Yazarımız Gönül Soyoğul ve Genel Yayın Yönetimimiz Ümit Yaldız'ın Turgut Özal'ın sağ kolu eski başbakan yardımcısı Ekrem Pakdemirli'yle yaptığı söyleşi…
BAŞLARKEN...
Yeniler, yani, aşağı yukarı 20'li yaşlardakiler bilmezler onun adını. Oysa o, çok uzun yıllar Türkiye siyasetine, Turgut Özal ile birlikte damgasını vuran isim...
Yeniler, yani, aşağı yukarı 20'li yaşlardakiler bilmezler onun adını. Oysa o, çok uzun yıllar Türkiye siyasetine, Turgut Özal ile birlikte damgasını vuran isim...
Türk siyasetinin en aktif ve aynı zamanda en renkli isimlerinden biriydi bir zamanlar.
Devlet Planlama'dan Hazine Dış Ticaret Müsteşarlığı'na, Başbakanlık Baş Danışmanlığı'ndan Büyükelçiliğe, 4 dönem Manisa Milletvekilliği'nden Ulaştırma, Maliye, Devlet Bakanlıkları ve Başbakan Yardımcılığına/vekilliğine kadar uzanan, çok geniş ve çok uzun hizmet yıllarından sonra, onu, bir köşesinde oturuyor sanmayın sakın!
Bugün 70 yaşında ve günde 16 saat çalışan, üstelik hem fiziki, hem de beyinsel olarak çalışan biri Prof. Dr. Ekrem Pakdemirli.
Aralarında Vestel, Bim, Yimpaş gibi dev firmaların da bulunduğu 6 şirkette yönetim kurulu üyesi halen.
Manisa ve Torbalı'daki çiftliklerinde bilfiil çalışıyor, tarımla ilgili müthiş buluşların peşinde koşuyor, Bilkent ve Başkent Üniversiteleri'nde hocalık yapıyor. Yani, İzmir-Manisa-Torbalı-Ankara-İstanbul arasında mekik dokuyor.
Ve 'işleyen demir ışıldar' misali, dipçik gibi görünüyor!
Ekrem Pakdemirli'nin Torbalı'daki çiftliğine girdiğimizde, saat 11.00 civarıydı. Önce yanlış yola sapmış, sonra yol tarifini telefonla kendisinden alınca elimizle koymuş gibi bulup, beş on dakikalık gecikmeyle vasıl olmuştuk randevu yerimize.
Başında sarı şapka, gözlerinde koyu renk bir güneş gözlüğü, ayağında bir işçi pantolonu ve üzerinde bildiğimiz beyaz fanila ile yönetim kapısında bizi bekliyordu.
Arabadan aceleyle inmeye çalışırken 'hay Allah sayın bakanı beklettik' deyince, Haggay'ın yüzündeki ifadeyi görmenizi isterdik.
Ekrem Pakdemirli'nin 'DPT Müsteşar Yardımcılığı, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı, Başbakanlık Baş Danışmanlığı, Büyükelçilik, 4 dönem milletvekilliği, ulaştırma, maliye, devlet bakanlıkları ve başbakan yardımcılığı' yaptığı yıllarda 'bebecik' olan bizim Haggay Baysel, karşısında bir köylü(!) değil, muhtemelen 'marka giysili' birini görmeyi bekliyordu ki; yüzüne yerleşen 'nasıl yani, başbakan vekili&bakan, bu mu?' şaşkınlığını atıp fotoğraf makinesine davranması, bir hayli zamanını aldı!
Yönetim binası olarak tasarlanan geniş salona aldı bizi Ekrem Pakdemirli.
Salonun bir köşesinde dışarıdan gelen ziyaretçileri gösteren kamera, bir bilgisayar, salonun tümüne hakim köşede Ekrem Bey'in çalışma masası, salonun bir başka köşesinde yanında çalışan iki Ar-Ge görevlisinin masaları ve işçileriyle birlikte yemek yediği, toplantıları yaptığı uzun bir masa göze çarpıyordu.
İşte o masanın çevresinde yerimizi aldık ve tarım, politika, ekonomi, Kürt sorunu ve İzmir'le, anılarla dolu sohbete; çiftliğinden, neler yaptığından başlayarak girdik…
(Bir not: Gözlerinden bir gün önce bir operasyon geçirdiği, ışık rahatsız ettiği için, güneş gözlüğünü odada da çıkarmamaya çalıştı.)
Devlet Planlama'dan Hazine Dış Ticaret Müsteşarlığı'na, Başbakanlık Baş Danışmanlığı'ndan Büyükelçiliğe, 4 dönem Manisa Milletvekilliği'nden Ulaştırma, Maliye, Devlet Bakanlıkları ve Başbakan Yardımcılığına/vekilliğine kadar uzanan, çok geniş ve çok uzun hizmet yıllarından sonra, onu, bir köşesinde oturuyor sanmayın sakın!
Bugün 70 yaşında ve günde 16 saat çalışan, üstelik hem fiziki, hem de beyinsel olarak çalışan biri Prof. Dr. Ekrem Pakdemirli.
Aralarında Vestel, Bim, Yimpaş gibi dev firmaların da bulunduğu 6 şirkette yönetim kurulu üyesi halen.
Manisa ve Torbalı'daki çiftliklerinde bilfiil çalışıyor, tarımla ilgili müthiş buluşların peşinde koşuyor, Bilkent ve Başkent Üniversiteleri'nde hocalık yapıyor. Yani, İzmir-Manisa-Torbalı-Ankara-İstanbul arasında mekik dokuyor.
Ve 'işleyen demir ışıldar' misali, dipçik gibi görünüyor!
Ekrem Pakdemirli'nin Torbalı'daki çiftliğine girdiğimizde, saat 11.00 civarıydı. Önce yanlış yola sapmış, sonra yol tarifini telefonla kendisinden alınca elimizle koymuş gibi bulup, beş on dakikalık gecikmeyle vasıl olmuştuk randevu yerimize.
Başında sarı şapka, gözlerinde koyu renk bir güneş gözlüğü, ayağında bir işçi pantolonu ve üzerinde bildiğimiz beyaz fanila ile yönetim kapısında bizi bekliyordu.
Arabadan aceleyle inmeye çalışırken 'hay Allah sayın bakanı beklettik' deyince, Haggay'ın yüzündeki ifadeyi görmenizi isterdik.
Ekrem Pakdemirli'nin 'DPT Müsteşar Yardımcılığı, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı, Başbakanlık Baş Danışmanlığı, Büyükelçilik, 4 dönem milletvekilliği, ulaştırma, maliye, devlet bakanlıkları ve başbakan yardımcılığı' yaptığı yıllarda 'bebecik' olan bizim Haggay Baysel, karşısında bir köylü(!) değil, muhtemelen 'marka giysili' birini görmeyi bekliyordu ki; yüzüne yerleşen 'nasıl yani, başbakan vekili&bakan, bu mu?' şaşkınlığını atıp fotoğraf makinesine davranması, bir hayli zamanını aldı!
Yönetim binası olarak tasarlanan geniş salona aldı bizi Ekrem Pakdemirli.
Salonun bir köşesinde dışarıdan gelen ziyaretçileri gösteren kamera, bir bilgisayar, salonun tümüne hakim köşede Ekrem Bey'in çalışma masası, salonun bir başka köşesinde yanında çalışan iki Ar-Ge görevlisinin masaları ve işçileriyle birlikte yemek yediği, toplantıları yaptığı uzun bir masa göze çarpıyordu.
İşte o masanın çevresinde yerimizi aldık ve tarım, politika, ekonomi, Kürt sorunu ve İzmir'le, anılarla dolu sohbete; çiftliğinden, neler yaptığından başlayarak girdik…
(Bir not: Gözlerinden bir gün önce bir operasyon geçirdiği, ışık rahatsız ettiği için, güneş gözlüğünü odada da çıkarmamaya çalıştı.)
SONSÖZ: Doğrusu biz sizin toprak insanı olduğunuzu, üzüm bağlarınızın olduğunu biliyorduk da burada zeytinyağı tesisleri bulacağımızı bilmiyorduk.
PAKDEMİRLİ: Yok, üzüm, incir, zeytin hepsi var bizde. Yağ işletmesini yanlış yapmışız ama. Eskiden yağlar çok yüksek asitte çıkardı. Yüksek asitte çıkan yağı rafine ederdik, sonra anlamsız bir yağ haline gelirdi rafine edilince, tatsız kokusuz bir şey. Sonra oraya kaliteli bir zeytinyağ ilave ederdik yüzde 15 arasında, adı riviera olurdu. Ve rivirea genelde sızma yağdan çok ucuz olurdu. Sızma, biliyorsunuz 1 asidin altında olan. Ben ve bu çevrede herkes sızma çıkarırdı, rafinelik yağ yok, o tesis boş kaldı. Kaynak kurudu yani.
SONSÖZ: Herkesin yağı sızma olduğu için mi?
PAKDEMİRLİ: İkinin altında, evet. İkinin altındaki rafine edilmiyor, yemeklik olarak veriliyor. Benim mesela hepsi sızma, hem de 0.5 oranında, yani sızmanın da tepesi, en iyisi. Eee birçok kişide öyle, ben kendi makinelerimle sıkıyorum. Dolayısıyla yağ fabrikasının bir kısmı çalışmıyor, bekliyor işte.(gülüyor)
SONSÖZ: Ne zamandır var bu yağ tesisleriniz?
PAKDEMİRLİ: Şimdi yağ fabrikasını 1996'da kurduk. Burada önce mandıracılık yapıyordum, özel peynirler yapıyordum. Fakat oğlum ilgisini kaybetti, başka işler yaptı, sonra gitti bir yere genel müdür oldu falan. 1994'teki krizde mandırayı bıraktık, makineleri sattık, kurtulduk. Sonra mandırada köylüye muhatapsın, köylüden süt alıyorsun. Her gün ölçüyorsun, su miktarı çok yüksek! Söylüyorsun diyorsun ki 'su miktarı çok yüksek'. 'Valla billa ben yapmadım' diyor. 'Oğlum bak bakalım makine ne diyor, işte burada su miktarı.' Bu sefer dönüyor 'yengen yapmıştır' diyor. (Kahkahalar)
SONSÖZ: Kaç yıl çalıştırdınız mandrayı?
PAKDEMİRLİ: 8 sene çalıştırdık, mandırayı bıraktık. Dedik ki zeytinler bizim, çevrede de çok zeytin ağacı var. Gel bir zeytinyağı fabrikası kuralım. Ben üniversitede çocuklara öğretiyordum, yağı kaliteden, hamurdan ayıracak bir makine yapıyorduk. Bir gün Sabancı gelmişti rahmetli, 'ya hoca sen bunlarla ne uğraşıyorsun? Git en son teknoloji İtalya'dan al. Olursa bu iş olur' dedi. Bırak sen bu işleri dedi. Tabii Sabancı'nın çok pratik görüşleri vardı. Düşündüm doğru söylüyor. Buraya kurduk, şimdi o hat halen çalışıyor. Onun yanına da rafinasyonu kurduk sonra. Böyle bir sanayi kısmı var. Ama burada çok değişik peynirler yapardık. Keçi peynirleri, özel peynirler yapardık. Benim hobim, merakımdır. Ama sonra olmadı; olmamasının ana sebebi de 1994 krizinde borcumuz var tabi, sıkıntıya girince; köylüye hemen süt parasını veremiyorsunuz. Köylüyle muhatap olursan, zamanında parasını vermezsen büyük bir sıkıntı olur. Ben o zaman siyasetçiydim. Onun için biz burayı kapatıyoruz dedik. O mandırayı ara sıra özlüyorum çünkü çok güzel taze lor yapardık, taze peynirler yapardık ama gitti.
Şimdi burada organik bir zeytin yağ tesisi var. Karşı tarafta organik yetiştirdiğim zeytinler var ve organik üzümler var, bir de incirlerim var. Şimdi üzüm savuruyoruz diyoruz, beraber gider bakarız.
Üzümleri savuruyoruz, makinede çuvallıyoruz, ondan sonra ihracatçıya veriyoruz. Biz ihracat yapmıyoruz. Üzümü organik yapıyoruz fakat organiğin bir sıkıntısı var, malı hemen satamıyorsunuz. Bugün organik diye değil de normal diyerek satacağım mesela yağımı. Müşteri yok organiğe.
SONSÖZ: Gerçekten mi?
PAKDEMİRLİ: Maalesef
SONSÖZ: Neden böyle, pahalı olduğu için mi?
PAKDEMİRLİ: Biraz pahalı. Yüzde 20-25 fark ediyor toptanda ama perakende uçurum. Çünkü perakendede herkes alamıyor veya kaynağını bilmiyor, önemini bilmiyor. Ben sızma zeytinyağını organik olarak, kilogramını 6 liradan verebiliyorum toptancıya. Ama TARİŞ'in mesela organiğinin litresi 24 liradır.
SONSÖZ: Miktar olarak ne kadar üretim yapıyorsunuz?
PAKDEMİRLİ: Şimdi kendi zeytinlerim var, onlardan çıkarıyorum aşağı yukarı 10-15 ton; senesine bağlı. Bir de çevreye hizmet veriyoruz. Çevredeki geliyor, benim zeytinlerimi sıkar mısınız diyor. Sıkıyoruz, ondan bir hak alıyoruz yüzde 10. Onlarla beraber tabii fazla oluyor. Ama o sıkım işlemi yapmak için de adam çalıştırıyoruz. İşte hamalı var şoförü var, traktörü var. Çok verimli bir şey değil, sadece benim götürmemin ana sebebi, zeytin çiftliğinde doğmuşum, bir daha tarımdan kopamadım. Üniversitede hocaydım, hep devam ettim.
SONSÖZ: İnatla yapıyorsunuz.
PAKDEMİRLİ: Evet inatla…
SONSÖZ: Ben sizinle telefonda konuşurken Torbalı deyince, şaşırdım. Manisa'da diye biliyordum çünkü.
PAKDEMİRLİ: Manisa'da da var ya. Buranın hikayesi enteresan, biraz duygusallığımız olduğu için.
Annem 28 yaşında dul kalmıştı. Sonra ikinci bir evlilik yaptı. 45 yaşında bir daha dul kaldı. Bir daha evlenmedi. İkinci evliliğinde Torbalı'da oturuyordu. Ondan sonra, ben annemi çok severdim. Tabii herkes annesini çok sever. Annem için, haftada bir buraya mutlaka gelmem lazım. Ankara'ya göçünce 1979'da rahmetli Özal'la başlayınca, şimdi buraya gel, annene gel, ondan sonra Manisa'yı hallet. Ters tabii. Onun için Manisa'yı küçülttüm. Gene duruyor orda, fabrikamız var. Anneme nasılsa uğrayacağım her hafta diye, yakın olabilmek için; orayı küçültüp burada büyüdük. Böylelikle anneme gidip geliyordum, hem de buralara bakıp gidiyordum.
Ondan sonra internet çıktı. Kameralar koydum internetle kontrol ediyordum. Oğlum öyle yapmayın böyle yapmayın diye falan. Önce alışmadı işçiler, isyan ettiler, üç, dört tanesi bıraktı. Bizi yirmi dört saat kontrol altında bırakıyorsunuz diye. ( Gülünüyor )
Şimdi şurada da bak göz kamera, burayı kontrol ediyor.
SONSÖZ: Kaç yıldır kullanıyorsunuz siz interneti?
PAKDEMİRLİ: Türkiye'ye gelir gelmez, 1996 hemen.
(Kameraları gösteriyor) Bakın siz şuradan girdiniz. Burası şu bina, siz yanlışlıkla buraya saptınız önce, şu villa benim. Burada asma bağları.
Burada iki tane lojmanı var. Biz devletçi olduğumuz için hemen önce lojmanlarını yaptık, sonra fabrikayı.. İşte boş duran karşıdaki rafinasyon tesisi. Şu an orası çalışmıyor.
Yağ içinde zeytinyağında, yüzde 5.5 oranda bir yağ vardır. Yağlar çünkü çeşitli yağ asitlerinin karışımı. O yüzde 5.5'u tanımıyor vücut yağ olarak, yakıyor gönderiyor. Şeytanın şeyini arıyoruz ya biz de; dedik ki o yüzde 5.5 yerine yüzde 55 olsa ne olur?
SONSÖZ: Böylelikle yağın büyük kısmı yağ olarak depolanamayacak! Akıllıca…
PAKDEMİRLİ: Evet, insanlar da obez olmaktan kurtulacak. Hocalar da ya doğru söylüyorsun dedi. Başladık araştırmaya. Bir baktık Amerika yapmış, Japonya yapmış, Kore yapmış. (gülüyor) Peki nasıl yapmışlar onu da araştırdık. Çok yüksek bir patenti ve maliyeti var. Türkiye'de bir numara kim? Ülker yağları. Ülker'e 'bak bunlar böyle yağ yapmışlar' dedim. 'Abi bize geldiler ama analarının nikahını istiyorlar, patenti korunuyor ya… Teknolojileri de çok pahalı. Yani ben zeytinyağını alacağım 5 liraysa, 13 liraya vermem lazım minimum, toptan. Bu perakendecide 20 liraya olacak. 20 liraya kimse yağ yemez abi' dedi. Ben sana çok düşük maliyetli bir yolla bunu çözsem ne olur dedim. Allah derim dedi (gülüyor)
Çözdük tabii.
Bak burada üretiyorum, deney bazında; fakat çok yüksek maliyetli analiz cihazları lazım. Gebze'deki arkadaşlarım o analizleri yapıyorlar. Gayet iyi gidiyordu. Sonra dedim ki, niye zeytinyağı? Fakirler de yararlansın. Sonra mısır yağını, ayçiçek yağını da yaptık. Ya biz üreteceğiz veya Ülker'e satacağız.
SONSÖZ: Böyle başka ilginç araştırmalarınız daha var mı?
PAKDEMİRLİ: Sonra ne yapalım, ne yapalım diye düşünürken; araştırma yapıyoruz ya. Benim torunum 11 yaşına girdi şimdi. Manisa'da, büyük olan oğlan Mehmet; Celal Bayar'da profesör, bölüm başkanı. İşte onun çocuğu diyabet oldu. Kahrolduk tabi. Dedim ki, ben bunu çözeceğim sana. Şimdi de neyin üzerindeyiz biliyor musunuz? Ekmeği yiyeceksiniz, ekmek şekere dönüşmeyecek. Çünkü aldığınız ekmek normal olarak tükürük bezleri ve hipazlarla şekere dönüşüyor ve kana karışıyor. Şeker hastası ekmek fazla yiyemiyor. Hanımlarımız da şişmanlamasınlar diye de az ekmek yiyor. Şimdi bol ekmek yiyecek karnını doyuracak ama kana şeker karışmayacak. Karbonhidrat olmayınca, sağlamsa kanında yakılacak, yani bir yere depo edilemeyecek. Basitçe; vücut onu ekmek diye tanımayacak, onu da atacak dışarı.
SONSÖZ: Bunda ne aşamadasınız?
PAKDEMİRLİ: Daha başlangıçtayız.
SONSÖZ: Ama yapacağım diyorsunuz. Tamamen size ait bir fikir mi bu?
PAKDEMİRLİ: Fikir bende de Allah bilir şimdi kimbilir hangi ülkede, hangi şehirde onu da çözmüşlerdir yani. Ama tabi üretim bazında yok. Böyle ekmek üretilmiş değil. Türkiye'de de böyle yağ üretilmiş değil. Ama dediğim gibi Amerika'da var. Amerika'da mesela soya yağından yapmış ADM. Soya yağı 1 dolar. Soya yağından depolanmayan, yakılan yağ yapmış, 11 dolar. 10 misline satıyor.
Halbuki, biz bunu çok ucuza yaparsak ki, biz çözdük. Alet lazım oldu, gittik TÜBİTAK'a anlattık, tamam dediler. Destekliyorlar projeyi. Onlar da analiz cihazları alacak, hem burada hem Gebze'de olsun ki, beraber karşılaştıralım. Böyle uğraşıyoruz.
SONSÖZ: Bütün göz önündeki insanlar, genellikle duygusal yanlarını göstermezler. Biz de sizin bu yanınızı yıllarca görmedik.
PAKDEMİRLİ: Doğru…
SONSÖZ: Anneniz için yer değiştirmişsiniz, buraya gelmişsiniz, torununuz için bir taraftan özel ekmek üretmeye çalışıyorsunuz…
PAKDEMİRLİ: Ama herkesin annesi çok kıymetlidir değil mi? Çocuklar sermaye, torunlar kar payı.(Gülüşmeler)
Daha çok sevilir kar payları, yatırımı yapmışsın zaten. (kahkahalar)
SONSÖZ: Kaç torununuz var?
PAKDEMİRLİ: 5 çocuk 7 torunum var. Biraz tembeller ama ne yapacaksın? (gülüşmeler)
SONSÖZ: Size çekmemişler mi? Her birinde sizin gibi beşer tane olsaydı, şimdi yirmi beş olurdu, iyi mi olurdu?
PAKDEMİRLİ: Üç çocuğu olan yok bende, hep 1-2 gidiyorlar.(gülüyor)
SONSÖZ: Şimdi sizin asıl uzmanlık alanınızdan, krizden bahsedelim artık. İşte 58, 70, 80, 90, 94, 98 ve 2001… Bütün bu krizlerin içinde, bu kriz, bütün yaşadığımız krizlerin hepsinin anası mı, babası mı? Nedir büyüklüğü size göre?
PAKDEMİRLİ: 58 – 59'da yaşadığımız ödemeler dengesinden dolayı büyük bir krizdi. Bir de siyasi istikrar yoktu. 69'a geldiğimizde büyük bir devalüasyon yaptık ya; orda da ödemeler dengesi yok, ama siyasi huzursuzluk var. Sağ – sol dönemi. 80 – 79 krizinde yine ödemeler dengesi. Ödemeler dengesini de çok akut duruma sokan da petrol fiyatlarıydı. 69'da bir onda bir dolardı varili, oldu 18 dolar. Türkiye 70 li yıllarını koalisyonlarla harcadı. Koalisyonlar birbirlerine 'nasıl çelme takarım'dalardı. Türkiye'de öyle bir kültür yok. Mesela Necmettin Erbakan, Allah selamet versin, 'Türk parasının namusu var ne demek yani devalüe edeceğiz' derdi. Ya kardeşim, ham petrol fırlamış gitmiş, borçların duruyor. İkili fiyatlar oluşmuş. Herkes tezgahın altına girmiş, o yüzden Türk parasının namusu var diyorsun.
Sonra Ecevit geldi 78'de, Ecevit ne yapmak mecburiyetinde kaldı, 'ey turistler getirin dövizinizi iki yıllık peşin faizinizi vereceğim.' Ya sen dövizini aldın adamla irtibatın kesildi ona rağmen, sonra faiz vereceğim, laf olsun yani. Güya faizle para aldım turistten. Öyle bir şey yok ki, parasını verdin adamın. Ama 70'li yıllar bir kayıp yılı, o koalisyonlardan kayıp yılı olduğu için, 80'de onun ağır faturasını ödedik.
Ondan sonra 94 yine koalisyonlar, yine ödeme dengesi. 97-98 arası yine ödeme dengesi, yine koalisyonlar. 2001 ödemeler dengesi ve koalisyonlar.
SONSÖZ: Buradan çıkan sonuç?
PAKDEMİRLİ: O halde Türk toplumu birincisi, ödemeler dengesini iyi ayarlayamıyor. İkincisi, koalisyonlara uyum sağlayamıyor. Bunları yapamadığı zaman da mutlaka kriz olmuştur. Şimdi mesela rahmetli Özal döneminde 94'e kadar, 91 de dahil; ödemeler dengesinin açığı, ihracatımızın yüzde biri bile değil. Hatta 3 sene, fazla verdik. Ama ondan sonra koalisyonlar geliyor, birbirleriyle yarışıyorlar, popülist politikalar uyguluyorlar ödemeler dengesi allak bullak. Şimdi burada yine tek parti var, koalisyonlar yok ama ödemeler dengesinde yine sıkıntı var. Eğer siyasi istikrar bozulursa, ondan daha kötü bir kriz yaşanır. Tabii bu krizin iki bileşeni var, eskisi gibi değil. İkinci bileşen de dışarıdan gelen. İhracatımız engelleniyor tabii ister istemez..
SONSÖZ: Küresel yani…
PAKDEMİRLİ: Küresel olduğu için. Ama Allahtan duamız, siyasal istikrar devam etsin. Çünkü bu dış ödemeler dengesi, artı bir de istikrarsızlık olduğu zaman, Türkiye bir seksen yerdedir. İnşallah olmayacak. Türkiye geçmişte bütün krizlerini, ödemeler dengesi ve siyasi istikrarsızlıktan yaşamış. Bunların hemen hepsi, ihtilal getirmiştir sonuçta. Bugün tabii, idare edebiliyoruz ödemeler dengesini. Neden? İçeride çok yüksek faiz dönüyor, dışarıdan para geliyor, bizim açığımızı kapatıyor. Mesela geçen seneki ödemeler dengesi açığımız, Türkiye Cumhuriyet'inin 1923'den 1990'a kadar yaptığı toplam açıktan fazla.
SONSÖZ: Sıcak para politikasıyla…
PAKDEMİRLİ: Tabii. Yani adam diyor ki faiz yüksek, getiriyor parasını koyuyor. Aynı şeyi Tansu Çiller zamanında da yaptık. O da IMF'nin tavsiyesiydi ama İMF bunu tavsiye ediyor ama sen kendine bunu mal etmen lazım. Kendine göre yoğurman lazım. Şimdi hatırlarsınız siz, 94'ü, 17 liraydı dolar. Bir istikrarsızlık.. Tansu hanım da üniversite öğretim üyesi ama devlette çok az çalışmış, çeşitli sebeplerden koalisyon kuramadı Merkez Bankası, hazine…. Pat pat pat gitti dolar 33 liraya çıktı. Hatırlarsınız…
SONSÖZ: Evet, gayet iyi hatırlıyorum.
PAKDEMİRLİ: Sonra 43'e dayandı dolar. Biz ne yaptık o zaman, hatırlarsanız; hazine bonosu çıkardık. Ve 3 ay için yüzde 50 verdik. O sırada diyelim ki 1000 dolarınız vardı. 43 liradan bozduk, ne etti? 43 bin lira etti. 3 ay sonra 43 bin liranız ne oldu, 64.5 oldu. Bakın 3 ay sonra 64.5'tu, tuttuk döviz geriye gitti hatırlayın, 31-32'ye geldi. Şimdi 64.5'u konvert ettiğiniz zaman, 2000 dolar aldınız. yani 1000 dolar bozdurdum, TL'ye koydum, geri bozdurdum 2000 dolar oldu. Yani 3 ayda yüzde yüz. Bunu mürekkep yaparsak 1200…Biz krizden çıkalım diye dolara yüzde 1200 faiz verdik. Bize çok masraflı oldu, pahallıya patladı diğer yan giderleriyle beraber. Ekonomi güçlenemedi. 1997-98'de Rusya'da, Japonya'da, başka bazı ülkelerde ufak bir krizin bize yansıması ile biz bir daha yaşadık. Tabii siyasi istikrarsızlık devam ediyor. Hatırlayın, 57 kişiyle hükümet kuruldu ve hükümet ayakta. Amerika güzel bir senaryo hazırladı. Paket tabii Millet aman ne güzel dedi. O zaman ben söyledim, 'Amerika size bunu alsın diye vermiyor, kendinize gelin, almayın' dedim. Rahmetli Ecevit yaptı o işi ve sonra seçimi kazandı. Ama gene koalisyon oldu ve bu koalisyonda kriz yaşanınca, ikinci bir seçimde koalisyon ortaklarının hepsini sildi.
SONSÖZ: Şimdi 8 yıldır koalisyon yok, tek başına iktidar var, belki tarihte ulaşılamayan rakamlarla, Anayasa değiştirebilecek çoğunluğa bile ulaşılmış bir iktidardan söz ediyoruz. Belki ödemeler dengesinde şunda bunda sorun yok ama bir kriz olduğu…
PAKDEMİRLİ: Ödemeler dengesi çok açık yani, ama kriz yok. Tolera değil de finansa edebiliyor.
SONSÖZ: İşte siz kendi tesisinizi anlatıyorsunuz yarım saattir. Yaşadığınız krizi anlatıyorsunuz, esnaf başka şeyler anlatıyor, sanayici sürekli küçülüyor, kapatıyor gidiyor. Bunu neye bağlıyorsunuz? Bir iktidarın Türkiye'de başarılı olması için sayısal çoğunluksa sayısal çoğunluk, devletin tüm organları yanında tüm organlarını ele geçirmiş durumda. Burada ne eksik yani?
PAKDEMİRLİ: Ödemeler dengesi zayıf ya.
SONSÖZ: O olduğu zaman çözülür mü?
PAKDEMİRLİ: Tabii, eğer ödemeler dengesini çözseler böyle bir issizlik, böyle bir servet transferi olmaz. Çünkü ödemeler dengesi ne demek? Ben geçen sene 45 milyar dolar yurtdışına verdim demek. Öyle değil mi? Yani ödemeler dengesine giriş çıkış yaptık. Bunun dengede olması için buradan girenler, buradan çıkanlar.. Dışarıdan para geldi, buradan çıktı. Tutturdun mu dengeyi? Ama gelen 45 milyar dolar. Ben onu finanse ettim. Nerden finanse ettim? Kendi kaynaklarımdan, kendi zenginliğimden veriyorum. Mesela bu kadar şey sattık KİT'leri sattık; ne oldu onlar? Gitti. İşte buradan gidiyor.
SONSÖZ: Bir rakam verdiniz az öce. Cumhuriyet tarihi boyunca olan tüm açıkların toplamından daha fazla açık verdik.
PAKDEMİRLİ: 1991 yılına kadar olan.
SONSÖZ: 1991 yılına kadar olandan. Ve bunu muhalefet de çok kullanıyor. 400 milyar dolar dış borç, ithalat ve ihracat arasındaki fark v.s. Şimdi burada, Türkiye'nin hamurunda ne eksik? Bu kadar açık verilmesinin nedeni nedir?
PAKDEMİRLİ: Şimdi bu kadar açık verilmesinin ana sebebi, 2001'de yapılan reformlarla yeni kurdukları sistemle, ödemeler dengesini dengeleyememek ve devlet yatırımlarını özelleştirirken, o geçişte tam istihdama yönelik şeyler yapamamaları.
SONSÖZ: Bütünün bazı parçalarını görmediler yani.
PAKDEMİRLİ: Görmediler, göremediler belki. Bunlar da tecrübesiz olduğu için IMF'nin; önlerine koyduğu şeyi imzaladılar. Halbuki sosyal boyutuna dikkat etmeleri lazımdı. Allahtan bizim zamanımızda bu sosyal dayanışma fonu kurulmuştu. Fak Fuk Fon diyorlar ya… O fon, binlerce insanı mezbelelikten kurtardı, yaşlıları, hastaları, bakıma muhtaçları.
Ama şu var tabii. Şimdi, ürettiğinden fazla tüketiyor, birisi bunu verecek sanki. Nasıl verecek? Borçlanmayla dışardan. Nasıl olur 400 milyar dolar? Biz 1983'te 18 milyar dolar dış borçla aldık hükümeti. Ben o zaman Hazine Dış Ticaret Müsteşarı'ydım. Terk ederken, 18'i 49'a çıkarmıştık. Ama arada işte 10 sene içinde diyelim, havaalanları yaptık, otoyolları yaptık, savaşan şahinleri yaptık, elektriksiz köy kalmadı telefonsuz yer kalmadı. Suda tam başarı kazanamadık, su her yerde yok maalesef. Susuz köy adedimiz 23 bindi ama, biz hükümet olduğumuzda 18 bin köyde elektrik vardı. 43 bin köye elektrik götürdük. 1600 tane santral vardı. Büyük santralden beslenen köyler vardı. Köylerin tümüne telefon götürdük, hem de yerli üretim. Öyle bir noktaya geldi, baktık ki, Türk toplumu ürettiğinden fazla tüketecek, hemen Tasarrufu Teşvik Fonu koyduk, sonra Konut Edindirme Fonu, oralara paraları kestik.
SONSÖZ: İyi ki koymuşsunuz, millet bu dönemde aldı parayı, harcadı. (gülüşmeler)
PAKDEMİRLİ: Aldı değil mi (gülüyor) Şimdi orada teorik olarak yapmamızın nedeni, tüketimi kısmak. Türk toplumu kapalı ekonomide susamış birçok şeye. Açtığınız zaman bunu öder miyim, ödemez miyim diye bir düşüncesi yok yani. Gidiyor… Onu kısmak için fonları koyduk. Tabii siyasi iktidarlarda bir kararsızlık olduğu için, daha doğrusu koalisyonlar döneminde, ücret faiz dengelerini kuramadılar. Şimdi Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Anne Kruger vardı, bir gün geldi, 'Ya sizin asgari ücretiniz çok yüksek' dedi. Kadın haklıydı, çünkü bir asgari ücret dediğiniz, bakıyorsunuz bir aile asgari ücretle geçinebilir mi, geçinemez. Ama bir aileyi geçindirmeyecek zaten asgari ücret. Artı, asgari ücret 550 lira veriyorsun, 550 lira da yanında, anasının yanında danalarına veriyorsun yani. Dolayısıyla işverene 1100 lira olarak geliyor. 1100 lira olduğu zaman milli ekonomiye bakıyor kadın, bu ücret fazla diyor. O zaman topa tuttular kadıncağızı. Bence haklıydı, o zaman birkaç makale de yazdım. Türk toplumu, ürettiğinden fazla tüketiyor.
SONSÖZ: Haklı derken… Şimdi adamın eline 550 lira geçiyor, işverenin cebinden 1100 lira çıkıyor. Tamam da 550 lira benim için az, 1100 lira da sizin için çok. Peki bunun yolu ne? Asgari ücret çok deyince, haklı olarak insanlar kızıyorlar.
PAKDEMİRLİ: Tabii, benim insanlarım var burada çalışan, ben de üzülüyorum aldıklarına. Şöyle, devlet yakaladığını affedersin soyuyor. Şimdi adama 550 veriyorsam, devlete vermemem lazım. Devlet, yüzde 15-20'de kalmalı. Eğer siz yarısını ben alacağım diyorsanız, diğerlerini ütüyorsunuz.
SONSÖZ: Yani en yüksek vergiyi o kesimden alıyor…
PAKDEMİRLİ: Çünkü sayıları fazla. Asgari ücretle çalışan adam sayısı 20 milyon, ondan sonraki 2 milyon. Niye şimdi böyle yapıyor adam? Adam asgari ücret vermiyor belki. Ama öyle gösteriyor, çünkü verdiği kadar da buradan vermesi lazım. Devlet kayıt dışı ekonomiyi de kendisi
zorluyor.
'BAÐRIMIZA TAŞ BASIP AKP DİYELİM'
SONSÖZ: Şu anda siz, ekonomik gidişatın normale döneceğine inanıyor musunuz?
PAKDEMİRLİ: Şimdi bir siyasi istikrara kavuşursa, döner.
SONSÖZ: Siyasi istikrar var. Tek parti.
PAKDEMİRLİ: Şu anda öyle değil. Beklentiler var. Yani 2011 seçimleri var, günlük politikalar var, kavgalar var.
SONSÖZ: Ergenekon var…
PAKDEMİRLİ: Ergenekon deyip geçmeyin, birçok kesimi tedirgin etmiş durumda. Bir kesim aman ne iyi, oh olsun derken, bir kesim de böyle şey mi olurmuş ya, adamları içeriye alıyorsun, 1 sene oluyor daha hakim önüne yeni çıkıyorlar, böyle şey mi olur diyor. Sonra Kürt meselesi var. En büyük hata, benim en büyük tenkidim bu iktidara, Kürt açılımı dedi. Hayır, öyle değil. Bana da lazım onun hakkı. Karadenizli'ye de lazım. Demokratik açılım diye gidecekti. Kürt ne demek? Herkes faydalanacak, o da faydalanacak, bu da faydalanacak. Kürtçe okul istiyor, birisi gelse İspanyolca okul açacağım dese, hayır mı diyeceksin? İngilizce açıyor, Almanca açıyor, İtalyanca açıyor, Kürtçe açamıyor. E açsın! Talep varsa gitsinler. İsteyen varsa gitsin. Kim gönderir çocuğunu Kürtçeye?
SONSÖZ: Kimse göndermez.
PAKDEMİRLİ: Göndermez tabii. Nerede çalışacak sonra? Ne olacak sonra. Ama bunu vermediğiniz, yasak dediğiniz zaman, önem kazanıyor.
Kavga başlıyor yani.
SONSÖZ: Özal döneminde bu işin bir nebze sonlarına doğru sanki benzer bir açılıma doğru hareket olmuştu.
PAKDEMİRLİ: Tabii, ama Kürtler için demiyorduk yani. Mesela Kürtçe gazete ve Kürtçe konuşma yasağı vardı. Biz onu kaldırırken, Kürtçe konuşursun, Kürtçe gazete çıkarırsın diye yapmadık, her dilde yayını serbest bıraktık. Dolayısıyla Kürtçe de serbest kaldı.
SONSÖZ: Formül bu diyorsunuz?
PAKDEMİRLİ: Formül bu. Yani kanırtmayacaksın. Durmadan altını çiziyorsun. Kürt Kürt diyorsun. Şimdi gidince göreceksiniz, benim çalışanlarımın yarısı Kürttür. Bu adama iş vermeyecek miyim ben? Peki bu adam şimdi Kürtçe konuşursa, yasak mı diyeceğim ben? Konuşma mı diyeceğim? Ben İngiltere'ye gittiğim zaman yanımdaki arkadaşla Türkçe konuşmuyor muyum? İngilizce mi konuş diyecek bana?
SONSÖZ: Bu özgürlük boyutu ayrı da..
PAKDEMİRLİ: Ama özgürlük perdesi altında vereceksin. Kürt diye vermeyeceksin. Kürt diye verirsen ortalık karışır. Ben tahmin ediyorum biraz daha ileriye giderse, ordu başlayacak. Zaten geçenlerde beyanları bana göre uyarıydı. Diyor ki, Türkiye üniterdir, ben onun bekçisiyim. Ordunun böyle beyanat vermeye hakkı var mı demokratik ülkelerde? Yook.
SONSÖZ: İşte tehlike görünce, Anayasa'dan aldığı...
PAKDEMİRLİ: Anayasa'dan almıyor. Durumdan görev çıkartıyor. Anayasa'da böyle bir şey yok.
SONSÖZ: Şimdi bu konuda yapılan en fazla eleştiri, özgürlüklerin Kürt kelimesinin altını çizerek, ayrılıkları derinleştirerek bu işin yürütülmesi..
PAKDEMİRLİ: Tabii, kama soktun, çakıyorsun şimdi.
SONSÖZ: İkincisi de, bir taviz gibi gibi, İmralı'dakinin ve dağdakinin başarısı gibi ortaya konulmasının bir sancısı bu...
PAKDEMİRLİ: Ee tabii, kabul edemezsin. Adama terörist başı dedin dedin, şimdi ne yapacaksın? Sonra sayın diyeceksin, sonra otur bakalım masanın karşısına diyeceksin! Fevkalede yanlış.
Şimdi şu çok yanlış. Dağdakileri indireceğim diyorsun. Dağdakini indirdin, dağdaki adam ölüm makinesi haline gelmiştir. Bir empati yapın. Dağdaki adam çok çetin şartlarda dolaştı geldi, önüne gelene bomba koydu, adamı öldürdü, köyü bastı falan. Sen şimdi bu adamı normalleştiremezsin. Tamam, ben adamı indirdim, normal adam mı oldu? Hatırlayın. Çarpışmalara girmiş bizim kendi polisimiz, askerimiz, hayata intibak edebiliyor mu? Şimdi burada, dağdan indirmeyle ilgili bir şey yapmayacaksın. Demokratik hakları vereceksin. Ondan sonra onları alacaksın, ister istemez eğiteceksin. Haaa. Hapishane demezsin veya dersin de, psikolojik rehabilatasyona tabi tutarsın. Adam 15 tane adam vurmuş, 16'ncısı onun için basit, tak diye vuruyor. Kimi vuracak? Buradaki insanı. İstediği kente girecek. O yüzden gerisini düşünmeden bir şey yapılıyor. Çok çabuk Kürt açılım noktasına geldi. Oysa bunu yavaş yavaş yapacaktı. Kürt demeyecekti, dağdakini ben indireceğim demesine gerek yoktu.
SONSÖZ: Rahmetli Özal'ın çizgisiyle çok mu farklı bugünkü durum?
PAKDEMİRLİ: Rahmetli Özal'ın çizgisi fevkalede doğrudur. Dedi ki, burada bir oluşum kaçınılmaz. Avrupalılar, Amerikalılar, bu Kürt devletini kuracaklar. Bizim güdümümüzde olsun ki, problemi az olsun bize. Çıkış yolu buydu. Çünkü Kürt Teali Cemiyeti'nin kuruluşu 1824 senesi, Liverpool. O günden bugüne hala İngiliz bütçesinden para alıyorlar. Kürtler dışarıda mazlum millet, niye? Devletleri yok gibi bir duygusal durum var. Doğru yanlış. Dışarının da işine geliyor ayrıca. Burada aşırı milliyetçiliğe kaçmadan, bizim MHP'den sıkıntımız bu, aşırı milliyetçilik yapınca, öteki de yapacak, beriki de yapacak. Aşırı milliyetçiliğe kaçmadan, bir topluluk olarak kalabilmek… Türktü, Kürttü demeden, 34 tane etnik köken var Türkiye'de. Oraya sapmadan demokratik hakları genişleterek, onları bir zenginlik görerek, söylüyorlar. Bazen zenginlik menginlik diyorlar ama... En kötüsü Kürt açılımı diye başlamaları. Dağdakini indireceksin de tertibatın var mı? Rehabilatasyon merkezin var mı? Yap birkaç tane hapishane, rehabilete merkezi haline getir, adamları rehabilite et, adamları eğit, meslek edindir. Çünkü bu adam kasap olmuş bana göre. Bir daha vuracak, bir daha vuracak. Bizim katilleri çıkardık Rahşah affı ile geldiler vurdular tek tek; gittiler yine hapise. Bu, topluluğa yararlı bir şey değil ki. Adam orada sonuna kadar kalsın yani.
SONSÖZ: Bu projenin Amerikan menşeli olduğu dillendirildi, Başbakan çok ağır yanıt verdi.
PAKDEMİRLİ: Tabii, Başbakan Amerikan projesidir diyemez mutlaka da. (gülüşmeler.) Ama şu var. Amerika K. Irak'taki problemi çözmek durumunda. Oradan çekileceğim diyor. Çekileceğine göre, ne yapacak? Orada mı kalacak, bir üs mü kuracak, yoksa buradaki Kürtleri biraraya getirdik, işte bunlar da federe devlettir mi diyecek? Amerika'nın işine gelen şu: Güneydoğu'da bir devlet olsun, federe olsun Türkiye'ye. Kuzey'deki de federe olsun ama Irak'la birlikte olsun. Sonra Allah kerim. Amerikanın kendi çıkarı öyle. Benim çıkarım öyle değil ama şu bir gerçek. Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kuruldu ve Türkiye'nin de burada önemli bir güdümü yok. Ben isterdim ki, orada alınacak bir karar bize sorulsun. Irak'ın kuzeyinde bir şey oluyorsa, bize sormaları ya da bizimle beraber yapmalıydılar.
SONSÖZ: Başbakan'ın en son seçimde kullandığı bir afiş dikkat çekmişti. Adnan Menderes, Turgut Özal ve kendisi.
PAKDEMİRLİ: Görmedim. Siyasetten çekildiğim için ilgilenmedim, dikkatimi çekmedi.
SONSÖZ: Merkez sağdaki üç büyük lider düşüncesiyle yaptırdı o afişi. AKP'yi Özal çizgisinin devamı gibi görüyor musunuz hiç?
PAKDEMİRLİ: Özal'a özentileri var. Zaten içlerinde de Özal'ın tayfasından olan çok insan var. Ama tam bir kopya edemediler veya Özal'ın çizgisinden gidiyoruz diyemediler. Biz ayrı bir şeyiz dediler. Eğer bu dar çerçeveden kurtulup vitrini daha geniş yapsalardı, belki daha iyi olurdu.
SONSÖZ: Milli görüşü tam terk edemediler.
PAKDEMİRLİ: Edemez tabii, adam 50 yaşına kadar milli görüşte koşmuş koşmuş, ondan sonra birdenbire olamaz. Zor tabi. Empati yapın. Sizin kötü kötü ya da iyi dediği şeye, bu iyidir dedin, 50 sene. Ondan sonra 51. sene bu kötüymüş demek çok zor, kolay değil.
SONSÖZ: Yeniden ekonomiye dönsek. Hep konuşuluyor, krizde dibe geldik, yatay seyir izliyor kriz gibi. Dibi bulduk mu gerçekten?
PAKDEMİRLİ: İnşallah bulduk. Tabii, yatay seyir ne kadar sürer? Büyük krizlerimiz hep bizim başlangıç tarihindeki ekonomik değerleri alın; üç ila 6 sene sonra, şu başlangıç değerlerine gelmiştir ekonomide. Milli gelir olarak olsun, diğer büyüklüklerde olsun. Mesela 59'da krize girmişiz, ta 65'de çıkmışız. 59'da biz fert başına düşen milli gelir olarak Yunanistan'dan, İspanya'dan üstünüz. Japonya'dan üstünüz 1959'da. Ama üç misli devalüasyon oldu, döviz 2.80'di, pat diye 9 liraya çıkarıldı. Ödemeler dengesini dengelemek için. Öyle olunca, milli gelir çöktü, dolayısıyla 1965'de eski duruma gelebildik. Millet tabii, büyük bir hamleyle gidebilirdi. Biz yanlış tercihte bulunduk. Yine CHP'nin duygusal yaklaşımı işte. Demokrat Parti'ye yüklenmesi, çarçur ediliyor diye.. Oradaki çarçur binde bir kaldı artık. Orada biz Devlet Planlama'yı kurduk. Devlet planlama ile planlı ekonomi dedik. Ve tabii çok faydaları oldu, bir okul oldu. Turgut bey orada yetişti, ben, birçok kişi. Ama merkezi plan sistemi, daima etkili oldu. Manisa'daki iki köy arasındaki yolu Ankara'dan tespit ediyordun, burası asfaltlansın, burası yamansın diyordun ve plan fikri bizi siyasi istikrarsızlıktan, kavgadan korudu. Siyaseten oraya yatırım yapacağız, buraya yatırım yapacağızdan korudu. Ama gerçek kalkınma hızımızı düşürdü. Mesela 1923 ile 1962 arasında. 39 yılda ortalama kalkınma hızımız, planlı dönemdeki kalkınma hızından büyük. Yani plansız derken daha hızlı kalkınmışız, planlı dedikten sonra daha yavaş kalkınmışız. Serbest piyasa ekonomisini alamamışız. Sonuçta kalkındık ama yavaş kalkındık. Kore ne yaptı? Mesela benim fert başına düşen milli gelirim 553 dolardı, 1959'da. Kore'nin ise 80 dolardı. Ben 7 katıydım. Şimdi o beni ikiye katladı. Neden? Amerika tabii oraya girdi, müesseselerini getirdi, serbest piyasa ekonomisini getirdi, onlar kalkındı gitti. İspanya kalkındı. Çin hakeza.
SONSÖZ: Sonuçta biz ne zaman rahatlayacağız? Krizden çıkış tarihi?
PAKDEMİRLİ: Siyasi istikrarla beraber inşallah...
SONSÖZ: 2000... kaç?
PAKDEMİRLİ: 2011 diyorum.
SONSÖZ: Ne bekliyorsunuz ki 2011 diyorsunuz? Siz deneyimli bir siyasetçiniz.
PAKDEMİRLİ: Yeni bir hükümet. İnşallah yine tek başına hükümet olsun. Öyle olmalı. Koalisyonlar olursa, sıkıntımız büyük. Ama mevcut hükümet 2010'un Kasım'ında karar alıp seçim yapabilir.
SONSÖZ: Evet konuşuluyor.
PAKDEMİRLİ: Çünkü, belli oranda yıpranacak. Bu Kürt açılımı, ekonomi. Dış ülkelerde ekonomi düzelince, bizim ihracatımız artacak belki. İşçi göndererek, biraz işsizlik oranımızı düşürebileceğiz. Bir de Türkiye'de kayıtsız ekonomi olduğu için, (yüzde 50'si) krizin bütün etkilerini hissetmedik yani. Kayıtlı ekonomi olsaydı, kriz daha derin olurdu. Kayıtsız olduğu için, kurtulma da biraz daha zor olacak yani.
SONSÖZ: Peki 2011'de gördüğünüz bir alternatif iktidar var mı? Cindoruk mesela, sizin mesai arkadaşınız bir dönem.
PAKDEMİRLİ: Cindoruk kendi partisinin tasvibini almış değil. Ben partimde otoriter olurum, kendi partimi yönetirim de, karşımdakiyle de pazarlığımı yaparım, birleşirim. Kendi partisinin yarısı ona karşı, kendisine oy vermedi. 1200'dür teorik olarak delege sayısı, 558 tane oy aldı. Bu demektir, partisinin yarısı tasvip etmiyor, arkasında değil. Arkasında olsaydı, biraz daha iş yapabilirdi. Bir de Cindoruk ANAP'la nasıl yapar, bilemiyorum.
SONSÖZ: Yine AKP mi görünüyor?
PAKDEMİRLİ: Eğer koalisyon olacaksa, aman AKP olsun yani. Çünkü koalisyonlarda Türkiye dayak yemiş. 70'li yıllar koalisyon dönemleri, Türkiye gelişememiş, 90lı yıllar, yine koalisyonlu yıllar, yine gelişememiş. Yani bağrımıza taş basıp, eğer ciddi bir parti gelemiyorsa, AKP gelsin.
SONSÖZ: CHP'den umudunuz var mı?
PAKDEMİRLİ: Yok. Çünkü çok yıprandı. Hak etmediği biçimde Deniz Baykal yıprandı. Ama gerçek bu. Yıpranmış olan bir kimse sıyrılıp da bir şey yapabilir mi? Çoook büyük problemler içerisine girerse...
SONSÖZ: Sürprizler olabilir..
PAKDEMİRLİ: Sürpriz şöyle. Adam 35 beklerken 40 olur. 70 olmaz yani. Büyük sürprizler yok.
'10 YIL SONRA GAZETELER OLMAYACAK!'
SONSÖZ: 'Kriz dönemlerine dikkat ederseniz, krizden sonra askeri darbeler gelmiştir' dediniz. Peki, şu an o tür bir tehlikeden söz edebilir miyiz?
PAKDEMİRLİ: Bana göre var. Asker kışlasında değil ki yani. Askeri kışlaya oturtabilse, problem olmayacak. Ne diyor asker, 'üniter yapıdır' diyor. Sen bunu git Milli Güvenlik kurulunda söyle. Sen dışarıda bunu söyleyemezsin ki. Var mı dünyada böyle bir örneği? Var, Afrika'da ordularda söylüyor. Bizim ordumuzun kahramanlık sicili çok iyi, demokrasi sicili sıfır! Demokrasiye inanmıyor ki! Bir defa ciddi olarak Avrupa Birliği'ne karşılar. Tabii bazı komutanlar 'yok biz inanıyoruz' falan diyor ama doğru değil ki. Ona karşılar. Neden? Uymuyor onun standardı, mevcut ordunun standardı AB'ye uymuyor.
SONSÖZ: Siz AB hakkında ne diyorsunuz?
PAKDEMİRLİ: Bana göre AB, bir medeniyet projesi. Türkiye, insanına, çevresindeki insanlara o imkanları vermeli.
SONSÖZ: 50 yıldır giremediğimiz için...
PAKDEMİRLİ: 50 yıldır giremiyoruz, sebebi şu. Ben bu kulübe gireceğim ama benim şartlarımla gireceğim diyorsunuz. Adam diyor ki, şunları şunları değiştir.
SONSÖZ: Onlar da sürekli şartları yeniliyorlar ama..
PAKDEMİRLİ: Treni kaçırdıktan sonra tabii adam da.. Yoksa 1959'da adamlar gönderdiler. Biz 1959'da müracaat ettik. 17 Temmuz 1959'da Yunanistan müracaat etti, bir hafta sonra da biz müracaat ettik. Tuttular, teknisyen gönderdiler, ekonomileri inceleyip rapor verecekler. Yunanistan'ın ekonomisini incelediler, Türkiye'ninkini de. Türkiye önde, Yunanistan geride. Ama aparat olarak biz yanlış yerlerde uğraşmaya başladık. İşte devletçi politikalar, işte ithalata yüksek gümrükler, ithalata kotalar falan Yunanistan onu yapmadı. İzafi olarak, Yunanistan 1960'dan 1970'e kadar olan dönemde beni geçti.
Biz ödevimizi yapsaydık, girerdik diye düşünüyorum. Çünkü yapılan Ankara anlaşması, giremez diye bir şey yok. O yola girmiş, sonuca varacaksın. Eğer Ankara anlaşmasını yaparken biz, kotalar ve yüksek gümrükler olmasaydı, adamlar o süreyi kısacık tutacaklardı. Ama biz gittik dedik ki, 23 yıl isteriz. Ama yatırım mallarında geçiş süreci için gümrükleri sıfırlamak için. Sonra rahmetli Ecevit geldi, siz hatırlamazsınız, birkaç holding karşı çıktı diye, baskıya aldılar başbakanı, onlar da buldular fırsatını, onlar da serbest dolaşımı hemen askıya aldılar.
SONSÖZ: Size hiç AKP'den teklif gelmedi mi, merkez sağ ağırlıklı vitrin yaptılar çünkü
PAKDEMİRLİ: Teklif ettiler ama ben dedim ki, azıcık para kazanacağım, borçlarımı ödeyeceğim dedim. Uzak durdum. Şimdi dolu doluyum. Araştırma yapıyorum, yönetim kurullarında çalışıyorum, üniversitede hocalık yapıyorum. Bundan daha fazlası zaten yanlış olur.
SONSÖZ: Kaç üniversitede hocasınız?
PAKDEMİRLİ: İki. Biri Bilkent, diğeri Başkent.
SONSÖZ: Biri Ankara, biri İstanbul, zor olmuyor mu, hangi günlerde gidiyorsunuz derslere?
PAKDEMİRLİ: Yoo. Bazen sabah 3'te çıkıyorum Bilkent'e gidiyorum, 9'da dersim başlıyor, 12'de bitiriyorum, 1'de Başkent başlıyordu, 4'te bitiriyordum. 4'te arabaya binip gelip evde yatıyordum.
SONSÖZ: İzmir'le ilgili biraz soralım. İzmir'in makus talihiyle ilgili ne düşünüyorsunuz? İzmir geriledi söylemine siz de katılıyor musunuz?
PAKDEMİRLİ: Evet İzmir geriliyor. İzmir, bir İstanbul, Ankara açılımı yapamadı. Geçenlerde Hakan Tartan arkadaşımızı ziyaret ettim. Ne olur şuralara 50-60 katlı, 80 katlı bir binaya müsaade edin dedim. Ne olur yani? Teknoloji buna müsait. Denizin ortasına ben 100 katlı bina yaparım. Gelen adam, hah işte burası İzmir demeli. Körfeze girerken veya havaalanına inerken, hah işte İzmir göründü desinler. Bilmiyorum Hakan Bey ne yapacak?
SONSÖZ: Ama onun elinde değil sadece. İmar planlarını Büyükşehir onaylıyor biliyorsunuz.
PAKDEMİRLİ: Büyükşehir'e üye ya bunlar. İsterlerse olur. Aziz Bey'e de anlattım geçen dönem. Bu dönem de Hakan Bey'e anlattım. İnciraltı var değil mi? 5 tane gökdelen izni ver, yeşil alan da orada kalsın.
SONSÖZ: İzmir'de eksik olan bir tek gökdelen mi yani?
PAKDEMİRLİ: Bence İzmir'in dıştan görünüşü köylülükten bir çıksın. Bu bir. Böyle bir görünüm lazım. Çok kötü bir görünümü var. Benim gibi! Sabah giyinseydim, bir traşımı olsaydım, kravatımı taksaydım, farklı olacaktı. Ama ben sizi dün bekliyordum.
İzmir'de eksiğimiz bir de şu. Borsa ve maalesef odaların ön ayak olmaması. Odalarda kan değişimi yapmanız lazım. Odaların başındaki arkadaşlarınız 30 senelik herhalde.
SONSÖZ: Borsa değişti de, Ekrem Demirtaş, dediğiniz gibi, oldukça uzun süredir başkan.
PAKDEMİRLİ: Borsa değişti de, o da (Tuğrul Yemişçi'yi kastediyor) seçime girdiği için değil mi? Ya böyle olur mu? Bir de ekonomik yanlışınız şu. Fevkalade. Bunun altını çizerim yani. Bana hizmeti olmayan birçok oda, zorla üye yapıyor, para ver diyor. Ya, işveren sendikasına üyelik mecbur mu, değil. İşçi sendikasına üyelik mecbur mu, değil. Ama sen odaya mecbur tutuyorsun. Benim hayatımda bir tek yüzleşme, bir tek konuşma olmadı Ziraat Odası'yla. Ben Ziraat Odası'na üye yapılmışım, kanunen. Bana 2200 lira borçlusun diyor. Ya ben senle karşılıklı bir araya gelmedik, bir iş yapmadın, sen bana bir hizmet vermiyorsun. Hizmet vermeyen odaya zorla benden para, ondan sonra 50 sene orada arkadaşlar başkan! 'E gelseydin de seçime girseydin' diyorlar. Sen gelseydinle olur mu? Sen hizmet üretirsin, ben koşarım. Aman gideyim, orada neler var, gidip alayım derim.
SONSÖZ: Sizin bir probleminiz var mesela, organik zeytinyağını ne yapacağım diyorsunuz?
PAKDEMİRLİ: Ha, mesela? Umurunda mı yani? Sen bana parayı ver diyor. (kahkahalar) Ticaret Odası'na kayıtlıyım, Sanayi Odası'na kayıtlıyım. Ben yeminli mali müşavirim, bir de oraya kayıtlıyım. Odalara para vermekten canım çıkıyor yani! (kahkahalar) Yahu, bana bir hizmetleri yok bunların. Bana bir hizmeti varsa, ben giderim. Dün bir yazı geldi. Çiftçi Mallarını Koruma Derneği. 1 milyar 900 bin lira borçlusun diyor. Şimdi bir avukata danışacağım. Yahu bu adamın mallarını siz korumadınız, dört defa hırsız girdi, neyin parasını istiyorsunuz diye gidin sorun şunlara diyeceğim.(kahkahalar) Para istiyorsan, korumanız lazım, koruyamadıysan neden para alıyorsun?
Adı çiftçi mallarını koruma. Ya dört defa hırsız girdi buraya! Yani ineklerim çalındı, mahsulüm çalındı. Hani burada mandıra dedim ya, mandırayı bırakmamızın bir nedeni de 35 tane düvemiz vardı, iki bin tane yapmayı hayal ediyorduk, oranın sütüyle işte şöyle yapacaktık. Saanen cinsi keçimiz vardı. Keçi sütü, keçi peyniri.. Geldiler yanaştırdılar kamyonları çaldılar götürdüler. Benim mallarım çalınıyor, efendim çiftçi malları derneği para istiyor! (kahkahalar)
Saanen keçilerini getirttim, bunlar ormanı yemiyor, 4 kilo süt veriyor, muazzam süt. Bizim kıl keçimiz yarım kilo, 750 gr. süt verir. Şimdi bende var, 1 tane ana aldık, 4 tane de yavru tekrar.
SONSÖZ: Tarım bakanlığı kredi teşvik veriyor o keçiler için, yine büyütebilirsiniz.
PAKDEMİRLİ: Yerim müsait de yine çalacaklar! Ondan sonra çiftçi malları para isteyecek. İşte benim keçileri çaldılar, inekleri de çaldılar. Bir daha bu mandıra olmaz, vazgeçtik. Şimdi korkuyorum zeytinleri çalacaklar.(kahkahalar) bu defa zeytinyağı fabrikasını da kapatacağız. (kahkahalar)
SONSÖZ: İnternet üzerinden eğitim projeniz ne durumda?
PAKDEMİRLİ: Onu yapamadık, Türkiye'nin 10 sene sonra geleceği nokta o. Biz çok önden koştuk. Öğrenci bulamadık, kurslar için. Ama açık lise iznini de alamadık. Milli Eğitim Bakanlığımız çok fazla değişmiş değil. Matbaayı 300 sene sonra kabullendik ya. Şimdi interneti de 50 sene sonra kabul edeceğiz. Eğer bize lise olarak yürüyün deselerdi Eski bakanın kaprisi işte. Kaprisli bir arkadaştır, yazabilirsiniz yani. Hüseyin Çelik. Orada açabilseydik, belki alıştırabilirdik. Kurslara giren olmadı. Şirket orada duruyor, belki şirketi kapatacağız şimdi. O, fevkalade önemli bir şeydi.
SONSÖZ: İnternet medyasını nasıl görüyorsunuz?
PAKDEMİRLİ: Ben size bir şey söyleyeyim mi, 10 sene sonra bu gazeteler olmayacak. Ben sabah açıyorum interneti, bütün matbuaatı okuyorum. Ne uğraşacağım ya, gazete git al gel. Kim getirecek zaten buraya? Siz 10 yıl evvel başladınız, inşallah başarılı olursunuz. Ama 10 yıl sonra Türkiye'de gazetede çıkmayacak. Ya da bir iki tane, laf olsun diye. Hürriyet, Milliyet, Vatan olacak. İnternet belki paralı olacak. 5 kuruş, 10 kuruş diyecek ama adam kağıda basmayacak. Amerika'da başladı.
SONSÖZ: AKP teklif etti ama 'borçlarımı ödemek için çalışmam lazım diyerek kabul etmedim' dediniz. Oysa siyasette millet zengin oluyor. Siz ise borçlanmışsınız!
PAKDEMİRLİ: Vallaha benim kafam öyle çalışmıyor, biz zengin olamadık.
SONSÖZ: Siyasette zengin olunmaz mı?
PAKDEMİRLİ: Siyaseti yaparsanız, kendinizden verirsiniz. Siyasette sen vereceksin.
SONSÖZ: Siz oğlanlara gemicik falan alamamışsınız yani? (gülümsüyor) Şu andaki iktidarı zayıflatan işlerden biri de eş dost akraba ilişkileri bence. Ne diyorsunuz?
PAKDEMİRLİ: Tabii. Nepotizme(*) ve benzeri duygulara karşı koyabilmeleri lazım. Benim oğlum gemicik alamadı, benim oğlum, ithalatçılık yapamadı. Çünkü Gümrükler bendeydi. Maliye Bakanı'nın düşünmesi lazımdı. Şimdi benim oğlan için mısırın gümrüğünü düşüreceğim, benim oğlan alacak, sonra ne olacak? Yanlış işti, ithalatı yapacaksın, ertesi günü yükselteceksin, böyle bir şey olmaz. Benim bunların hepsinden fazla çocuğum var. 5 çocuğum var. 5'i de çok iyi tahsil gördüler.
SONSÖZ: Bulunduğunuz kritik noktalar, sizin kişisel zenginliğinizi sağlayacak noktalardı. Siyaseti bırakalı 7-8 yıl olmuş ve hala o dönemin borçlarını ödediğinizi söylüyorsunuz. Daha çok var mı borcunuz?
PAKDEMİRLİ: Banka borcu, 10 sene sürüyor işte.
SONSÖZ: Aziz Kocaoğlu'nun, seçimlerde kazandığı başarı için ne diyeceksiniz?
PAKDEMİRLİ: Çok büyük çoğunlukla seçildi. Tebrik etmemek mümkün değil. Ama tabii bu başarı, şahsının yanında AKP'ye İzmir'de duyulan karşı görüşlerden de kaynaklanıyor. Fazla propagandasını yapmayan ama büyük de atılımlarını görmediğimiz bir yönetici. Ben İzmir'de daha fazla atılımlar, yatırımlar görmek isterim.
SONSÖZ: Belediye mi yapar büyük yatırımları, hükümet mi?
PAKDEMİRLİ: Hükümet şaşı bakıyorsa, iş belediyeye kalıyor yani. Belediyenin elinde de imkanlar var tabii.
SONSÖZ: AKP'nin İzmir'i cezalandırdığına inanıyor musunuz?
PAKDEMİRLİ: Cezalandırmıyor da İzmir'i dikkate almıyor. Siyaset olarak işte ağırlığın bu kadar diyor.
SONSÖZ: Kitap yazmayı düşünüyor musunuz ya da var mı?
PAKDEMİRLİ: Yok ama 'tecrübelerim' diye bir şey yazmam lazım diye düşünüyorum.
* (NEPOTİZM: Yönetimdeki siyasi gücün ailelerine ve yakınlarına, iş olanaklarının sunulması.)