Rakam yozlaşması

Rakamlar kesin doğruların göstergeleri olmalıdır. İçinde yaşadığımız bilgi çağında, ülkelerin sosyo- ekonomik yapılarının en doğru ve gerçekçi tablolarını güncel ve güvenilir rakamsal verilerde buluruz.’¶
Bir ülkenin nüfusu, yüzölçümü, gayri safi milli hasılası, ithalatı, ihracatı size derhal binlerce kelimeden oluşan raporlardan daha fazlasını içeren bir tablo verir. Bu nedenle istatistiki bilgiler ve bu bilgilere dayanan rakamlar fevkalade önemli ve ciddi verilerdir.
Ancak ülkemizde, rakamlar konusunda ciddi bir yozlaşma söz konusudur. Herkes her konuda ortaya bir takım mesnetsiz rakamlar atmakta, diğerleri de bu rakamsal ifadeleri kesin doğrular kabul edip, bu asılsız veriler üzerine fikir inşa etmekte ve politika üretmektedirler. Kimse bu rakamların aslını kontrol etme veya analizini inceleme gereğini duymamaktadır.
Çünkü ülkemiz aydınının en büyük sorunu TEMBELLİKTİR. Tembellik nedeniyle, okumadığımız ve araştırma yapmadığımız için bize komprime olarak sunulan her bilgiyi doğru kabul eder ve bütün düşünce sistemimizi bu komprime bilgi üzerine bina ederiz. Özellikle köşe yazarı olarak bildiğimiz bazı kişilerin bu yanlış rakamlarla öyle oynayışları vardır ki, şaşarsınız. ’“At bir rakam, yazın veya konuşman çarpıcı ve inandırıcı olsun, reyting alsın’” anlayışı ön plana çıkmaktadır.
Sizlere çarpıcı iki örnek vereceğim; Güler misiniz, ağlar mısınız sizin bileceğiniz iş!
Örnek 1:

24 Aralık 1995 Seçimleri 1990 Nüfus sayımına göre yapılacaktı. Ancak basınımızın duayen kalemleri, siyaset adamları, terör nedeniyle büyük bir göç yaşandığını, Diyarbakır merkez nüfusunun 2 Milyona ulaştığı, eğer yeni bir nüfus sayımı yapılmazsa 700 Bin seçmenin oy kullanamayacağını söylemeye başladılar. Bu çok ciddi bir iddia idi. Olayı incelemeye başladım. 1990 Nüfus sayımına göre, Diyarbakır’’ın İl ve İlçe Merkezlerinin toplam nüfusu,594.852 idi. Demek ki, iddia doğruysa 1Milyon 500 Bin kişi Diyarbakır’’a göç etmişti. Her aile 10 kişi olsa, Diyarbakır’’da 150 Bin gecekondu yapılmış olmalıydı. Diyarbakır’’a gittim, böyle bir şey yoktu. Sonra Diyarbakır’’a göç verebilecek çevre illerin nüfuslarını inceledim;

Hakkari (Toplam Nüfus) 172.479
Muş ’“ 376.543
Siirt ’“ 243.435
Bingöl ’“ 249.074
Bitlis ’“ 330.115
Toplam: 1.371.646

Yani çevre illerin tüm nüfusları, Diyarbakır’’a göç etse dahi, anlı şanlı yazarlarımızın dediği gibi yine de 2 Milyon nüfusa ulaşmıyordu. Nitekim, 1997 de yapılan nüfus sayımında, Diyarbakır’’ın 1990’’da 594.852 olan İl ve İlçe merkezlerindeki nüfusunun, 1997 yılında 832.605’’e ulaştığı meydana çıktı.
Örnek 2:
2000 yılı Eylül ayından sonra, Türkiye’’de yolsuzluklarla mücadele kapsamında son derece enteresan kod isimli operasyonlar yürütülüyordu. Bu operasyonlarda, aynen bugün olduğu gibi, isimsiz ihbarlar kesin doğru kabul ediliyor, ilgililer derhal tutuklanıyor, teşhir ediliyor, arkadan da soruşturma başlatılıyordu. Uygulamadaki bu tersliğin insan hakları ve evrensel hukuk normları ile bağdaşmadığını zamanın İçişleri Bakanına anlatmak mümkün olmadı. Fakat benim burada değinmek istediğim bu operasyonlardaki rakamsal ifadelerdir. Bu operasyonlardan ’“Örümcek’” kod adlı olanın iddiası şu idi; Bu operasyon kapsamında, naylon fatura kullanılarak, ihracatta haksız alınan KDV tutarı, bizzat Bakanın ifadesine göre 10 Milyar Dolar idi!

Türkiye’’nin ithalatını, ihracatını yıllardır takip eden biri olarak bu rakamın doğruluğu bana imkansız geldi. Maliye Bakanlığına yazarak(KDV İadelerini sadece Maliye Bakanlığı dağıtırdı) 1993 yılında başlayan KDV iadesi uygulamasının, yıllara göre dağılımını istedim. 1993 yılından, 2001 Eylül ayına kadar , 9 yılda ödenen KDV tutarı 2.7 Katrilyon lira idi. Bu miktarı dolara çevirdiğinizde(o günkü kurla) yaklaşık 6,3 Milyar Dolar ediyordu. Kısaca, uygulamanın başladığı 9 yıl boyunca devletin dağıttığı bütün KDV tutarı, bir operasyonla çalındığı iddia edilen 10 Milyar Doların neredeyse yarısı kadardı!!! O günkü yazılara, araştırmacı gazeteci geçinen tembel adamların yazdıkları ve söylediklerine, pisi pisine yitip giden hayatlara, yok olan haysiyet ve gururlara bakınca, ne kadar üzüldüğümü anlatamam’…
Bu yüzden, basın yayın organlarında çıkan her rakama şüphe ile yaklaşırım. Şimdi bizlere yıllarca söylenen bazı rakamları, araştırmacı ve bilim adamlarının dikkatlerine sunalım;

-PKK Terörünün, ülkeye maliyeti 100 Milyar Dolardan, 350 Milyar Dolara kadar olduğu söylenmektedir. Bu rakamları verenler sıradan insanlar değildir. Başbakanlardan, Askeri yetkililere kadar çeşitli kişiler bu rakamları verdiler. Fakat aralarındaki fark neredeyse tüm Türkiye’’nin iki yıllık ihracatına eşittir. Manevi kaybımızın hiçbir şekilde ölçülemeyeceği bu kalleş savaşın maddi maliyeti ülkemize ne kadara mal olmuştur?

-1999 yılında Türkiye’’nin yaşadığı iki büyük deprem felaketinin maliyeti, bizzat devlet yetkilileri tarafından 10 Milyar ile, 20 Milyar Dolar arasında ifade edilmiştir.
Bunlar ve benzeri rakam yozlaşmalarının üzerine ciddi bir şekilde girmek, araştırmak, doğruyu kamuoyu ile paylaşmak tüm aydınlarımızın görevidir.

Hiç kimsenin, hiçbir makamın bu tür yozlaşmış rakamlarla, toplumun huzurunu, toplum bireyleri arasındaki karşılıklı güveni ve hepsinden önemlisi, toplumun devlete güvenini sarsmaya hakkı yoktur’…