. Bu yeni hayatın getirdikleriyle nasıl baş edeceğini insanlık henüz bilmiyor. Ekranların interaktivitesinde aynılaşmak tekin bir durum değil; ama herkes durumdan memnun gibi… Uygarlığın yabancılaştırdığı insan şimdi de sanal bir yaratığa dönüşüyor… Her ne kadar gurur duyuyorsa da, insan zekası övünülesi işler yapmıyor. Aksi halde, her yaptığını düzeltmek zorunda kalmazdı.