Hanzade Ünuz, Enerji Tıbbı ve Uygulamaları Derneği Başkanı Op. Dr. Mustafa Erşin ile “Enerji Tıbbı” nı konuştu...

İddialı, iyi bir cerrahtı...

Başarıyı seviyordu.

Klasik tıbba inancı tamdı.

Yaptığı yüzlerce ameliyat ile hastaları sağlığına kavuşturmuştu.

Ta ki 12 yaşında bir hastaya basit bir apandisit ameliyatı yapıncaya ...

Bir türlü iyileşmeyen bir yara ile karşılaşıncaya...

Bu vesileyle magnetoterapi yöntemi ile tanışıncaya...

Sonrasında Enerji Tıbbı gibi farklı ve derin bir dünyaya dalıncaya kadar.

Opr. Dr. Mustafa Erşin...

'İnsana tamir edilecek makine gözüyle bakıyordum. Hastalıkları keser atar, diker, çözer kafasındaydım' diye anlatıyor.

32 yıllık tıp doktoru…

Bütüncül (entegratif) tıp olarak tanımlanan alanda tanınmış bir isim.

Enerji Tıbbı ve Uygulamaları Derneği Başkanlığı görevini inançla yürütüyor..

Op. Dr. Mustafa Erşin,

'Klasik tıptan şaşmayız' diyen,

'Şaşanlara da rağbet etmeyiz' diye keskin eleştirilerde bulunan,

Enerji tıbbı dendiğinde tüyleri diken diken olan çok sayıda meslektaşına rağmen,

Enerji tıbbına gözlerini ve kulaklarını tıkayanlara inatla göğüs geriyor.

Geçen hafta İzmir'de Ulusal Magnetoterapi ve Frekans Tıbbı Kongresi düzenlendi.

'Geleceğin Tıbbı' olarak anılan frekans tedavileri konuşuldu.

Tecrübeli profesörler ve genç idealist doktorlar Magnetoterapi ve Frekans Tıbbı uygulamaları hakkında çarpıcı sunumlar yaptı.

Enerji tıbbının çeşitli alanlardaki yenilikleri paylaşıldı.

Mustafa Erşin de bu kongreye Başkanlık yaptı.

Op. Dr. Erşin, bu röportajda bir doktor olarak hasta ve hastalığa yaklaşımını değiştirdikten sonra yaşadıklarını tüm samimiyetiyle anlattı.

Karşımda insanı bir bütün olarak anlamak için aklını ve kalbini ortaya koyan bir doktor gördüm.

Hastalık, reçete, ilaç üçgeninde kapana kısıldığımız günümüz dünyasında bütüncül tedavi arayışında bir insan gördüm.

Op. Dr. Mustafa Erşin, 'İyileşmek mümkün',

Bunun için belki biraz da İbn-i Sina'yı hatırlamak gerekli,

Hücrelere olması gerektiği doğru frekansın hatırlatılmasıyla sağlığa kavuşmak mümkün,

'Ben bu yöntemlerin mantığını kavradıktan sonra artık şaşırmıyorum. Mucizelere inanmazsan onu göremezsin' diyor…

TAMİR EDİLECEK MAKİNE İNSAN
Çocukluğumda pilot olmak istiyordum. Babam askerdi, uçakların arasında büyüdük Çiğli'de. Hava Harp Okulu'nun sınavlarına girip kazandım, kampına gittim, uçuş eğitimleri aldım. O sırada tıbbı da kazandığımı öğrendim. O dönemde 12 Eylül darbesi de olunca, Ege Tıp Fakültesi'nde karar kıldım. Doktorlukta sonuç alan bir yöntem seçmeliyim diye düşünerek, henüz ilk hafta 'Tıbba girdiysem cerrah olmalıyım' dedim. Hastalıklara müdahale eder, keser atar diker ve çözerim kafasındaydım.

1986 yılında mezun oldum. İnsana tamir edilecek bir makine gözüyle bakma mantığı hakimdi. Sonra gördüm ki, hastalara neredeyse aynı reçeteler yazılıyor. Hocanın anlattığı hastalığın bir reçetesi var, ona uyan bir hasta geldiğinde hastalığı bir tanıya dönüştürüp önüne reçeteyi koyuyorsun. Bu bana ilk günden itibaren yanlış gelmişti. Güya cerrahi farklıdır, cerrahide hastalığı görüp sebebini ortadan kaldırıyorsun diye düşündüm. İhtisasta öğrendiğimiz teknikle, ameliyatlarla cerrah oldum çıktım.

EN İYİSİNİ YAPAR, ÇÖZERİM KAFASI

İyi bir cerrahtım yıllarca severek yaptım, elim de iyiydi. 1998 yılında bir yakınım, şöyle bir cihaz varmış Ankara'da bir doktor kullanıyor, her türlü hastalığa iyi geliyormuş dedi. Ben de 'Dalga mı geçiyorsun, ben cerrahım zaten her türlü hastayı ameliyatla iyi ediyorum, işi çözerim ben teknik adamım' dedim. O kafadaydım. İki yıl kapıdan kovaladım onu ama o hep anlatıyor çok iyiymiş o cihaz diye. Ben de 'En iyisini yaparım, çözerim' diyorum ama bir bakıyorsun hasta enfekte olmuş. Bazen aynı ameliyatı iki ayrı hastaya yapıyorsun, biri iyileşiyor, diğerinde problem çıkıyor. Anlamıyorsun, elinden bir şey gelmiyor.

12 YAŞINDA BİR HASTA GELDİ

Sonra bir gün 12 yaşında bir hastaya acil apandisit ameliyatı yaptım. Ertesi gün evine yolladım. Pansumana geldi hafif bir kızarıklık başlamış. İlacını yazdık yine gönderdik, bir hafta sonra kızarıklık arttı. Artık tamamen iltihaplanma olmuş. Her gün pansuman yapıyorum, her şeyi yapmışım, şu mikroba göre şu reçeteyi yazmışım yara daha da açıldı. Üçüncü hafta aklıma geldi, getirin bakalım şu bahsettiğiniz cihazı dedim. Magnetoterapi cihazı getirdiler, manyetik alan tedavisi yapıyor. Hastanın üzerine yattığı bir bölümü, bir de küçük bir kalemi var. Yaranın çevresinde günde 8 dakika gezdiriyorsun. Uygulamaya geçtikten sonra daha bir hafta olmadan enfeksiyon geçmeye, yara tamamen kapanmaya başladı. 10 gün sonra çocuk iyileşmişti. Ondan sonra başka hastalarıma da uygulamaya başladım, giriş o giriş.

İYİLEŞME İLAÇLA, BİSTURİYLE OLMUYOR

O günden sonra yavaş yavaş kesin cerrahi müdahalelerle iyileştirdiğim hastaların aslında vücuttaki iyileştirme mekanizmaları sayesinde iyileşmekte olduğunu anladım. Bizim hekim olarak iç sistemi harekete geçirerek hastanın iyileşmesini sağlamamız gerektiğini öğrendim. Yani vücuttaki iyileşme sistemlerinin önündeki engelleri kaldırmak gerekiyordu. Başta bağışıklık sistemi olmak üzere, dolaşım sistemi, hormonlar, metabolizma tüm sistem uyum içinde çalışmasını sağlamak gerekiyor. Bu ilaçla ya da bistüriyle olmuyor aksine bistüri bozucu alan oluşturuyor, meridyenleri kesiyorsun akışı engelliyorsun. Hele hele sezeryan ameliyatlarında…

TAMAMLAYICI TIP DİYE BİR DÜNYA…
Magnetoterapi ile tanıştıktan sonra heyecanla bütün doktor arkadaşlarıma söyledim, neredeyse cerrahiyi bıraktım. Şöyle sonuçlar alıyorum diyorum, 'Ya git Allah aşkına' diye tepki veriyorlardı. Magnetoterapi benim ilk tanıştığım ama bana bu yolu açan yöntemdir. Baktım ki tamamlayıcı tıp denilen farklı bir dünya var. Doktor olarak sonuç alamadığımız, çaresiz kaldığımız veya polikliniklerdeki başvuruların yüzde 70'i psikosomatiktir. Çünkü zihindeki ya da bedenin farklı yerlerindeki belirtileri hastalık olarak tanıyamadığımız sürece ona bir reçete düzenleyemiyoruz, modern tıbbın problemi bu. Hastalığa bakış açımız değişmediği ve sağlığın tanımını yapmadığımız sürece, tıptaki tanıya giden yolu değiştirmediğimiz için sonuç almamız mümkün değil.

HASTALIK YOKTUR, HASTA VARDIR

Biz fakültede sadece hastalık üzerine eğitim aldık. Kişide üç belirti yan yana gelirse şu hastalık, beş belirti yan yana gelirse bu hastalık diyerek hazır reçete vermek zorundayız. Tanısı olmadığı zaman reçetesi de yoktur. Biz tıp eğitimini hastalıkla mücadele etmek üzere alıyoruz. Aslında hastalık yoktur, hasta vardır. Bize tıp fakültesi birinci sınıfta bu söylendi. Ama sonra 6 yıl boyunca hastalık öğrettiler, hastadan hiç bahsetmediler. Cerrahide sadece ameliyatı gösterdiler, o zaman sağlığın tanımını da unutturdular bize.

Hipokrat'tan bu yana sağlığın tanımına baktığımız zaman sağlık dört unsurdan oluşuyor. Bedensel, duygusal, zihinsel ve ruhsal sağlık diye... Bu dört unsurdan birindeki düzensizlik diğerlerini doğrudan etkiliyor. Biz anatomi, biyokimya, fizyoloji derslerinde sadece fiziksel bedenimizle ilgili eğitim aldık. Sağlığın sadece fiziksel bölümü öğretildi, o fiziksel belirtilerden yola çıkarak hastalığı tanımak üzere eğitim aldık. Maalesef tedavi reçetelerinin yüzde 70'i semptomatik tedavi yani belirtilerin üzerini örten reçeteler. Hepsi anti… Antibiyotik, anti vüritik, anti hipertansif, anti diyabetik. Bu ilaçlar belirtileri baskılar ama sebepleriyle ilgili aksaklıkları yok etmez.

DOKTORLUÐA BAKIŞ AÇIM DEÐİŞTİ

Ben 2000 yılında magnetoterapiyle tanıştıktan sonra sağlığa bakış açım, doktorluğa bakış açım tamamen değişti. İnsanı farklı bir bakış açısıyla görmeye başladım. Biz doktorluk eğitimi aldık ama ben bugün hala hekim olmaya çalışıyorum. Tıp fakültesini bitirmiş kişiye tabip denir ve o da doktordur. Akademik bir unvandır, kişi bilgi sahibidir ama hekim değildir. Örneğin kanserde tümörü oradan aldığında hastalığı iyileştirmek gibi bir bilgisizlik olamaz. Tümörü oradan çıkarmak değil, zemini düzeltmek üzere integratif tedaviler var artık. Yani modern tıpla birlikte başta beslenme olmak üzere diğer yöntemlerle de desteklemek gerekiyor. İbn-i Sina'nın kitabında yazıyor, yedikleriniz sizin ilacınız olmalı diyor. Biz tıp fakültesinde gıdalarla ilgili bir saatlik bir ders bile görmüyoruz. Enerji olarak yağlar, karbonhidratlar diye standartize ettik sadece, hastaya şu kadar vitamin alın diyoruz.

HÜCRELERE HATIRLATMA YAPIYOR
Magnetoterapinin temel çalışma mekanizması, dünyanın elektromanyetik alanı ile hücrelerimizin elektromanyetik alanının rezonansa girmesidir. Dışarıdan verilen bir şey değildir, hücreyi olması gereken frekansa çekmektir. O hücrenin olması gereken frekansın aynısını hatırlatan bir rezonans sistemidir. Rezonans hücrenin o titreşimle aynı titreşimi sağlama çalışmasıdır. Diyapozon gibi düşünün, dokunduğunuz zaman titreşimle ses verir. İkinci bir diyapozonu yanına getirdiğinizde aynı şekilde titreşmeye başlar, rezonansa girer ve aynı sesi çıkarır. Bu bir enerji dengeleme çalışmasıdır. Dışarıdan bir şey verilmiyor, aslında olması gereken seviyeye geliyor yani tamamen regülasyona dayalı.

NEDEN HASTA OLUYORUZ?

Vücudumuzdaki her hücre bir elektrik santralidir. Kendi enerjisini kendi üretir, oluşturduğu atık maddeleri hücre dışına atar. Bunu sağlayan da hücre zarıdır. Zarın geçirgenliği bozulup pompa sistemiyle alıp verme yeteneğini kaybedince kanser hücresine dönüşür. Kanser hücresinin en büyük özelliği ise membran potansiyelinin 20 – 40'lara düşmüş olmasıdır. Kanser hücresi yaşamaya devam eder, ölemez. Ölemeyen hücreler sürekli çoğalır. Bunun adı kanserdir. Kanserli hücreler kendi zekasını oluşturarak beslenir ama fonksiyonel değildir. Ölemediği için sürekli büyür ve tümör oluşur. Tek sebep, hücresel mekanizmanın bozulmasıdır. Dünyanın manyetik alanının bozulması, artan elektromanyetik kirlilik hepsi bizi hasta etmeye yönelik gelişmeler.

Neden hasta oluyoruz dediğinizde, çağımızın vebası stres ve beslenme karşımıza çıkıyor. Yediğimiz gıdalar ve elektro manyetik kirlilik hastalanmamızın temel faktörleri. Yüksek gerilim hatları, cep telefonları, televizyonlar hepsi bizi hasta etmeye yönelik. Yediğimiz gıdaların hemen tümü genetiği değiştirilmiş gıdalar olduğu için hasta oluyoruz. Sağlıklı diye aldığımız gıdaların çoğu bizim sağlığımızı bozuyor. Paramızla hasta oluyoruz, sonra kazandığımız o paralarla sağlığımızı tekrar kazanmaya çalışıyoruz. Ama modern tıbbın bize önerdiği sağlık sağlık değil, sadece belirtilerin bastırılması.

STRESİN HÜCRE ELEKTRİÐİNE ETKİSİ

Dünyanın oluşturduğu manyetik alan olmazsa yaşam mümkün değildir. O yüzden uzaya giden astronotlar eskiden sürekli hastalanma eğilimindelerdi. Dünyaya geldiklerinde halsizlik, kas ve kemik erimesi , bağışıklık sisteminin düşmesi gibi hastalıklarla döndüler. Araştırmalarda görüldü ki, hücrelerimiz dünyanın manyetik alanıyla kendilerini çalışabilir halde tutuyorlar. Stres, aldığımız gıdalar, manyetik kirlilik ise hücrelerimizin elektriğini baskılıyor. Hücrenin membran potansiyeli vardır, 70-80 mili volttur, stresli hücre ise 50 mili voltlara düşerek çalışamaz hale gelmiştir. Manyetik alan terapisi cihazları da öyle ortaya çıktı. Hücrelere sağlıklı bir manyetik alandaymış gibi hatırlatma yapıyor. Bağışıklık sistemi frekansını üreterek, bağışıklık sistemini sağlıklı hale getiren frekansları hücreye hatırlatmaktır.

VÜCUDUMUZDAKİ MERİDYENLER
2005 yılında Enerji Tıbbı Uygulamaları Derneği'ni kurduk İzmir'de, yedi kişiyi zor bulduk o yıllarda. Şimdi 200'e yakın üyemiz var. Enerji tıbbı dendiğinde temel olarak vücudun meridyen sistemini veya Orta Asya'daki Türk tıbbının temeli olan beş element ve meridyenler üzerinden gelişen uygulamaları kast ediyorum. Vücuda fizik bedenin ötesinde enerji üreten ve onu belirlenmiş hatlar boyunca vücudu besleyen, iyileştiren bir sistem olarak bakıyor. O meridyenler aynı zamanda duygu ve zihin dünyamızı da temsil ediyorlar. Meridyenlerdeki akışkanlığın bozulması hem fizik bedenimizde, hem zihnimizde probleme dönüşüyor.

Bu akışın engellendiği noktalardaki blokajlar çözüldüğünde ise sağlık yeniden ortaya çıkıyor. Bazı ülkelerde modern tıp tedavisi alan kanser hastalarının yüzde 80'ni tamamlayıcı tıp desteği alıyor. Batı tıbbı sadece bedene kilitlenmiş kalmış, vücuda otomobil parçaları gibi bakmış. Meridyen sistemini tamamen yok saymış. İbn-i Sina'nın tıp kitabına baktığımızda vücutta dolaşan enerji sistemini, beş elementi bilmeyen hekim olmasın diyor. El Kanuni Fi't Tıbb adlı kitabını 11. yüzyılda yazmış, Avrupa'da 600 yıl tıp kitabı olarak okutulmuş.

BİLİM VE İLİM FARKI

Vücudun çözemeyeceği, iyileşme mekanizmalarının halledemeyeceği hiçbir şey yok. Allah şifası olmayan dert vermemiş diye bir söz vardır. Hasta edebilen sistem kendisini iyileştirme gücüne de sahiptir. Buna da yaşam gücü deniyor zaten, biz şartlarımızı yani yediğimiz gıdaları, elektromanyetik kirliliği, çevre kirliliğini düzeltmemiz gerekiyor. Yaptığım okumalarda bilimle ilim arasındaki farkı gördüm. İkisi çok farklı şeyler, bilim bizim modern eğitim dediğimiz deneyimler, test edilebilir, sonuçları tartılabilir bilgiye dayalıdır. Bilim adamı olmak ile hastanın duygusunu, zihnini veya ruhunu anlayabilen hekimin ilmi arasında çok büyük fark var. Ben tamamlayıcı tıp uygulamalarının tamamını öğrenmeye çalışan bir öğrenciyim. Temelde manyetik alan terapisi yapıyorum, enerjinin dengelenmesi. Bedensel, zihinsel arınma ve dengeleme, beslenmenin düzenlenmesi, hipnoz, homeopati, enerji terapileri, reiki uygulaması, eft, müzikterapi, ozon, sülük ve kupa uygulamaları da yapıyorum. Hastaya hangisi ile yardımcı olabilirsem o yöntemi araç olarak kullanıyorum.

İDDİALI DEÐİL, GERÇEK
Hastanede sana yapılacak bir şey yok denen, bütün tedaviler yapılıp sonuç alınamamış veya tıpta tedavisi yoktur denilen bir hasta grubu var. Bu gruplar içinde destek verilebilir, bazılarının tedavi edilebilir hastalar olduğunu görmek mümkün. Bu iddialı görülüyor ama iddialı değil, gerçek. Tamamlayıcı tıp yöntemleri örneğin kalp damar hastalıklarında, romatizmal hastalıklarda dejenerasyonu ortaya çıkaran sebeplerin ortaya çıkarılmasıyla ilacın azaltılması bazen bırakılmasını sağlayan yöntemlerdir. Bütün tıp sisteminin bu eğitimlerini alması lazım. Modern hayatın içinde korunmak için yapmamız gerekenler öncelikle beslenme. Artık sağlıklı beslenme imkanımız kalmadı. Mümkün olduğunca doğal beslenelim, sağlıklı su içelim, temiz hava oksijen çok önemli.

BİR ARINMA YÖNTEMİ

Şu anda İzmir'de yüzlerce doktor arkadaşımız tamamlayıcı tıp uygulamaları eğitimini alıyor. Çare bulamamış insanlar çare bulduktan sonra eşine dostuna haber verdiği için kulaktan kulağa yayılıyor. Tamamlayıcı tıp özellikle romatizmal hastalılar, kalp damar sisteminde veya şeker hastalığında dejeneratif hastalıklar grubunda ilaçlarla sadece belirtileri baskılayarak tedavi ettiğini zannetmiyor. Dejenerasyonu ortaya çıkaran sebeplerin ortadan kaldırılmasıyla örneğin ömür boyu ilaç kullanmak zorunda olan tansiyon hastalarında ilacın azaltılması, bazen de bırakılmasını sağlayan bir yöntemdir.

Sağlıklı olmak için mümkün olduğunca doğal haliyle yetişmiş besinlere ulaşarak beslenelim, sağlıklı su içelim, temiz hava oksijen alalım. Elektromanyetik alanlardan korunmak mümkün değilse magnetoterapiden faydalanmalarını öneririm. Magnetoterapi sağlıklı insanların bile destek alması gereken bir arınma yöntemidir. Spor salonuna gider gibi kullanabilirsiniz. Cep telefonu, televizyon gibi nedenle yorgunluk haliniz var ise 20 dakikalık bir seans ile bunların tamamını temizleyebilirsiniz. Bu kirliliğin birikimi sonucu oluşan hastalıkları tedavi edebilirsiniz. Magnetoterapi cihazı, vücuda doğru sağlıklı manyetik alanı hatırlatan bir cihaz. Hastalanmadan önce de evde alıp magnetoterapi aletleri alıp evde kullanabilirsiniz. Elektromanyetik dengelemeyi sağlayan yataklar, çarşaflar bile üretildi.

GELECEÐİN TIBBI

Elektromanyetik olarak hücredeki patolojik frekanslar tespit edilmiş. O patolojik frekansı karşılaştırıp sen de bu frekans varsa şu hastalık olabilir diyen cihazlar var şu anda. Geleceğin tıbbı dememizin nedeni o, servise gittiğinizde yeni arabaların beynine taktıkları bir cihazla neredeyse bütün seceresi çıkıyor arızasının nerede olduğunu gösteriyor. Şimdi beynimiz ve hücrelerimizin her biri ondan çok daha mükemmel bir kayıt sahibi, o kayıtların hepsinde hücremizin doğum anından itibaren bütün kayıtları var.

Genetik dediğimizde vücudumuzun şekli şemali, göz rengi, saç rengi, ana babadan gelen hastalıkların tamamı kayıtlı. Genimizin epigenetik dediğimiz bölümünde ise dünyaya geldiğimiz andan itibaren yaşadığımız her olayın veya her duygunun, her olayın, her konuşmanın yaşandığı ortamdaki etkileri saklayan da bir bölüm var. Buna ister hafıza deyin, ister genetik akaşık kayıtlar diye bir bölüm var. Yapılan çalışmalarda fiziki olarak tespit edilmese de, enerjitik olarak bu kayıtların okunması söz konusu. Hipnozda ya da regresyonda bunlar mümkün.

MORAL NEDİR?

Bilim dünyası beynimizin haritalarını çıkarıyor, hangi duyguyu yaşadığımızda hangi organımız etkileniyor veya hangi organımız hastaysa beynimizde hangi duygu oluşuyor, bu çok önemli. Ben çok büyük bir travma geçirmişsem karaciğerde, böbrekte hasar oluştuğunu görebiliyorum artık. Beyindeki üzüntü duygusunun o organı etkilediği artık görülebiliyor. Nörobilim artık bunlarla ilgileniyor, yani duygumuz ve bedenimiz iç içe, birbirinden ayrılmaz. Oradaki her türlü değişim, zihnimiz ruhumuzu ve duygumuzu da etkiliyor. Çok mutluysak ağrımız geçiyor, ben iyiyim dediğimizde iyilik halini hatırlayan mekanizma çalışıyor, moral dediğimiz şey. Moral kanser hastalarında neden etkili oluyor? Moral iyilik halinin vücuda hatırlatılmasıdır. Bütün mesele doğayı, dengeyi hatırlamak ve dengeye kavuşmak.

DENGEMİZ BOZULUYOR

Öğrendikçe, öğreneceklerimin çoğalması beni şaşırtıyor. İlim dediğimiz şey de o zaten. Öğrendikçe bunun genişlediğini görüyorsun veya hepsinin tek bir noktadan çıktığını görüp tevekkül, gerçek anlamda inanç boyutuna geçtiğinizde hepsi bir noktaya dönüşüyor. Hz. Ali'nin bir sözü var, 'İlim bir nokta idi, cahiller onu büyüttüler' diye. Gerçek güç, gerçek düzenleyici, ilahi kudret, evrensel enerji her ne derseniz deyin bu düzenin bir sahibi var. O düzen işleyiş olarak o kadar mükemmel bir şekilde kurulmuş ki biz onun içinde yaptığımız müdahalelerle sistemi bozuyoruz. Televizyonda izlediğimiz haber bile duygumuzu değiştiriyor, dengemizi bozuyor. Doğal yaşamak dediğimiz şey, sadece vücudumuzun ihtiyacını yemek, doğadan kopmamak.

İYİLEŞMEK MÜMKÜN
Yaşamın kendisi bir mucize iken tüm mucizelerin de yaşanabileceğini gördüm, bizzat yaşadım. Mucizelere inanmazsan, göremezsin. Yıllardır tedavi gören, çare bulamamış kişilerin bir anlık bir şeyle o hastalığı düzeltme yoluna girdiklerini gördüm. Bunu gördüğüm için artık şaşırmıyorum, biliyorum. İyileşmek mümkün, biz hekim olarak sadece yönlendirebiliyoruz. Bizim yaptığımız bir şey değil. Ben ilaç kullanmıyorum ve hastalarıma da reçete yazmıyorum. Sadece tavsiye edebileceğim gıda takviyeleri, doğal vitamin ve mineraller olabilir.

Benim evime 20 senedir bir tane ağrı kesici, antibiyotik girmemiştir. Doğa iyileştirme gücüne sahip, gerçek anlamdaki yaşam gücü, ilahi güç veya evrensel enerji bunu düzeltme gücüne sahip, onu harekete geçirmek gerekiyor. Şifa Allah'tan, benim her hastalığı iyileştiririm diye bir yaklaşımım olamaz. Cerrah olarak böyle düşünürken çok yanlış söylüyormuşum. Böyle bir şey yok. Burada da aynı şey geçerli, her gelen hasta iyileşecek diye bir şey yok. Gerçek anlamda iyileşmeyi sağlayacak destekleri vermekle mükellefiz. Onun sonucunda bazı şeyler eksik kalabilir ya da yaşamın gidişatı vardır. Hasta olduğumuz için değil, doğduğumuz için öleceğiz demiş. Biz ölümsüzlüğü aramıyoruz ama her yaşın ya da her hastalığın konforunu sağlamak da yine hekimin görevi.