Bugün 10 Kasım…
Atatürk…
Bundan tam 94 yıl önce…
Takvimler, 14 Haziran'ı gösterirken…
Çok sevdiği İzmir'de…
Aralarında eski bakanlar, milletvekilleri ve valilerin de bulunduğu…
Bir grup tarafından planlanlanan…
Ancak son anda engellenen 'İzmir Suikasti'nden kurtulmuştu…
Bir genelge yayınladı iki gün sonra…
Ve o genelgeyi…
Şu cümle ile noktaladı:
'Benim naçiz (önemsiz) vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet (sonsuza değin) payidar (ölümsüz) kalacaktır…'
O'nu kaybedeli 82 yıl oluyor…
Yastayız her daim…
***
Bugün istedim ki…
Bilen, bilmeyen…
Okuyup öğrenen, öğrenemeyen…
Farkında olan, olmayan…
Herkes 10 Kasım 1938'de…
Saat 9'u 5 geçe…
Mustafa Kemal Atatürk, bu fani dünyaya veda ederken…
Dolmabahçe'de neler yaşanmış?
Bilgilerimizi tazeleyelim…
O tarihte ve o dakikalarda yanında olan tek kişi…
Doktoru Prof. Dr. Mim. Kemal Öke'nin anlatımından…
Virgülüne dokunmadan…
***
'İki aydan beri saraydayız… Atatürk''ü diğer hekimlerle birlikte nöbetle bekliyoruz… 10 Kasım sabahı şafak sökmeden talihin feci bir tecellisi olarak nöbet bana gelmişti… Atatürk''ün odasına gün ağarırken girdim… Bu odada, karşımda yatan büyük insan tüylerimi ürpertiyordu…
Fazla ışıktan rahatsız olduğu için odada gayet sönük bir ampul yanıyordu… Dışarıda soğuk bir sonbahar sabahı başlıyordu... Büyük insan, küçük ceviz karyolasında, mavi bir yorganın altında, hastalıktan zayıflamış vücuduyla yatıyordu… Ölümün korkunç hakimiyeti odaya tamamıyla sinmişti… Vaktiyle dünyalara ve ordulara meydan okuyan bu insanı, zaman zaman sağdan sola, soldan sağa biz çeviriyorduk… Önümde muazzam bir deha bir dünya sönüyordu… Titrerken,
ölümün kudretini o zaman bir daha hissettim… Riyasız bir sevgi ile ayakta dururken büyük insan ara sıra kollarını, bacaklarını çekiyordu… Bazen pamukla hararetten kurumuş dudaklarına su damlatıyorduk…'
***
'Saat dokuzu beş geçe, o büyük ve ulvi kalbi durduğu zaman, gözleri, kendisini pek erken milletinden ayıran ölüme kızmış gibi, o kudretli gözleriyle hiddetli hiddetli tavana bakıyordu… Onun güzel gözlerini kapamak gibi dehşetli bir vazife bana düşmüştü... İlerledim… Ellerim titriyordu… Bu loş odaya bir röntgen ışını neşreder gibi bakan gözlerini çekinerek, içimden af dileyerek kapadım… Bir airifilmenam (uyurgezer) gibiydim… Kimin gözlerini dünyaya kapatıyordum? O Atatürk ki, hatırlandığı zaman akla gelen ilk şey mıknatıs kadar kuvvetli gözleridir... Bunları kapamak bedbahtlığı (talihsizliği) bana düşmüştü… Doktor Mehmet Kamil Berk büyük ölünün çenesini bağladı… Hiç hatırıma gelir miydi ki, Atatürk''ün gözlerini ben kapatacağım? Bu müthiş hatırayı hiç unutamayacağım…'
***
Ulu Önder'in kaybının ardından belki milyonlarca şiir yazıldı, dillendirildi bu topraklarda…
Hepsi çok kıymetli, hepsi özel, hepsi duygu yüklü…
Ama biri var ki, en azından benim gönlümde bir 'tık' yukarda…
Ümit Yaşar Oğuzcan'ın dizeleri ile yasımızı taçlandıralım:
Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Ölmemiş bir Kasım sabahı!
Yine bizimle beraber her yerde…
Yaşıyor dört köşesinde vatanın,
Yaşıyor damar damar yüreklerde...
Mustafa Kemal'i düşünüyorum;
Altın saçları dalgalanıyor rüzgarda,
Mavi gözleri ışıl ışıl görüyorum…
Uykularıma giriyor her gece…
Ellerinden öpüyorum…
Nokta…
Özel Not: 1000 gün önce bu köşede yayınlanan yazının bir bölümünden…
Sonsöz: 'Son Kasım'a kadar birlikteyiz Atam…'