Gönül Soyoğul sordu, TARKEM Başkanvekili Uğur Yüce Kemeraltı’nın yarınını anlattı…
Henüz… Ve kaçıncı kez… Bombalar patlamamış; kırışık bir hayatı az da olsa ütülemek, buruşuklukları az da olsa açmak için sessiz sakin uzanmıştım Urla'ya kadar… Kısacık uzaklaşmanın öncesinde de bi koşu (elbet randevu alarak) Uğur Yüce'ye uğramıştım. Bi çay içimliğine.
Konu Kemeraltı, muhatap dost Uğur Yüce olunca... Çalışkanlığı kadar çalıştırmayı da iyi bilmesi sebebiyle… Bi çay içimliğine yine neler sığdırdı neler… Buluşmadan 'iri bir köşe yazısı çıkar'dı tahminim. Tutmadı, bir söyleşi oluverdi. Kemeraltı'nın Bizans İmparatorluğuna kadar uzanan yüzyıllar sığmış tarihine yakışan, münasip olan da belki buydu.
Canlı bir ticaret ve turizm merkezinden, işportacıların işgal ettiği, çığırtkanlığın kol gezdiği ve güvenlik sebebiyle özellikle belli bir saatten sonra tercih edilmeyen bir mekana dönüşen Kemeraltı'nı diriltmek için sizler de iyi bilirsiniz ki… Bugüne kadar defalarca günübirlik kampanyalar düzenlendi. Yolları/taşları defalarca değiştirildi, panellerde/konferanslarda sebepler/nedenler didiklendi, esnaf derneklerinden başkanlara, STK'lardan işadamlarına kadar yüzlerce şahıs ve kurumdan yüzlerce öneri geldi ama…
Ne yapılırsa yapılsın, ne denirse densin; pansumandan öteye geçemedi. Yapılanlar ve denilenler, kimseleri iştaha getiremedi, yolumuzu yeniden Kemeraltı'na çeviremedi.
'Gitmesek de kalmasak da/ o çarşı bizim çarşımızdır'ı söylemeye devam ederken…
Asırların 'başrol' oyuncusu, -her ne kadar adı unutulmasa da- girdiği 'figürana' dönüşme sürecinden bir türlü çıkamadı/çıkarılamadı.
Onu yeniden başrole oturtacak ilk kez bu kadar kapsamlı bir proje ise 2012'in sonlarına doğru, 'başladıkları işi bitiren' tanıdık isimlerden geldi. Kısa adı TARKEM olan Tarihi Kemeraltı İnşaat Yatırım Tic. A.Ş. kuruldu. Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı Samim Sivri, Başkan Vekilliğini Uğur Yüce'nin yaptığı 116 ortaklı TARKEM'in hedefi, kısaca Kemeraltı'nın ayağa kaldırılmasına ve canlandırılmasına öncülük yapmaktı. Ateşleyici olmaktı… Sadece kan kaybını durdurmak değil, yeniden hem ulusal, hem uluslar arası alanda cazibe merkezi haline getirmekti. Umut ateşi yakıldı ama 'umud'un kardeşi 'endişe' de daha kuruluş aşamasında iliştiği TARKEM'in peşini bırakmadı…
Genç meslektaşım Onur Deniz'le birlikteydik. Bizim 'kurtuluş umudu'yla, esnafın 'Kemeraltı AVM cennetine dönüşürse, altımızdaki sandalye çekilirse' endişesinin eşliğinde… TARKEM'in Genel Müdürü Sibel Ersin'in görseller/bilgiler eşliğindeki sunumuyla… Hala yaşayan/canlı arterlerini, o arterlere açılacak koridorlarla (projelerle) oluşturulacak hava akımının tüm çarşıya nasıl nefes aldırabileceğini gördük. TARKEM Yönetim Kurulu Başkanvekili Uğur Yüce ile Kemeraltı'nı konuştuk.
Yapılmak istenene en başından zaten inanıyordum. Şu ana kadar planlananlar ve yapılacak olanlarla ilgili anlatılanlardan… Havra Sokağı'ndaki tezgahların hem esnafa kullanım kolaylığı sağlaması, hem de estetik görünmesi ayrıntısına kadar varan inceliklerin dillendirilmesinden sonra… 270 hektarlık bölgede, 230'u aşkın farklı işkolunda, 800.000'i aşkın değişik ürün çeşidi ile 14.482 işyerini ve 10.000'i aşkın esnafı içinde barındıran Kemeraltı'nın… Bu tarihi çarşıyı değerli kılan o sihirli ve sürprizli yapının bozulmayıp tam tersine değerinin ortaya çıkarılacağına dair umudumun pekiştiğini gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. 'Bakalım sizdeki etkisi ne olacak' deyip sözü, Uğur Yüce'ye bırakıyorum…
Yaptığı tüm işlerden, taşıdığı tüm sıfatlardan feragat edip, 24 saatini Kemeraltı projesine ayıran… Vizyonuyla, çalışkanlığıyla, dürüstlüğüyle, ayrıntıcı titizliğiyle bana hep 'İzmir için iyi ki var' dedirten Uğur Yüce'ye…
UÐUR YÜCE: TARKEM 3.5 sene önce 116 işadamı tarafından kuruldu. Ama aslında bunun daha eskiye dayanan bir başlangıcı var. Aşağı-yukarı 6 senedir faaliyetlerini sürdüren Büyükşehir Belediyesi'nin kurmuş olduğu bir Ekonomik Koordinasyon Kurulu var. Ortakların büyük bir kısmı da zaten bu kurulun üyeleri… Aziz Bey hep bu toplantılarda ısrarla, şimdilerde tarihi alan dediğimiz Konak'tan Basmane'ye, Basmane'den Kadifekale'ye kadar olan alanı kast ederek 'Burada bir bina alın, restore edin, kent ekonomisine katkınız olsun' diye hep teşvik eder. Ama birkaç istisna dışında hiç kimse şimdiye kadar orada ne bir bina almıştır, ne de restore etmiştir. Aziz Bey'in bu çağrıları bir taraftan devam ederken bir taraftan da İzmir'in gerçekleri var ortada… Nedir bunlar? Hepimizin bildiği… İzmir neden turizm alanında bir konaklama alanı olamıyor? Niye insanlar burada kalıp buradan Efes'e buradan Bergama'ya gidip 2-3 gününü geçirmiyor? Hep bunun karşısında da söylenen bir söz vardır; ' İzmir'in aslında ne iç ne de dış turizme sunacak hiç bir şeyi kalmadı…' Bir zamanlar bir fuarımız vardı, bir ay boyunca canlılık olurdu. Bütün çevre illerden herkes buraya gelirdi. O da öldü… Dolayısıyla İzmir'in nesi var ki sunacak?
GÖNÜL SOYOÐUL: Yüzünüzden 'çok şey var aslında ' cevabını okuyorum ama…
UÐUR YÜCE: Aslında İzmir'in sunacak çok şeyi var ama İzmir bunları birer öykü halinde getirip ondan sonra takdim edemediği için bu sorunu yaşıyor. Tarihi alan da bunlardan bir tanesi… Aslında tarihi alanda çok önemli ve çok değerli bir Yahudi Mahallesi var, çok önemli ve çok değerli bir Türk Mahallesi var, Romalılar'dan kalma Agoru'nun ötesinde şu anda kazıları başlamakta olan bir antik tiyatrosu var, onun yanında bir Gymnasium var. Kadifekale başlı başına iyi kullanıldığı takdirde bir eser… Ve tüm bu alanda da 1400 küsur tane tescilli bina var. Bunların içinde küçük birer mücevher gibi olanlar var. Aziz Bey işte 'Buradan bir bina alın' diye ısrar ettiğinde, biz dedik ki 'Biz bu işe bir şekilde sahip çıkarız ama böyle 'bir bina' alın şeklinde değil…'
Nasıl sahip çıkarsınız? Biz dünyaya bakarız, bütün örneklerini inceleriz, nasıl başarmışlar diye bakarız… Adam mesela Düsseldorf'taki Altstadt'ı nasıl yaratmış? Barcelona nasıl bu noktaya gelmiş? Hollanda'da ne yapmışlar? Ondan sonra da ciddi bir master plan yaparız. Bunu bir ülke sorunu haline getirerek siyasetten sorumlarız. Ondan sonra sahip çıkarız.
- Aziz Kocaoğlu da 'peki' dedi ve…
UÐUR YÜCE: Bunun üzerine biz dedik ki 'Sizin bir kurulunuz var. Bu kurul toplanıyor ve İzmir'le ilgili planlar yapıyor. Bunun başında da İlhan Tekeli Hoca var. İlhan Tekeli Hoca da şehir plancılarının duayeni, bu işin Türkiye'de bir numaralı ismi… Biz onunla bir görüşelim.' İlhan Hoca da dedi ki; 'Tasarım Kenti İzmir ve İzmir Halkı Deniziyle Buluşuyor'dan sonra üçüncü hamlemiz 'İzmir Halkı Tarihiyle Buluşuyor' olacak.' Biz de 'O zaman Hocam bunu biraz geniş tutalım ve İzmir halkı tarihiyle buluşurken bu tarihi alanın da bir bütün olarak ele alındığı bir çalışma yapalım' dedik.
İlhan Hoca'nın başında bulunduğu ve Türkiye'nin en değerli mimarlarının, şehir plancılarının içinde bulunduğu 60 kişilik heyet kendilerine hedef olarak bunu aldılar. Bizim de içinde bulunduğumuz bir çalışma… Aylarca sürdü ve sonunda bir tarihi alan strateji raporu hazırlandı. Bu rapor Büyükşehir Belediyesi ve Konak Belediyesi tarafından onaylandı, onların meclislerinden geçti… Dolayısıyla bunun bir kere bir el kitabı var. Bu el kitabı hazırlanırken de hem İlhan Hoca'nın hem de Aziz Kocaoğlu'nun temel felsefesini yansıtır şekilde hazırlandı.
- Neydi bu temel felsefe?
UÐUR YÜCE: Biz bunu yerinde ve üzerinden iyileştirerek kazandıracağız. Biz bunu yıkarak, birleştirerek yapmayacağız. Bina bina ele alacağız ve bina bina iyileştireceğiz. İkinci karar da şuydu… Biz bunu taa 1985'ten bu yana gelen ve 2002 senesinde kesinleşmiş olan Koruma Amaçlı İmar Planı'na uygun olarak yapacağız. Bir yeni imar planı yapmayacağız. Bir tadilat istersek o sadece lejantla ilgili olacak. Ne demek istiyorum? Mesele bir tarihte Ayakkabıcılar Çarşısı'nın olduğu alan için imalathane talebi gündeme gelmiş. Artık imalat yok, dolayısıyla talep edilen şu; İmalathaneyi değiştir, 'Turistik amaçlı bina' de… Restoransa restoran, otelse otel yapılsın, bunun dışında da kuruldan bir şey talep etmeyeceğiz.
Bütün bu felsefe doğrultusunda bir çalışma başladı. Burası 19 alt bölgeye ayrıldı. Biz belediyeden bunlardan iki tanesi ön çalışma için istedik. Bir kere sizinle birlikte çalışacağız ve mümkünse de İzmir'deki üniversiteleri kullanacağız. İlk anlaşmayı İzmir Yüksek Teknoloji Üniversitesi Mimari Bölümü'yle yaptık. Onlar 12 kişilik bir ekip kurdular ve Agora'nın hemen karşısında Havra Sokağı çevresi diyebileceğimiz alanla ilgili bir çalışma başlattık. 9 Eylül Üniversitesi Şehir Plancıları ve Mimarlık Bölümü'yle anlaştık. Onlarla da Mezarlıkbaşı'ndan Hatuniye'ye kadar olan 'Anafartalar 2' dediğimiz bölüm için bir çalışma başlattık. Bu her iki çalışmanın sonunda ortaya pek çok sosyo-kültürel ve aynı zamanda bazı ticari olabilecek projeler çıktı. Daha sonra bir üçüncü bölge talep ettik. Şu anda yine büyük bir ekiple Kestelli Yokuşu ve çevresini çalışıyoruz. Peki 3.5 senede ne yaptık? 3.5 senede sadece planlama çalışması yaptık. Daha bir tek toplu iğne almadık, biz almadık, ortaklarımızdan da hiç kimse hiç bir şey almadı. Bize 'Benim şu binamı al' diye gelenlere hep başından beri aynı şeyi söylüyoruz: Ya ne olursun satma! Lütfen, bırak bize satmayı, başkasına da satma… Değer kazanacak, yazık günah, bu fiyata satma… Bize hanlar getirdiler, dedim ki; 'Ne olursunuz satmayın…' Kendi aralarında şirket kurmuşlar, şirketi satıyorlar… 'Yalvarırım satmayın' dedim. Bekleyin, malınız değer kazanacak.
- Yani onlara satma dediğiniz için ortaklarınızla siz de alım yapmıyorsunuz öyle mi?
UÐUR YÜCE: Bugüne kadar bir tek toplu iğne almadık, 1 milyon dolardan fazla para harcadık. 3.5 yıldır daha bir tek kuruş gelirimiz yok.
- Bunu neden böyle yapıyorsunuz?
UÐUR YÜCE: Eğer bir vakıf kursaydık, vakıfların çalışması Türkiye'de çok zor. Vakıflar çok problemli, Vakıflar Kanunu vakıfların aslında bir ticari müessese gibi çalışmasına müsaade etmiyor. Biz onun için ne yaptık? Ortakların önüne iki sözleşme koyduk. Bir tanesi şirket ana sözleşmesi, bir tanesi ortaklar arası etik sözleşme… Oradan bir tek cümle söyleyeyim, o cümle diyor ki; 'Buranın tarihi dokusuna sadık kalacağıma ve buna asla ihanet etmeyeceğime namusum ve şerefim üzerine söz veriyorum' diyor. Biz 116 kişiyiz. Yakında 16 bin kişi olacağız. Çünkü bu şirketi bütün İzmir'e ve Türkiye'deki ve dünyadaki tüm İzmirlilere açacağız. Üstelik nominalden açacağız. Ve 'Biz 3.5 sene sabrettik de bu paramızı isteyeceğiz' demeyeceğiz. Bu bir vakıf şirketi. Burada Allah rızası için hepimizin birer hissesi var. Benim 1 hissem 0.87'ye tekabül ediyor 116 kişiden… Bunun hepsi kar olsa ne olur? Bizim düzgün çalışmamızı görünce, Büyükşehir Belediyesi 'Ben payımı artırabilir miyim?' dedi. Bir sermaye testine gittik. Sermayemiz 2 milyon 300'dü, 10 milyona çıktı. O sırada belediyenin rüçhan haklarını kısıtladık ve Büyükşehir Belediyesi Meclisi oy birliğiyle kabul etti, buradaki hissesini yüzde 30'a çıkarttık.
- Bu ne anlama geliyor?
UÐUR YÜCE: Benim bir tane hissem 0.56'ya düştü. Ha sonunda para kazanacak mıyız? Dünyanın neresinde bir gayrimenkul, ister alımı-satımı olsun, ister işletmesi olsun, kim para kazanmamış? Ama bizim derdimiz o değil… Bizim derdimiz herkes kazansın! Oradaki mal sahipleri, oradaki esnaf, dolayısıyla bu kent, dolayısıyla bu ülke kazansın. Biz burada hakikaten başarılı olursak, bu tarihi alanı olması icap ettiği şekilde iyileştirebilirsek ve güzelleştirebilirsek… Bir tane değil 10 tane, 20 tane Kızlarağası Hanı yapabilirsek… Bütün sokaklar temizlenir, güzelleşirse, o Havra Sokağı'nı tarihi dokusunu bozmadan bir miktar daha güzel sunulabilen bir yer haline getirebilirsek… Yani İzmir'in benim çocukluğumdaki bütün orta sınıf kazanç erbabının tekrardan 'Malın en iyisi Havra Sokağı'ndadır' diyerek alışverişe geldiği bir yer haline getirebilirsek… Bu arada sanatçılar, antikacılar, tasarımcılar ve gurmeler için ayrı sokaklar yapabilirsek… Biz yapacağız diye bir gayemiz de yok! Kim isterse her şeyi bedava paylaşıyoruz.
Bir şeye daha dikkat ettik. Şimdi biz Türk'üz. Türk, bilhassa Akdeniz iklimindeki Türk, babasına güvenmez. Dolayısıyla da 'Muhakkak bunun arkasından bir şey çıkacak, bunun bir gizli hedefi var' diye düşünür. Bu çok normal… Bu Yunanistan'da böyle, İtalya'nın güneyinde böyle… Ekvatoru geç, aynı enlem arasına bak, Arjantin öyle, Brezilya öyle… Biz zaten kimsenin bize güvenmesini istemiyoruz. Biz ne olduğumuzu biliyoruz. Çoğumuz gelmişiz 70-75 yaşına… Bizi bilen biliyor, bilmeyene de kendimizi tanıtmak için hiçbir iddiamız yok. İcraatı iştir kişinin lafa bakılmaz. Sonunda kimin ne olduğu, olmadığı ortaya çıkar. Ama şuraya geleceğim. Projeleri yaparken, daha ilk planlamayı yaparken aptal değiliz… Bunun politize edileceğini, bunun istismar edileceğini başından beri biliyorduk. Başımıza neler geleceğini çok iyi biliyorduk. Onun için ne yaptık? Akupuntur! 'Hot point' diyor yabancılar buna… Bir tanesini yaptığın zaman çevresine dalga dalga iyilik yayılsın, kendisiyle beraber etrafı da ekonominin doğal kuralı olarak gelişsin… Dolayısıyla şuanda elimizde birinci bölgede 27 tane, ikinci bölgede 23 tane, bir süre sonra aynı şey olacaktır Kestelli ve civarında 10-15 tane projeler var. Diyelim sen güvenmiyorsun, benimle işbirliği yapmayacaksın… Kalsın abi, dursun! Hiç kimseye hiç bir şeyi zorlatma yok. Ne istersen yap! Kimin aklı basıyorsa, kim hakikaten güveniyorsa o gelsin. 'Ben şunu yapacağım, bu olmazsa olmaz' diye bir iddiamız yok. Biz şunu iddia ediyoruz; Güzellikle oluştukça ve ortaya çıktıkça insanlar görecektir ki bizim Türk Milleti'nin bir ikinci özelliği de sadece gördüğüne inanır. Gördükçe güven artacaktır. Güven arttıkça ya kendisi yapacaktır, ya bir ortak bulacak, ya bizimle işbirliği yapacak, ne isterse… Hiç kimse bizimle işbirliği yapmaya mecbur değil… Aziz Bey'in de temel felsefesi o: Anlaşarak, uzlaşarak… Burası tarihi alan olarak ilan edilmiş… Elinde kamulaştırma yetkisi var. İstese istediği yeri kamulaştırır. Nitekim 400 küsür ev aldı Kadifekale'den aşağıya doğru… Ama bu iyileştirme için kamulaştırmayı yüzde 1 milyon mecbur kalmadan kullanmak istemiyor. Tamamen anlaşarak, uzlaşarak, herkesin gönül rızasıyla istiyor. Biz de insanların önüne güzel ve doğru projeler sunabilmek için çalışıyoruz. Hadise bu!
- Şimdi Büyükşehir yüzde 30 hisseye sahip ama bu çok uzun soluklu bir proje… Siyaset değişiyor… Yarın bir gün Büyükşehir'in başında aynı kişinin ya da felsefenin olacağının garantisi yok ki bu çok normal bir durum… Bu durumda bu yapının bozulmaması için bir kontrol mekanizması, önleyici hamleler var mı?
UÐUR YÜCE: Çok güzel bir önleyici şeyi var. Dünyada da böyle olmuş. İnsanlar önlerine konan ve sunulan doğru düzgün bir plan ve proje olmadığı zaman ellerini cebine atıp da katılmıyorlar. Bakmayın bu 116 iyi niyetli insana… Bu insanların arasında Selçuk Yaşar var, kendisi bana dedi ki, 'Hayatımda hiç kimseyle ortak olmadım ama buraya şahsen giriyorum. O kadar güzel bir proje ki bu ben içinde olmak istiyorum' dedi. Bülent Eczabaşı beni İstanbul'dan aradı ve dedi ki; 'Uğurcum ne olur beni de alın! Hayatımda kimseyle ortak olmadım ama burada yer almak istiyorum' dedi. Şimdi bu bir idealizm meselesi… Bu şehre gönül vermişiz. Ben Mezarlıkbaşı'nda büyüdüm, Şehit Fethi Bey İlkokulu'ndan mezunum, dolayısıyla benim için bambaşka bir anlamı var. Ama herkesten aynı şeyi beklememiz gerekmez. İleride de ne olacak? Şöyle olacak, dünyada da bu böyle olmuş. İlk önce bir gönüllü ekip bütün planlamaları yapıyor, bütün projeleri hazırlıyor, ondan sonra dönüyor diyor ki; 'Gelin'… Gelin işte siz de nominalden katılın. Netice itibariyle bir enkaz alanından bahsediyorsun ve bunu yüceltiyorsun, yükseltiyorsun. Değer kazanmaması mümkün mü? Mümkün değil… Dolayısıyla eğer buranın bizim idealimiz olan şekilde 10 bin, 15 bin ortağı olursa, biz bunu halka açık şekilde şeffaf bir hale getirirsek, son derece şeffaf yönetilen profesyonel bir kadroyla ki düşüncemizde budur zaten, o kamuoyu zaten ona sahip çıkacaktır. Ondan sonra kimse gelip onu istenmeyen bir takım kanallara doğru sürükleyemez. Çünkü o binlerce ortak onun karşısına dikilir. Tamam, bugün Türkiye'de hukuka karşı güven biraz sarsılmış olabilir ama bu ilelebet böyle devam edecek diye bir şey yok. Şirketler Hukuku diye bir şey var, kanun diye bir şey var, mahkemeler var. Ben bunun orta ve uzun vadede daha sağlam temellere oturacağını düşünüyorum. Bir kere biz ortak adetini en kısa sürede 500'e çıkaracağız ki Sermaye Piyasası kurallarına ve denetimine tabi bir şirket haline gelelim. Tamamen şeffaf bir şirket haline gelsin. Bugün de her şeyimiz açık ama… Biz Esnaf Derneği Başkanı Ümit Bey'i binbir ricayla ortak aldık ama Ümit Bey, 'Ben orada onları denetlemek için oradayım' diyor. Allah razı olsun, o bile çok önemli bizim için…
- 'Bizim halkımız gördüğüne inanır' meselesi ekseninde bazı projeleri göstermek mümkün mü?
UÐUR YÜCE: Biz zaten Havra Sokağı'nda bunu esnafa göstereceğiz. Atölye çalışmasını birlikte yapacağız ve zaten o proje 3 ay içinde bitecek. Kendiliğinden ortaya çıkacak. Mimari projelerin tamamının da videoları ve o sunumlarda gösteriyoruz.
- Batı örneklerini incelediniz… Kaç yıl sürüyor bu örnekler?
UÐUR YÜCE: Genellikle 20 yıl…
- Peki örnek aldığınız bir model oldu mu?
UÐUR YÜCE: Hayır, çünkü bizimki çok özgün bir şey… Yani Türkiye'ninki çok özgün bir şey… Öyle faktörler var ki, Batı'da yok bunlar… Batı'da belediyeyle vilayet ayrımı hiçbir yerde bu kadar kesin çizgilerle ayrılmamış, ayrıca siyaseten ayrılmamış! Bizde tüm kurullar ayrı, o kadar çok mevzuata boğulmuş ki biz kendimize özgü bir model geliştirmek mecburiyetindeyiz. Batı'da öyle değil, hemen tüm dinamikleri çağırmışlar, mutlaka bir şirket kurmuşlar, mutlaka bir şirket var arkasında… Kamunun hiçbir şekilde yüzde 51 olmasına müsaade etmemişler. Özel sektörün yüzde 60-70'lere çıktığı modeller kurmuşlar ama işbirliği çok kolay olmuş. Bizde işbirliği inanılmaz zor. Ben tabir doğru mu bilmiyorum ama (eski İzmir Valisi) Mustafa Toprak Bey'in kapısında yattım. Nerelere gitmedim ki… Ama bir gün öyle bir noktaya geldi ki, bu sabırla ve bu uğraşıyla biz Mustafa Bey'den rica ettik; Emniyet Müdürü'nü, Sağlık Müdürü'nü, Milli Eğitim Müdürü'nü, toplam 6 müdürü davet ederek, bir de sizle bir toplantı yapmak istiyoruz dedik… 'Peki' dedi… Vali Bey'in kendi odasında bir buçuk saatlik toplantıda bütün ilgili müdürlüklere brifing verdik. Mesela Vali Bey'e, 'İl Koordinasyon Toplantısı'na gelip sunum yapmak istiyoruz' dedik… 'Tarihte örneği yok ama buyurun, gelin' dedi, gittik orada sunum yaptık.
UÐUR YÜCE: Enerji şirketini de bıraktım. Tamamen fahri olarak işim bu… Kemeraltı'yla yatıp Kemeraltı'yla kalkıyorum.
- Peki biz bunun ilk meyvelerini ne zaman göreceğiz?
UÐUR YÜCE: Bu proje bizler için yolunda ölmek… Karınca misali… Mühim olan kimin yaptığı da değil mühim olan bu yolun açılması…
- Kemeraltı'nın başka kurtuluşu?
UÐUR YÜCE: Yok, göremiyorum. Bundan başka ne yapılabilir ki? Bütün dünyada böyle olmuş zaten. Ancak bütün kurumlar bir araya gelmiş, el birliğiyle yapmış. Biz Binali Bey'den rica ettik, geldi buraya oturdu, saatlerce kendisine sunum yaptık. Hatta 'Bir takım insanları kabul edecektim, buraya çağırayım bari' dedi.
- Etkilendi mi?
UÐUR YÜCE: Etkilenmez olur mu? Ondan sonra kendi belediye başkanlığı vaat programına aldı. 35 Projesi'nden bir tanesi tarihi alandır. Bu işi siyasallaştırmamak, kişiselleştirmemek lazım. Bu işi salt maddi çıkarlar olarak ele almamak lazım… Ancak o şekilde başarılı olunabilir. Ben şahsen çok ümitliyim…
- Bu işin fikir babası…
UÐUR YÜCE: Bu işin fikir babası yok, bu bir ekip çalışması… Biz birbirine inanmış, güvenmiş büyük geniş bir grubuz. Bu bizim ilk icraatımız da değil… Kipa nereden çıktı? Kipa şuradan çıktı aslında… 'Ya bu İzmirli parasına kıyıp da 3-5 milyon dolar yatırmıyor ama ver 30-40 bin dolar deyince rahat veriyor, o zaman bunu çok ortaklı yapalım' diye başladı. Ve biz aslında Kipa'yı satarken idealimiz şuydu; bütün dünyaya dönecektik ve diyecektik ki 'Bakın çok ortaklı bir şirket başarılı oldu'. Fakat biz tam Kipa'yı sattığımız ay içinde hem EGS hem de Güçbirliği sıkıntıya girdi. Onun üzerine ENDA'yı kurduk. Aynı şekilde yönetelim, satalım diye…
- Bu konunun dışında soruyorum… ESİAD Başkanı Mustafa Güçlü'ye 'Bunu başarısızlık olarak görüyor musunuz?' dedim… 'Bu bir başarıdır dedi… 'Bu model iyi bir modeldir ve başarılıdır' dedi. Ama bir de bunu başaramayanlar var. Genel anlamda bu birlikte sinerji hakkında neler söylemek istersiniz?
UÐUR YÜCE: Diğer şirketler hakkında bir şey söylemem ama şunu söyleyebilirim. Dünyanın her yerinde bir en basit finansman kuruluşuna gitseniz ve deseniz ki 'Ben biraz özkaynak, biraz borçlanarak bir şeyler yapmak istiyorum'… Adam sana der ki, 'Projen nerede, fizibiliten nerede?'… Bununla da yetinmez, ondan sonra da daha önce yaptığın işlere bakar. Biz bu modele göre çalışıyoruz. Bundan başka da model tanımıyoruz. Herkese de tavsiyemiz budur. İster tek ortaklı, ister çok ortaklı olsun, önce dört ayağı yere basan bir projeniz olacak, bununla ilgili doğru ve sağlıklı bir fizibiliteniz olacak
- Hani hep 'İzmirli İzmir'den aldığını İzmir'e vermekte hasis davranıyor' derler ya….
UÐUR YÜCE: Biz ona şiddetle itiraz ediyoruz. Bizim grubumuzun felsefesi şu: Sen öldüğün zaman, senin paran, pulun, mülkün mutlaka birilerine yarar, birileri tarafından kullanılır. Ama senin bilgi ve birikimin sen öldüğün zaman ölür. Dolayısıyla sen o bilgi ve birikimini sağlığında bu kente kazandıracaksın.
- Son dönemde Ali Koç'un söylemiyle başını çektiği bu vahşi kapitalizmden sosyal projelerle bir arınma trendi var. Sizin yaptıklarınız da bu yönde, buradan etkilenmiş çalışmalar mı?
UÐUR YÜCE: 30 sene önce Mete Akyol'un bir programında Sakıp Sabancı'nın aşçısına 'Sakıp Bey ne sever, ne yer' diye sordular. Aşçı dedi ki, 'Bu aslında pilav hastası ama doktor müsaade etmiyor. Onun için ben buna mutfakta pirinç haşlıyorum, pilav niyetine haşlanmış pirinç yer…' 30 sene önce Çin'deki en fakir adam da Sakıp Sabancı gibi sade suyla ıslanmış pirinç yiyor. Dolayısıyla bütün hikaye, bir tas pirinçtir. Onun için dünya malı dünyada kalır, sen yaparsan bunun üstüne o da senin yanına kar kalır…