Yazarımız Gönül Soyoğul'un Star gazetesi yazarı Ergun Babahan'la yaptığı söyleşi...

BAŞLARKEN...
Ergun Babahan, hukuk okumuş ama gönlünü gazeteciliğe kaptırmış, mesleğe Yeni Asır'da başlayıp iki yıl gibi kısa bir sürede İstanbul'a kapağı atmış İzmirliler'den. İzmirspor'lu.
Kendisinin de itiraf ettiği gibi, hırslı, iddialı, çok okuyan, İstanbul'da uzun yıllar Sabah'ta, Yeni Yüzyıl'da üst düzey yönetici olarak görevler almış, köşe yazarlığına, o da benim gibi geç başlamış bir gazeteci.
Sabah Gazetesi'nde Genel Yayın Müdürlüğü görevinden istifa ettikten kısa bir süre sonra, Star'da işbaşı yaptı. Halen 'Star Gazetesi'nde yazıyor. Yöneticilik stresinden sonra, gazeteciliğin bir anlamda 'emeklilik keyfini' yaşıyor...
İzmir'deyken dünyaya 'sol'dan bakardı; şimdi bakışının tarifini yapamayacağım ama ruhunun İzmirli olduğuna tüm kalbimle eminim. Zaten röportajın her satırında bu hissediliyor, kasedi deşifre ederken, bunu bir kez daha teyit ettim.
Söyledikleri çok çarpıcı, çok iddialı, İzmir'e, İzmirlilere çok kafa tutan tonda.. Bu yüzden, söylediklerinin çok ciddi karşılık bulacağını düşünüyorum. Bu dizinin duyurusunu yaparken, söylediklerinden küçük bir alıntı, hafif yollu bir deprem yarattı bile. 'Hele bir dökülsün bakalım, ne demekmiş İzmir Kemalizm'den vazgeçmeli' diye bekleyenler çoğunlukta...
O da bunun farkında ve etki/tepkiden ziyadesiyle memnun, mutlu... Çünkü onun tüm derdi, tartışmak, tartıştırmak, harekete geçilmesine katkıda bulunmak. Heyecansız/yorgun/ortalama bulduğu İzmir'e heyecan getirmek.
Ki bu röportajda bence, bu konuda elinde geleni yaptı sevgili Ergun!
İzmir'de çatmadığı kurum kalmadı. Mesleki olarak doğduğu Yeni Asır'dan girdi, İzmir'in 'emekli ruhlu' işadamlarından, yerel güç kavgası yapan yöneticilerinden/siyasetçisinden çıktı.
Sivil toplum örgütlerini Mimarlar Odasını, İzmir Barosu'nu 'gericiler' diye bombaladı, turizm mantığımıza verdi veriştirdi. Bu arada Deniz Kuvvetleri'ne, hatta Yılmaz Özdil'e bile laf attı!
Özetle, aykırı konuştu. Daha da konuşurduk; neyse ki, kaset bitti, benim uçağın kalkış saati yaklaştı, onun da köşe yazısını yazması gerekiyordu da Ergun bütün İzmir'i, kurdu kuşu karşısına almaktan yırttı.
Bugün söz sırası, Star yazarı Ergun Babahan'da.
GÖNÜL SOYOÐUL: İZMİR'den kaç yılında gittin İstanbul'a Ergun?
ERGUN BABAHAN: 1987'de.
SOYOÐUL: Benim oğlumun doğduğu yıl gitmişsin sen İzmir'den. O kadar olmuş mu, vay canına?
BABAHAN: 22 yıl işte...
SOYOÐUL: İzmir sen bıraktığında nasıldı Ergun? Ekonomi, kentsel, siyasal, sosyal gelişim anlamda? Sen gittikten sonra, kalan İzmir ne?
BABAHAN: Bizim bıraktığımız İzmir'le, bugün kalan İzmir'i en net, Yeni Asır'ın durumundan görüyorsun aslında. Eskiden Yeni Asır'a bakınca İzmir'i, Ege'yi, okurdun. Şimdi o yok. Bitmiş vaziyette yani. Yeni Asır gibi bir gazetenin varlığıyla yokluğu arasında bir fark yok. En net gösteren o. Eskiden Yeni Asır'sız bir İzmir, Ege düşünülmezdi, yoktu. Şimdi var. Yeni Asır'ın herhalde şimdi vefat ve küçük ilan ağırlığı kaldıysa, o kaldı. Başka bir ağırlığı yok.
SOYOÐUL: İzmir'deki çöküşün durumunu, o gösteriyor yani diyorsun…
BABAHAN: O gösteriyor. Şöyle. Bizim zamanımızda ne vardı? Fuar vardı, hala var da... O bir ay çılgın geçerdi. Bu kadar taşralı değildi ya da biz farkında değildik… Daha modern bir kentti sanki.
SOYOÐUL: İzmire gidip geliyorsun. Bir ayağın burada, biliyorum. Ailen burada. Ne görüyorsun kentte? Ne hissediyorsun?
BABAHAN: Gittikçe gerileyen bir imparatorluk görüntüsü, hala çok yakından takip ediyorum İzmir'i. Ben İzmir'den hiç kopmadım. Şenocak yayınlarından bir kitap çıktı, çok güzel, en son onu okudum. Kayıp Cennet Smyrna diye. Çok güzel.
SOYOÐUL: Okumadım, bak ilk kez senden duyuyorum.
BABAHAN: Oku mutlaka, çok güzel. Şenocak Yayınları'ndan. Bu, bizim bildiğimiz Şenocak mı?
SOYOÐUL: Evet, bizim bildiğimiz Şenocak ailesi. Yayınevinin sahibi Bülent Şenocak. İzmir için gerçekten iyi şeyler yapıyor.
BABAHAN: Bravo adama.
SOYOÐUL: Alsancak'ta Sevinç Pastanesi'nin karşısında iki ay önce Şenocak Kitapevi'ni açtılar, hem kendi yayınlarını/dergilerini satıyorlar, hem de cd'ler, çeşitli yayınevlerinin kitapları, çok güzel. İçeriye girdim mi, kendimi kaybediyorum.
BABAHAN: Çok güzel bir kitap. İzmir'le ilgili olan herkesin mutlaka okuması lazım. 1922 yangınını anlatıyor ama konusu, sadece İzmir'in yakılışı ile ilgili değil. Oradaki gerçek insanlar üzerinden örülmüş. Okurken tüyleri diken diken oluyor insanın. Çok hoş. O dönemden başlayarak İzmir'deki bir hayat tarzının giderek nasıl yok olduğu… Aslında tırnak içinde söyleyeyim, bir bakıma 'barbarlar' tarafından işgal edilip köylüleştiğini ve üzüm, tütün gibi sanayiye dayalı tarımın gerilemesi sonucu İzmir'in de önemini ve o dönüşümü gerçekleştiremediği için mesela Manisa kadar bir gerçek sanayi olamadığı için... Ya da Manisa'daki o küçük yatırım, Manisa'yı olduğu yerden yukarı çıkarırken, o büyüklüğün İzmir'i kesmediğini, çok net görüyorsun yani.
Ve İzmir maalesef emeklilerin yaşadığı, heyecanı azalan bir şehir haline geliyor. Bunda hem İzmir'in son dönemlerdeki siyasi tercihleri, merkez iktidarıyla kavgası, hem de yerel yöneticilerinin genelde vizyonsuzluğu, bir vizyon geliştirememesinin payı çok. Mesela İzmir'den hiç kimse, bir Cumhurbaşkanı Abdullah Gül kadar bu Expo için mücadele etmedi. Birbirleriyle kavga ettiler, kim önde olacak kavgası yaptılar, İzmir'in kavgasını ikinci plana bıraktılar. İzmir'deki en büyük sorunlardan birisi de bu. Kavganın hep yerel güç açısından olması, ulusal ya da uluslararası bir güç kavgasında kimsenin elini taşın altına sokmaması. Yazık İzmir için ama inanıyorum ki, bu İzmir için geçici bir durum. Özellikle bu Edirne-İstanbul-İzmir otoyolu yapılınca, İzmir'in tekrardan bir değişim geçireceğine inanıyorum. Bir de İzmir'in bu kadar ucuz ve emeklileri cezbeden bir şehir olmaktan çıkması gerektiğini düşünüyorum.
SOYOÐUL: Zaten İzmir, yaşamın ucuz olduğu bir şehir olmaktan çoktan çıktı. Sizin gibi İstanbul'da yaşayanların kafasında öyle kalmış olabilir ama değil.
BABAHAN: Ama yine de balığı Kordon'da değil de başka normal bir yerde yesen, makuldur yani fiyatlar. Ankara'ya göre bile, İzmir ucuz.
SOYOÐUL: İstanbul otoyolu dedin, merkez iktidarlar tarafından cezalandırılmasını, ya da dikkate alınmamasını… Abdullah Gül, Expo için çok mücadele etti dedin ama aynı Abdullah Gül, İzmir için ne yapmış? Bu yolun sözü de İzmirlilerin feryat figanıyla, olağanüstü çabasıyla alındı. Yırtınmasak, yoktu yol mol.
BABAHAN: Şimdi bak... İzmir'de mesela Alaçatı akılcı bir şey yaptı ki, o bile tartışılır. Mesela Çeşme yazlık ev üzerine kuruldu. Oysa Antalya gibi otel üzerine olsaydı… Bodrum ya da. Gerçi Bodrum için iş işten geçmişti. Yazlık ev üzerine kurduğun zaman turizm mantığını, okullar açılıncaya kadar işliyor, sonra hayat duruyor. Ya da işte 5-6 yaz Ramazan'a denk gelince... Turizm geberiyor. Yabancı turist olmuyor. İşte bir de 1.5 ay İstanbullu zenginler gelip acayip para harcayıp gidiyorlar. Dejenere ediyorlar... O bize (İzmir'i kastederek) bir şey bırakmıyor ki. İstanbullu işletmeciler geliyor, İstanbullular geliyor, paraları harcıyorlar, paraları İstanbullular alıyor.. Geriye kalan bir şey yok. Belki Alaçatı'da biraz daha fazla. Çeşme'de bu, benim çizdiğim modelde.
Bak, bir de İzmir'e bakınca, bu dönem Türkiye'sine en uygun nüfusu olan şehir. Çizilmek istenenin aksine, daha farklılıkları sıcak karşılayan, geçmişinde var çünkü, Yahudisi, Ermenisi, Rumu, Müslümanı bir arada yaşamışlar, pek çatışma çıkmadan. Bizim zamanımızda da öyleydi. Sol sağ çatışmasının Türkiye genelinde en dorukta yaşandığı dönemde, İzmir en sakin kentti. Bir tek Tariş olayları ve Gültepe çatışmaları dışında böyle sokak kavgaları olmazdı, ölümlü kavgalar çok azdı. Ki o da gerçek bir halk direnişine yakın bir direnişti Gültepe çatışmaları.
SOYOÐUL: Evet, doğru. 78 kuşağı olarak, o günleri en az hasarla atlatan kentlerden birinde yaşadık. Türkiye modeli mi dediğin az önce?
BABAHAN: Aslında Avrupa Birliği modeli. Uzlaşma kültürü İzmir. İstanbul ne kadar modern görünse bile, daha çok varoşlardan oluşuyor. Farklı gettolardan. İzmir o kadar değil. İzmir'de bir arada yaşanıyor işte. Benim eski büyüdüğüm mahalle Tatar Mahallesi'ydi, şimdi Kürt Mahallesi olmuş. Kürtler, Türkler, Tatarlar hepsi bir arada yaşıyorlar işte.
SOYOÐUL: Bu sosyal doku itibarıyla böyle. Ekonomik açıdan ise çıkmaza doğru gidiliyor. Ama şöyle bir paradoks doğabilir mi? İzmir ekonomik açıdan büyüdüğünde/açıldığında, acaba İzmir'in bu güzel yanı kaybolur mu?
BABAHAN: Zaten kayboluyor şu anda. İzmir giderek taşralaşıyor. O olmazsa, dinamizmini hiçbir zaman bulamayacak; yorgun, ağır bir şehir haline geldi. O daha da artacak. Mesela biz gazeteciliğini diyoruz. Bu yolda bir ya da birkaç kişinin çıkıp… Tarihi devrimciler yapıyor. Bazen siyasetçiler yapıyor, çoğunlukla da girişimciler yapıyor. Dinç Bilgin olmasaydı yani, İzmir'de bu gazetecilik yüzde 99.9 olmazdı. Dinç Bilgin alıp Yeni Asır'ı İstanbul'a getirmeseydi, hepimiz İzmir'de bir taşra gazetecisi olarak emekli olurduk. Her alanda 5-10 tane Dinç Bilgin'e ihtiyacı var İzmir'in. Girişimci, hırslı, iddialı, dünyayı takip eden… İzmir'de şu an, o yok. Yani birinci Kordon'da ya da Alsancak'ta lüks bir ev, iyi bir araba, Çeşme'de bir yazlık, bankada iki-üç milyon dolar; İzmirli işadamının önemli bir bölümünü, tatmin etmeye yeterli oluyor. Ondan sonra da yarı emekliliğe geçiyorlar zaten.
SOYOÐUL: Bir ya da birden fazla Dinç Bilgin bulamazsak, yani İzmir bir anlamda kayıp şehir mi olacak?
BABAHAN: Bu gidişle biraz öyle olacak….
SOYOÐUL: Ne yapmak lazım peki? Şu anda bir kesim İzmir'in bu makus talihi nasıl yenilir diye düşünüyor, tartışıyor…
BABAHAN: İşte son dönemde bak, son 10 yıla… İzmir'den çıkan parlak bir siyasetçi yok, şehre rengini veren gücünü sağlayan. Eskiden İzmir'siz bir kabine, İzmir'siz bir kongre düşünülmezdi.
SOYOÐUL: İcracı bir bakanımız bile yok mesela kabinede.
BABAHAN: Bakan olacak nitelikte belki de bir milletvekiliniz yok! Ak Parti'den. Ak Parti'ye giren İzmirliler belki onu göze alacak, o nitelikte değiller. Ve hükümet de İzmir'i önemsemiyor. Belki Manisa'dan, Aydın'dan, Denizli'den olmasını daha önemli buluyor herhalde. Bu acı bir durum. İzmir'in bu ağırlığının olmaması. Ak Parti İzmir'de güçlü olsa da olmasa da İzmir'in siyasette özel bir yeri vardı. Özal zamanında da vardı, Erdal İnönünü zamanında da vardı. Şu anda yok. Bu kadar ortalama bir şey olursa iş dünyasından siyasete kadar; sonuç bu olacaktır tabii...
SOYOÐUL: Ee, ne yapacağız yani, AKP'ye biat mı edelim? Onu mu demeye çalışıyorsun? Bir dahaki seçimlerde AKP'ye mi oy verin diyorsun?
BABAHAN: Kimsenin kimseye biat etmesi değil. Dik çıkacaksa bile, doğru düzgün dik çıkacak. Yani öyle Atatürk, Türk Bayrağı, laiklik gibi çocuksu şeylerle değil. Ak Parti'ye tavır alınacak yerde doğru tavır alınacak, destekleneceği zaman da doğru desteklenecek. İzmir'in bir kent olarak normalde, İzmir siyasetinin, bu bildiriydi vesaireydi kısmında, geleneksel olarak darbenin, darbecilerin karşısında olması, iktidar kimse, kimliğe neyse dikkat etmeden, sivil siyaseti desteklemesi gerekiyor. İzmir'de bu yok mesela şimdi.

SOYOÐUL: İzmir'deki o karşı çıkış ruhu, çocuksu mu oldu yani şimdi? Bugüne kadar Erdal Abi'nin deyimiyle hep rüzgara karşı yürüyen bir İzmir var. Dikine giden bir şehir...
BABAHAN: Aslında İzmir'in değişimden ve gelişiminden korktuğunu gösteriyor o dikine gidiş dediğin.
SOYOÐUL: Öyle mi yorumluyorsun?
BABAHAN: E öyle, Özal mesela, değişim ve gelişimi temsil ediyordu Türkiye'de. Beğen beğenme, eleştir eleştirme. Ak Parti onu temsil etti, İzmi'rin en yakın olması gereken Avrupa Birliği'ne, en büyük reformları Ak Parti yaptı, İzmir ona da karşı. Daha muhafazakar, hiçbir şey yapmayan CHP'den yana tavır alıyor. Konservatif bir şehir oldu İzmir, değişimden korkan, yenilikten korkan bir şehir. En büyük sıkıntısı bu İzmir'in.
SOYOÐUL: Bu kolay değişecek bir duygu/düşünce değildir.
BABAHAN: Çünkü rekabetçi duygu İzmirlileri rahatsız ediyor. Bir tane pizzacı varsa, ikinci bir pizzacı olmasın, bir bakkal varsa, ikincisi olmasın.
SOYOÐUL: İlginç... Rekabetçi duygunun İzmirlileri rahatsız etmesi.. Kişiliklerde de böyle mi? Mesela sen İzmir'den yetişme bir gazetecisin ve çok rekabetçisin?
BABAHAN: Orada da ilginç bir şey var tabii. Dinç Bilgin'in yetiştirdiği kadrolar, inanılmaz rekabetçiydi, ölümüne yani.
SOYOÐUL: Göngör abi bu dediğini, Yeni Asır'dan o dönem yetenekler fışkırdı diye izah ediyor. Bu rekabetçi duyguyu nasıl kamçıladığını, işte 'eğer benim yerimde gözünüz yoksa/olmayacaksa, bu işi bırakın, gidin başka iş yapın derdim' diyerek ifade ediyor.
BABAHAN: Doğru, ilk geldiğim gün bana söylediği oydu. Sırf Yeni Asır'da değil işte. Sabah'ın Türkiye markası olduğu dönemde, Dinç Bilgin hala herkesle tek tek konuşan, herkesin odasına girip çıkan, herkesi harekete geçiren, heyecanlandıran bir adamdı. İşte dediğim gibi o, tarihi değiştiren girişimcilerden bence.
SOYOÐUL: Ergun, Dinç Bey'i İzmir'e mi getirelim? Eğer yeni bir Dinç Bey bulamıyorsak, çıkaramıyorsak...(kahkahalar)
BABAHAN: Aslında, Dinç Bey dönüp İzmir'de bir gazete yapsa, İzmir'e hareket ve heyecan getirir. İzmir'in önde gelen sanayicilerinden olsam, Dinç Bey'i bu şekilde davet ederdim mutlaka.
SOYOÐUL: Sence İzmir'i değiştirmeye Dinç Bey'in o yenilikçi ruhu yeter mi?
BABAHAN: Tek başına belirleyemez ama etkiler gidişatını, çok etkiler. İzmir'e heyecan getirir. İzmir'in eksikliği heyecan ve değişim korkusu. Mesela Türkiye'de medyada değişimi Dinç Bilgin başlattı. Sen de bilirsin. Ben 84'te geldim Yeni Asır'a, bilgisayarlar vardı. Daktiloyla hiç çalışmadım. Her şey computer'di yani. Hürriyet'e girdiğimde, 1988'de, almışlar bilgisayarları, üzerinde naylon torba vardı. Korkunçtu. Kimse kullanmıyordu. Yani o değişimi, gelişimi yapan Dinç Bey'di. Herkesi de itiyordu/çalıştırıyordu yani. İşadamından siyasetçisine kadar. Herkesi harekete geçiren bir yapısı vardı. Dediğim gibi, ya siyasette devrimci olacaksın, Lenin olacaksın; ya çok usta siyasetçi olacaksın,Özal gibi, Tayyip Erdoğan gibi, Menderes gibi, Demirel gibi.. Ya da böyle müthiş bir girişimci olacaksın.
SOYOÐUL: Peki piriştina ölmeseydi, İzmir açısından değişen bir durum olur muydu? Çünkü buna inananlar/ savunanlar da var İzmir'de.
BABAHAN: Onun durduğu yer de çok şey değildi. Siyaseten yanlış yerde duruyordu. Bu İzmir'in Kemalizm'i bırakması gerek. En büyük sıkıntı o. Laikliği, modern bir yaşam tarzını bırakması anlamına gelmiyor bu. Kemalist olmadan da 1930-40'ların ideolojisine sahip çıkmadan da modern bir yaşam tarzına sahip olunabilir Türkiye'de. Bunun en iyi göstergesi işte İzmir olabilir. Ama İzmir bence yanlış yerde. Gelişimden ve değişimden korkuyor İzmir.
SOYOÐUL: Peki İzmir Kemalizmi bıraktığı zaman...
BABAHAN: Ak Partili olmayacak ya da muhafazakar olmayacak. Ama şu anda İzmir AK Parti'den daha muhafazakar, duruş açısından.
Kadınların şort giymesi başlarının açık olması, modern yapmıyor bir kenti.
SOYOÐUL: Yok artık! Her şeyi şortla, miniyle sınırladın. Ben gecenin 11'inde sokağa tek başıma çıkıp, otobüse/taksiye tek başıma binip istediğim yere gidebiliyorum. İzmir, bütün kadınların en rahat ettiği şehir.
BABAHAN: Bu modernlik değil, güvenli olması...
SOYOÐUL: Olur mu canım? Güveni sağlayan polis gücü değil ki? Bakış açısından kaynaklanan bir rahatlık, kadına dayatmayan bir yaşam biçiminin göstergesi bu.
BABAHAN: Tamam, bir yaşam modernitesi var, ama İzmir'den çıkıp Orta Asya çoğrafyasında inşaat işi yapmış, ihracat yapmış, bilmemne yapmış bir işadamı yok. Kayseri'ye git 20 tane adam çıkar, Mardin'e git, 10 tane adam çıkar. Manisa'da bile vardır yeni bir şey deneyen. İzmir'de yok işte!
SOYOÐUL: Var, olmaz mı? Ama genelde ön plana çıkmıyor, ya da gazeteciler bulup çıkartamıyor.
BABAHAN: Benim zamanımda ANAP'lı neydi o? Merkez yönetiminde. Japonya'ya yosun, garip deniz ürünleri satıyordu...
SOYOÐUL: Önder Baysal.
BABAHAN: Farklı olduğu için, onun yaptığı iş kalmış aklımda. Yaşar grubundan başka ciddi bir grup da yok İzmir'de. O da küçülüyor.
SOYOÐUL: Var tabii ama tarif ettiğin Dinç bey modeli değil ki, pat diye söyleyemiyorum.
BABAHAN: İzmir deyince akla gelecek bir isim yok zaten şu anda. Ne siyaseten, ne de sanatta, ne aktüel isim olarak, ne bilimde? Yok yani.
SOYOÐUL: İzmir deyince akla ulusal medyadan isimler geliyor. Mesela Yılmaz Özdil. Buraya geleceğimi duyanlar, Yılmaz'la röportaj yapacağımı öğrenen arkadaşlarım, şöyle bir sipariş verdiler bana: Ne olur öp bizim için, sarıl. Siparişleri yerine getirseydim, yarım saat Yılmaz'a sarılı kalırdım (kahkahalar) söyledim de kendisine.
BABAHAN: Yılmaz'la birlikte gazetede de çalıştım, birlikte atv'de program da yaptık.. Bence Yılmaz, siyaseten İzmiri yanlış yönlendiren bir İzmirli. Dediğim değişim ve gelişim açısından..
SOYOÐUL: Kemalist bakış açısına mı sahip olduğunu söylüyorsun?
BABAHAN: E tabii.
SOYOÐUL: Sen nasıl İzmir'e katkı koyuyorsun peki? Seninle röportaj yapmamı Yılmaz önerdi, 'İzmir'le yakından ilgilenir' dedi senin için. İzmir için sen ne yaptın bugüne kadar, bakalım?
BABAHAN: (gülüyor) Ben Expo 2015 için çok uğraştım mesela. Hala İzmirspor için uğraşıyorum işte, kayyuma düştü. Çözüm yollarında ne yapılabilir diye bir sürü insanla konuşuyorum. Benim mahallemin takımı İzmirspor. Ayrıca biz ne yapılacağını bulmayacağız. Buradan, İzmir'den hareket olacak ki, biz de medya olarak ona ancak el verebiliriz. Biz İstanbul'dan İzmir'de bir şey yaratamayız. Aslolan İzmirliler. Aslında şu an en ideal ortamı. İzmir'den biri gelip bize şunu yapıyorum, bunu yapıyorum dediği zaman, İstanbul'daki İzmir kökenli gazetecilerin yüzde 75'i diyeyim, çok heyecanlanıyor. İzmir sonuçta, hepimizin gelip emekli olmayı, yaşamayı düşündüğü şehir. İstanbul, sanki Almanya'ya gelmişiz gibi, gecici işçi olarak baktığımız bir yer.
SOYOÐUL: Eh, bu da, bu şehrin baş çelişkisi işte. Bir yanda emekli olunca gelip yaşamayı düşündüğüm şehir diyorsun, bir taraftan da onu emekli şehri olmaktan kurtarmaya çalışıyorsun.
BABAHAN: Ama ben gelip şey emeklisi olmayacağım. Bir şeyler yapacağım yine, boş durmayacağım ki. Faal, aktif olacağım, yazımı yazacağım. İkincisi, İzmir de eğer ben geldiğim zaman güçlü bir sanayi, kültür bir şey olursa, benden faydalanmayı bilecek yani. Ben de Ağrı'da 20 sene çalışıp geri geliyor olmayacağım ki. Farklı bir gelen olacağım. Onu kullanmak da İzmirlilerin ustalığında olacak artık.
Şimdi İzmir, önce kendisini siyasetiyle, sivil toplumuyla gösterecek. Sivil toplum deyince de... İzmir'in sivil toplumu mesela, acaip gerici. İzmir'de yapılacak her türlü projenin karşısında. Şimdi İzmir'de limanda bir marina, yat limanı olsaydı, restoranlar... cıvıl cıvıl olacaktı, modernite olacaktı. Orada üç tane mimar, dört tane avukat durdurdular. Gerici bir tavır. Bu ilericilikse, ben başka hiçbir şey bilmiyorum. Denizle barışık olması lazım bu kentin. Hiçbir şey yapmıyorsa, bu kentin en az 10 tane dünya şampiyonu yelkenci çıkarması lazım. Bu kafayla hiçbir şey yapamaz ama. Orada balık halinin önündeki yerde bin tane tekne olsa, en az 300-500 kişi çalışır orada en azından...
SOYOÐUL: Askeriye var orada.
BABAHAN: Ne olacak, atarsın! Baskı yaparsın, gazete... Mesela Yeni Asır ne yapıyor? Atarsın manşeti 'Deniz Kuvvetleri'nin burada ne işi var? Balıkçıları mı koruyor, Alsancak'ı mı' diye sorarsın. Atsınlar yani. Ne işi var deniz kuvvetlerinin? Onlara yer de yaparlar. İzmir'den gidip Yunan adalarına mı saldıracaklar bu devirde? Göndersinler Marmaris'e falan. Bir an önce çıkarılmalı. Ama orada asıl sorun ya Mimarlar Odası, ya İzmir Barosu. (iyice sinirleniyor) Biri dava açtı, durdurdu projeyi. İzmir'in değişimine, gelişimine ilişkin her türlü projenin karşısında, İzmir'in gerici diyorum ben, en gerici örgütleri, sivil toplum örgütleri.
SOYOÐUL: Bütün bunları AKP yapsa, yapamaz mı? Bütün bunların önünü AKP açsa olmaz mı? Madem şehri almak istiyor, niye el atmıyor, niye önce oy, sonra hizmet diyor?
BABAHAN: AKP'nin alıp almaması önemli değil. AKP normal şartlarda hiçbir zaman birinci parti olamaz İzmir'de. Onu baştan kabul etmek lazım. Ama hayata duruşunu AKP'ye bakarak yaparsa, yanlış yapar İzmirli. İzmirli, bakışını İzmir için iyi olan, İzmir'in gelişimine, lehine, durumuna uygun olan, a partisi, b partisi, c partisi; elbette yaşam tarzına sahip çıkacak ama İzmir için önemli olan, iyi olanı yapana, iyi projeye sahip çıkmak... Eminim ki marinaya iyi bir talip çıksa, gerçi bu dünya krizinde bir marinaya 500-600 milyon dolar kim yatırır ama, Doğuş grubu yatırabilir, çok ciddi yatırımlar yapıyorlar. Gidip bir aday bulsanız, sonra onun lobisini yapsanız, 6 ay içinde çözülür o iş. Ama, İzmir'in sivil toplumu engel olmazsa! Kendine sivil toplum diyen askeri kuruluşlar! İşte o Ergenekon mitingleri yapan ekipler, İzmir'in bence en büyük sıkıntılarından. Türkiye'nin en tutucu barosu, İzmir'de mesela.
FOTOÐRAF NOTU:
Ergun Babahan'la randevu saatini konuşmuş ama yerini belirlememiştik. Ben Erdal Abi ile röportajdan çıkacak, o da Ankara'dan dönecekti. Star Gazetesi'nde buluşuruz diye düşünmüş, bu yüzden foto muhabiri hazırlığı yapmamıştım. Nasıl olsa gazeteden çeken biri bulunurdu; diğer röportajlarımda olduğu gibi…
Ergun, Ankara uçağından inip bana 'santralistanbul'a gel' deyince de iş işten geçmişti. Cep telefonuyla çekilecek fotoğraflara kalmıştı iş.
'Diğer röportajlarında cam gibi fotoğraflar vardı, Ergun'unkiler niye flu/karanlık' diye soranlar için yazdım bu notu. Hava yağmurlu, gökyüzü griydi; ortaya bunlar çıktı. Oysa Bilgi Üniversitesi'nce Haliç'te Silahtarağa Elektrik Santralı kompleksinden dönüştürülen santralistanbul'un tamirane isimli kafesinde/bahçesinde çok güzel fotoğraflar çekebilirdik, ama heyhat. Fotoğraf organizasyonunda çuvalladım.
İstemeden de olsa, diğer röportaj konuklarıma göre, sevgili Ergun'a haksızlık yaptım. Albümünden istediğim, fotoğraflar da yeterli olmadı gördüğünüz gibi…
Ama ilk fırsatta telafi edeceğim. Nasıl?
İzmir'e geldiğinde onu Konak Pier'de ağırlayıp, marina yapılması için kaldırılmasını istediği Deniz Kuvvetleri'ne ait gemilerin önünde boy boy fotoğraflarını çekerek!
Ergun da 'olur' derse; bu kez, 'solculukla AKP'yi nasıl buluşturduğunu' konuşuruz hem de. Gerçekten merak ediyorum zira…