Siyaset uzun yıllardır tarikat ve mafya ile ilişki içinde olmuştur. Özellikle çok partili hayata geçiş, yeraltındaki tarikatlara siyasal partiler ile güçlü bağlar kurma olanağı doğurmuştu. Bir süre sonra da hem partiler ve hem de devlet ile mafya iç içe geçmeye başladı.
Mafyanın devlet tarafından kullanılması, özellikle komünizme karşı mücadele de çok sık rastlanan bir ilişki biçimi olmuştur. Meşru ve hukuki zeminlerde sosyalist hareketlerle mücadele etmekte zorlanan devlet/iktidar, mafya aygıtından yararlanmayı tercih etmiştir.
Sadece komünizme karşı değil seksenlerden sonra Ermeni Terör Örgütü Asala'nın Türk diplomatlarına karşı suikastlerine karşılık vermede ve hatta Asala'yı bitirmede Ülkücü Mafya olarak tanımlanan gruplardan yararlanmıştır.
Ancak Mafya gruplarını kullanmanın bedelleri de vardı tabii. Uyuşturucu ve silah kaçakçılığı bol ve kolay para kazanma alışkanlığı edinen mafya grupları bu konuda devletten himaye görmeye başlamıştır.
Günümüze kadar devam eden bu ilişki biçimi sonucunda çok sayıda marina ve deniz ticaretinde oldukça şüpheli taşımacılık gerçekleşmektedir. Mafyanın marinalara ilgisinin artması tesadüf olmasa gerek. Ayrıca kıyı yağması ve lüks otellerin rant paylaşımında da Mafya hep etkili aktör olmuştur.
Susurluk'ta bu ilişkinin alenileşmesi gerçekleşmişti. Siyaset mafya ilişkisi bir kamyona çarpmıştı. Susurluk'ta ortaya saçılan bu yasa dışı ilişki, daha sonra gerilememiş tam tersine artarak devam etmiştir. On yıllar boyunca akademisyen, aydın, gazeteci ve Kürt iş adamları cinayetlerinde kullanılan mafya, adeta iktidarın ortağı haline gelmişti.
İktidarın hem komünizme hem de demokrasiye karşı kullandığı diğer bir ortak kurum da İslamcı tarikatlar olmuştur. DP, AP ve 12 Eylül baskıcı rejimi, yine komünizme karşı bir mekanizma olarak İslamcı tarikatlara yaslanmayı uygun görmüştür.
AKP iktidarı döneminde siyaset/iktidar, mafya ve tarikat işbirliği iyice kurumsallaşmış ve hatta ortaklık oluşmuştu. Fetullah Gülen'in devlet katındaki itibarı Erdoğan iktidarı ile bütün kurumlara sirayet etmiş ve iktidar ortaklığı talebine dönüşmüştür. 'Ne istediler de vermedik' sözü siyaset ve tarikat işbirliği veya tarikatların himayesini anlatma bakımından tarihe düşülmüş bir nottu.
Bundan önceki Barış Süreci biter bitmez, sokak gösterilerinde mafya ön plana çıkmış ve birçok suç ile ilişkilendirilen Sedat Peker, çeşitli illerde mitingler yapmış, 'oluk oluk kan akıtacağız' diyerek aleni suç işlemiştir. Bozkurt işaretlerinin ön planda olduğu bu dönemde mafya devletin koruması altında olmuştur.
Gülen Tarikatı, Adnan Oktar ve Menzil Tarikatları hem şefleri düzeyinde hem de kitlesel olarak iktidarın destekçileri olmuştur. Bu süreç içinde sadece AKP'yi veya Erdoğan'ı iktidara taşımaya yardımcı olmakla kalmamış, bu işbirliği içinde, Tarikatlar ciddi sermaye ve mülkiyet sahibi olmuşlardır. Her birinin mal varlığının onlarca milyar liranın çok üstünde olduğu bilinmektedir.
Bir inanç grubunun bu kadar mal ve sermaye sahibi olması, devlet desteği ve iktidar himayesi olmadan mümkün değildir.
FETÖ ve Adnan Hoca ile yolları ayıran iktidar, bu defa diğer bazı tarikatları ortaklığa kabul etmiş ve kurumları onların denetimine vermiştir. Tarikatlardan vaz geçemeyen iktidarın küçük ortağı da Mafya ile işbirliğini güçlendirmiştir. Sedat Peker ile anlaşmayı bozmasına rağmen, Alaattin Çakıcı ve Kürşat Yılmaz'ın tahliye olmasını sağlayan iktidar, onları çeşitli kritik aşamalarda, iktidarın bir aparat olarak görmüştür.
Öcalan'ı Meclis'e davetini eleştirenlere karşı, Bahçeli'nin cevabı Çakıcı ve Yılmaz ile görüntü vererek gerçekleşmişti. Meşru bir siyaset savunması yerine, 'can alırız, can veririz' jargonu devreye girdi.
İktidarı desteklemek için dini ayinler düzenleyen Cübbeli Ahmet, boş bulunup, Bahçeli'nin Öcalan çıkışını tutarsız bulduğunu anlatınca ne oldu peki? İktidar, Tarikat ve Mafya işbirliği bunu nasıl çözdü? Cübbeli, adeta süt dökmüş kedi gibi Çakıcı ziyareti yaptı.
Tarikat tamam da, haddini bilen tarikat makbuldür. Mafya bu türden kriz aşamalarında bu siyaset türü için daha önceliklidir.