Uzunca bir süredir ülkemizde hukuk, uluslararası normlara ve yasalara göre işlemiyordu. Haksız tutuklamalar, yasaklar, insan hakları ihlalleri sıkça yaşanıyordu. Ancak bir süredir gerçekleşen toplu kurumsal çöküş sonucunda adalet mekanizması iyice devre dışı kaldı.
Açık bir şekilde otoriterleşen Tek Adam rejimi, yargıyı, adeta muhalefeti baskı altında tutma aracına dönüştürdü. Yelpazenin her kesiminden muhalif siyasetçiler, gazeteciler ve akademisyenler çok kolaylıkla özgürlüklerinden olabiliyorlar.
Düşünce özgürlüğünü ve eleştiri hakkını tehdit olarak algılayan iktidar, bir süredir, özellikle iktidarını kaybetme tehlikesi karşısında otoriterleşmeyi daha da artırdı.
Kendine rakip olma ve kazanma ihtimali yüksek olan Ekrem İmamoğlu’na yönelik yıllardır süren soruşturmalar son dönemde, onu devre dışı bırakma hamlelerine dönüştü. Ahmak Davası’ndan, diploma iptaline kadar çok sayıda hukuksuz girişimlerle yetinmeyen iktidar, İmamoğlu’nu tutuklayıp, belediye başkanlığına son verdi.
Yaşanan bu yargı operasyonları tam anlamıyla bir sivil darbeye dönüşmüştür. Bu darbedir, çünkü yasalar ve hukuk devre dışı bırakılmıştır.
Erdoğan rejimi, geleceğini tehdit altında gördüğü için, baskı dozunu, normal rejim sınırları ötesinde bir girişime dönüştürmüştür. Bunca tutuklama, görevden alma ve kayyum atamaları ile İmamoğlu’nu siyasette etkisiz kılma ve CHP içindeki huzursuzlukları krize dönüştürme çabalarının yanı sıra bu darbenin bir başka amacı da başta İstanbul olmak üzere belediye olanaklarının muhalefetin elinden alınmasıdır.
Her türlü darbenin panzehiri sokak ve meydanlardır. Nitekim 15 Temmuz Fetö Darbe girişiminde, Erdoğan, vatandaşları sokağa ve meydanlara çıkmaya davet etmişti. Darbe bertaraf edilince bile meydan buluşmaları günlerce sürmüştü.
Muhalefet ve CHP açısından önemli olan bu birikmiş tepkiyle oluşan sivil direnişi iyi yönetmektir. Şu ana kadar bu sürecin iyi yönetildiğini söyleyebiliriz.
Barışçı ve demokratik taleplerin sokak ve meydanlara yansıması güzel bir sonuç. Otoriter rejimler ve darbeler karşısında toplumsal direnç göstermek, korku eşiğinin aşılması ile mümkündür. Aksi halde, darbeci yönetim kurumsallaşır.
Bu kadar da olmaz sözünü boşa çıkaracak derecede zalim uygulamalar yapan bu iktidardan kurtulmak için, bu türden sivil hareketler hayati önem taşımaktadır. Yani otoriter rejimler ve darbeci yönetimler, sadece parlamentodaki muhalefet ile ortadan kalkmaz.
Sokak desteği ve partiler üstü bu denli yaygın katılım, halen bu ülkede demokrasi talebinden vazgeçilmediğini göstermektedir. Başta Saraçhane olmak üzere bütün şehirlerdeki mitingler, tencere tava protestoları ve Dayanışma Sandıkları önündeki uzun kuyruklar bunun en güzel kanıtıdır.
Bunlara destek olarak gündeme getirilen Boykot Kampanyası da toplumsal muhalefetin en etkili araçlarından biri olacaktır.
CHP ile DEM seçmenlerinin, Kent uzlaşısı ile bir araya gelmesinden rahatsız olan Erdoğan, sivil darbe ile bu ittifakı bozmaya çalıştı ama sanırım, evdeki hesap çarşıya uymadı. Yine CHP içindeki kümeleşme ve bölünmeye hizmet edeceğini umduğu hamleler de, CHP’de birleşmeye yol açtı. Önseçim ve İmamoğlu’nun adaylığına karşı çıkan CHP’li siyasetçilerin neredeyse tamamı, önseçime katılıp İmamoğlu’na oy verdi.
Bu kadar zalim hamleleri içeren ve mağdur yaratan sivil darbe karşısında duygusal birleşme kaçınılmazdır. Nitekim sokak röportajlarına yansıyan, “Erdoğan, 60 yaşından sonra bizi solcu yaptı” sözü ve AKP üyesi olan bazı kişilerin Dayanışma Sandığında oy kullanması da buna ilişkin çarpıcı örneklerdir.