İki yılı aşkın süredir yaşadığımız bulanık ortamda neler olduğunu çözmeye çalışıyorum.’¶
Adına Ergenekon Terör Örgütü denilen davanın içindeki belli bir grubu anlıyorum, tamam işi çözdüm derken, kafamda oluşturduğum senaryoya, Mehmet Haberal, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, siyaset adamları, rektörler, generaller gibi bir çok insanı yerleştiremiyorum.
Sonra senaryoyu, zorlama da olsa biraz daha genişletiyorum, bu sefer o dönemin Genelkurmay Başkanları niye ellerini kollarını sallayarak dışarıda geziyorlar onu anlayamıyorum.
Kanada- Toronto’’daki, haham bozuntusunun ifadelerini ve bu konuda piyasaya çıkan hemen her kitabı okudum ama hala bu devam eden davaları anlayabilmiş değilim. Ama 73 milyon insanımız bu görülen davaların konusunu çok iyi anladı ki kimsenin sesi çıkmıyor!!!
Durum böyle olunca da korkmaya, aklımdan, zekamdan şüphelenmeye başladım. Bu sıkıntılarla boğuşurken kafama bir de Sayın Deniz Baykal’’ın balyozu indi! Allah kalan aklımı korusun, çünkü insan çok yönlü düşününce, çöküp kalıyor.
Baykal’’ın kasetinin şokunu atlatmadan, Önder Sav’’ın yaptığı suikast açıklamaları ne idi?
Baykal, istifasını açıklarken, satır aralarına serpiştirdiği bilgilerle ne demek istiyor?
Baykal, ABD Pensilvanya’’dan gelen bir telefonla, derhal ikna olacak yapıda bir insan değildir. Kaldı ki olayın ilk çıktığı gün AKP de lideriyle aynı tavrı sergilemişti. Neden AKP’’den gelen mesajlara inanmadı da, Fethullah Gülen’’den gelene inandı?
İnsanın aklına iki şey geliyor; Ya Baykal bu komplonun kim veya kimler tarafından hazırlandığını çok iyi biliyor, ya da Fethullah Gülen mesajda ona biz değil, falanca yaptı diye net bilgi verdirdi.
Öte yandan, çok çirkin ama, artık iyice merak etmeye başladım; Bu kaset gerçek mi, değil mi?İlk olarak, yıllar önce çekildi dendi, sonra Baykal ’“Bu kaset bulunmuş değil, iki hafta önce hazırlanmış bir komplo’” dedi. Kaset hangi gazete vasıtası ile dağıtıldı ?Hüseyin Üzmez ve Abdürrahim Dilipak’’ın Vakit Gazetesi.Kaset hangi ülkeden geldi? Haham bozuntusunun bulunduğu Kanada- Toronto’’dan. Buyur, çöz çözebilirsen!
Wall Street Journal’’daki makaleye şu farkla katılıyorum. Türkiye’’de sadece bir iç savaş değil, Türkiye’’ye yeni bir şekil vermek isteyenlerle ciddi bir savaş var. Olaylar çok hızlı gelişiyor. İnsan yaşadığı zamandaki olayların analizini anında yapamıyor. Ancak aradan zaman geçtikten sonra, yani resmi elinize alıp, gözlerinizden uzaklaştırdığınızda , bütünü görebiliyorsunuz.
Bunu daha önce de yaşamıştım. ’“Yeni Dünya Düzeni- Büyük Ortadoğu ve Türkiye’” isimli kitabımı yazarken Macaristan’’da yeni anayasa’’nın kabul edildiği, Sovyet Bloğundan koptuğu 23 Ekim 1989 dan, Sovyetler Birliği’’nin resmen son bulduğu 26 Aralık 1991’’e kadar geçen süreci, kaynak çalışması için bir günü bile atlamadan kronolojik olarak yaptığım vakit dehşete düşmüştüm. Kısacık bir sürede Avrupa’’da bir el sözde tarih yazmıştı. Komploları, oyunları öyle açık ve net görüyordum ki. Sonra, bu olayları yaşadığımız günlerde, olaylar arasındaki bu bağlantıları niçin kuramadığımı düşündüm.
İnsan yaşadığı günlerde, günlük yaşam problemlerinin ve koşuşturmanın yoğunluğunda, doğru değerlendirme yapamıyor. Tıpkı bu gün olduğu gibi’…
Türkiye büyük bir değişim içinde. Bu değişimi, ’“demokrasi adına’” yaptığını söyleyenlerin tamamına yakını tarikat ve cemaat çıkışlı kişiler! 2002’’de AKP iktidarı ile başlayan bu değişim hareketi, doğrudan Türkiye’’nin demokratik ve laik yapısını hedef almış durumda. AKP iktidara geldiği ilk 1- 1,5 yıl AB’’ye uyum çalışmaları adı altında Türkiye’’nin üniter yapısını zayıflatacak birkaç kanun çıkardı.
Ondan sonra AB’’ye uyum rafa kalktı daha doğrusu giderek bu paravanın arkasına saklanma gereğini duymamaya başladılar ve sürekli olarak Türkiye’’nin temel taşları ile oynayan yasalar çıkardılar. Bürokraside inanılmaz atamalar yapılarak, devlet dairelerinde ’“tarikat ve cemaat kaleleri’” yaratıldı. Ülkedeki medya kuruluşlarının büyük bir kısmı, kaynağı şaibeli paralar ile ele geçirildi. İnsanların özel hayatları, telefon dinlemeler, gizli görüntülerle ayaklar altına alındı. Yargıya vurulan darbeler ortada, Türkiye doludizgin, ’“tek parti diktatörlüğüne’” gidiyor.Türkiye’’de bu olaylar yaşanırken , insan hakları bekçisi batı dünyasından çıt çıkmıyor. Hatta Türkiye demokratikleşiyor diye alkışlayanlar bile var.
Ben batının olanı biteni böylesine yanlış değerlendirebileceğine inanmıyorum. 1950’’lerin kapalı toplumu değil Türkiye. Yabancılar rahatça giriyor, çıkıyor, gazetecileri ve resmi temsilcileri var. Yani en azından hepimizin telefonlarının dinlendiğini de bilmiyorlar mı?Tabii ki biliyorlar. Türkiye’’de yaşanan her şeyden haberleri var, ayrıca onlar da bu oyunun bir parçası. ABD ve Batı, Türkiye’’yi, Atatürk’’ün Türkiyesini darmadağın edip, yeni bir biçim vermeğe çalışıyor. Bunun için uyguladıkları yöntem belli.
TV’’lerde görmüşsünüzdür, eskiyen gökdelenleri yıkmak için binanın direnç noktalarına patlayıcılar yerleştirilir ve bu mekanizma harekete geçirildiğinde koskoca gökdelen, saniyeler içinde yerle bir olur. Türkiye’’ye de bu yöntem uygulanıyor.
Türkiye Cumhuriyeti’’nin direnç noktalarını düşünün. Ordusu, bürokrasisi, yargısı, üniversiteleri, aydınları, medyası... Sırayla bu direnç noktalarının hepsi çökertilmeye başlandı. Bugün de sıra Türkiye’’nin en köklü partilerinden CHP’’ye geldi.
Bütün bunlar tek başına AKP’’nin gerçekleştirebileceği boyutta olaylar değildir. AKP’’nin bu kadar büyük bir oyunu planlayabilecek ne gücü, ne de kapasitesi vardır. O bu oyunda sadece bir piyondur. Ona biçilen rol zamanında Gorbaçov ve Yeltsin’’e biçilen rolle aynıdır. Hatırlar mısınız?Gorbaçov, glasnost (açıklık- şeffaflık), perestroyka (yeniden inşa) derken, Sovyetler Birliği parçalanıp tarihe gömülmüştü. AKP’’nin çiğnediği sakızın adı ise açılım. Açılım açılım diye diye, Türkiye parçalanmaya gidiyor.
Ülkeye yayılan ve varlıkları Anayasamızın 174. Maddesi ile yasaklanmış, ortaçağ kalıntısı tarikat- cemaatler de, Güneydoğu’’daki ağa çocuklarına kurdurulan siyasi partiler de, PKK terör örgütü de hepsi bu büyük oyunun küçük piyonlarıdır. Bunlar, kendilerini doğuran analarını bıçaklayan, zavallı ve hasta ruhlu, lanetlenmiş yaratıklardır.
Bu büyük oyunda, Türkiye’’nin Ortadoğu’’daki diğer Müslüman ülkeler gibi, dinle uyutulan, anti-demokratik, zayıf ve küçük bir ülke olması gerekiyor.
İşte; yaşadıklarımız, AKP kullanılarak, Türkiye’’ye kabuk değiştirme operasyonlarıdır.
Bilmem, resmin tamamına yakınını sizlere gösterebildik mi?
Bu operasyonların planlayıcılarının bilmediği, tanımadığı tek şey Türk Milletinin sağduyusu ve şaşmaz öngörüsüdür. Bu uyanışın işaretlerini yavaş, yavaş almaya başlıyoruz. AKP’’li milletvekilleri, Türk Milletinin tepkisinden yakında sokağa çıkamaz hale gelecek. Sarı saçlı, mavi gözlü adamın ışığı yine ülkemizin üstünde parlayacak ve resmin arkasındaki alçakları çok daha net görebileceğiz.