'Parçaları kaybolmuş puzzle gibi artık insanlar. Kiminin kalbi, kiminin ruhu, kiminin de beyni yok..' / C.Palahniuk
Yemek yapmaktan ziyade yemek yemeyi seven bünyemin eğilimi, bugünlerde ne yemekten, ne yapmaktan yana. İşin aslı tarif yazmaktan yana… Düşünsenize, 15 Temmuz sonrasında pek çok yazar/çizer, darbe girişiminin neresinden tutup da yazacağını düşünürken, mesela Hürriyet'in en okunur köşesine sahip Sahrap Soysal için sıradan günlerden biriydi. Fikir işçileri 'Ankara havası'nı anlamaya çalışırken, o kendisine ayrılan köşeciğine, kuzu incikten yapılma 'Ankara Tavası'nı oturttu, sen sağ ben selamet!. Ertesinde de 'Cacıklı Arap Köfte'. Oh, ne rahat, lüks hayat diye ben buna derim işte! O yutkunmadan yazdı, biz yutkunarak okuduk. Boğazımız oldu 19 boğum…
*
Hakkıyla icra edilirse klas bir oyundur Zeybek, adabıyla oynayan adamı fena karizmatik yapar. Yöreden yöreye değişiklik gösterse de özellikle Ege zeybeği ağır oynanır malum. 'Mağaraya sıkışan efelerin, boka basmamak için uydurduğu yürüyüş tarzı' diye bir efsane dolaşırdı Aydın'da, çocukken pek gülerdik bu yakıştırmaya. 'Yazı yazmakla zeybek oynamak' alakasını bile kuruyor ya beynim bu aralar. Nasıl bir ruh haline düştüysem artık!
*
'Başarısız darbe girişiminin ardından piyasalar sakinleşmeye devam ediyor' diye yazıyor ekonomi köşecileri. Onların dediği yüksek piyasalardan anlamam da bizim 'vatandaş piyasaları' hakikaten pek sakin! Zaruri ihtiyaçlar haricinde alışveriş sanki durmuş halde. Saat 16'00 itibariyle daha siftah yapmadığını söyleyen esnaf var. Her zaman arı kovanı gibi işleyen mağazalarda bu aralar müşteri başına 5-10 satış görevlisi düşüyor mesela. 'Böyle giderse işimizi kaybederiz' korkusunun çöreklendiği yüzlerine yerleştirmeye çalıştıkları zoraki gülümseme, dayanılır gibi değil. Parası olmayan borçlanmak istemiyor, parası olan da harcamak. İndirimler/kampanyalar iştah açıcı görünse de moraller öyle bozuk, gelecek öyle belirsiz görünüyor ki, insanın içinden 'ucuzken alayım, atayım bir köşeye' geçmiyor. Görmediği darbe kalmamış 96 yaşındaki babam, 'Böyle günlerde kuruşuna düğüm atacaksın' diye tembihliyor önüne geleni. İkinci önemli tembihi de 'gölgenden dahi kuşku duy!' Ardından uzun uzun 'bekçi Murtazaları' anlatıyor ki uçuklamadık dudak kalmaz hatıralarına…
*
Darbe girişimi ertesi 'çok şükür uçurumun eşiğinden döndük' ruh halinin 'tamamen güvendeyiz/türbülanstan çıktık evvelallah' haline evrilmesinin epey zaman alacağını görüyoruz. Baskınlar, görevden almalar, gözaltılar, işten el çektirmeler, kapatılan okullar/üniversiteler/dernekler, itiraflar, suçlamalar, iddialar… Ülkenin çatısı çökmüş de hepimiz altında kalmışız hissini arttırıyor an be an… Devletin bütün kurumlarının lebalep Feto'cularla dolu… Kökü 70'li yıllara kadar dayanan bu korkunç örgütlenmenin bu denli olduğu… 'Aldatılmışla', 'ahmaklıkla', 'cin'lerle, 'üç kelimelik harfler'le anlatılacak/anlaşılacak şeyler değil. Korkmakta haklıyız. Bütün korku filmlerinde hakim atmosfer 'karanlık'tır, nereden ne geleceğini/çıkacağını bilememektir. El yordamıyla kurtulmaya çalışanların bazen direk 'tehlike'yle, 'katil ya da katillerle' buluştuğu izlenmiştir zahir..
*
Bu karanlıkta fener olabilecek, ışık tutabilecek insanlara ihtiyaç duyuyor insan haliyle. Olayları yorumlayabilecek isimlere. Derde deva röportajlara, söyleşilere… Artık 'o gece ne oldu'dan öte cümleler de duymak, okumak istiyor insan. Ama bunları söyleyebilecek isimler de olağanüstü ihtiyatlı bugünlerde. 'Çok karanlık nokta var, yorumlamak için daha henüz erken. Ağızdan çıkan her cümlenin yanlış algılanabileceği ortam da cabası' diyorlar haklı olarak. 'Sular yükselince balıklar karıncaları yer; sular çekilince karıncalar balıkları... Kimin kimi yiyeceğine, suyun akışı karar verir' diyen Kızıldereli atalar sözü de hiç bu kadar revaçta olmadığına göre… İki kere haklılar.
*
Çok revaç var bugünlerde, çooook… Taaa Pensilvanya'la gidip dizinin dibinde el pençe durmuşluktan/iki cümle bile kuramamış olmaktan, bugün 'Gezi'yi de FETÖ'cüler yapmıştı' diye yazmak/konuşmak/sallamak mesela. Al takke/ver külahken bu adamlarla, şimdi sövüp saymak, daha ileri gidip 'ben demiştim' demek mesela. Ve daha bi dolu riya, bi dolu zırva… 'Allah onları bildiği gibi yapsın' deyip Hak'ka havale etsem de, bugünlerde ağızlardan dökülen, ülkesi için, kendisi için, çocukları için endişe eden herkesten duyduğum revaç dua, 'Allah bugünümüzü aratmasın' yakarışı kanımca. Sınırlarımızda, çok yakınlarımızda 'beterin beteri' ülkeler ve oralardan yalınayak/başı kabak kaçıp gelmiş yersiz yurtsuz insanlar, aramızdalar çünkü. Bize her daim bir şey anlatıyor, hatırlatıyorlar. Ne kadar kaçsak da, kitaplara/filmlere/müziklere/ev işlerine sığınsak da, gazete okumayıp televizyonları kapatıp üstlerine danteller örtsek de sokağa ekmek almaya çıktığımızda, her köşe başında, her market önünde onlarla yüz yüzeyiz. Korkumuzla yüzleşiyoruz. 'Ya Suriye gibi olursak' korkusuyla… Gel de 'Allah bugünlerimiz aratmasın' deme bakalım...
*
Panzehir demokrasi, hukuk, adalet, insan hakları. Tek çıkış yolumuz bu, biliyoruz. Bunun için ısrar etmekten, bunun için çaba sarf etmekten geri durmamak gerektiğini canı gönülden söylesek de… Sadece 'diri'lerle değil, 'ölü'lerle can yakan görüntülere/haberlere bakıp... '12 Eylül'de bile, o korkunç darbede bile 'vatan haini' diye asılanların, öldürülenlerin cenazelerine yapılmayan, niye şimdi yapılıyor? Ölen artık hakkı huzurda hesap verecek, ailelerine niye reva görüyorsunuz bunu? Hangi inanç bu haksızlığı yaptırıyor size? Ailelerini cezalandırmak ve aşağılamak hangi dine sığar, hangi vicdana, hangi adalete' diye isyan etmemesi mümkün mü insanın, insan olanın? Ölünün ardından yapılan ritüeller, geride kalanlar, yakınları içindir aslında. Hangimiz anne/babamızla/kardeşlerimizle aynı görüşteyiz ya da onun hayatının birebir kopyalarıyız? Hangi anne baba evladına 'git oğlum/kızım, halkın tepesine bomba yağdır, vur/öldür' der Allahaşkınıza? hangi anne baba böyle bir kalkışmadan haberi olsa evladını durdurmaya çalışmaz?
'Kirletilmemiş bir bulut bile bırakmazsanız' eğer, nasıl 'rahmet' yağacak üstümüze, ülkemize? Her yana taşmış bu foseptikten nasıl temizleneceğiz biz?