Eskiden gazete patronları vardı(!..)
'Ne yani, şimdi yok mu?' dediğinizi duyar gibiyim...
Tabii ki var...
Ama şimdikiler sadece 'patron', hiçbiri 'gazeteci' değil...
Ne olduklarını yazmama gerek var mı bilmiyorum!..
Valla hiç beni yormayın...
Onların ne olduğunu çok merak ediyorsanız, yarın paraya kıyıp bu memlekette çıkan bütün gazeteleri alın ve sahiplerinin kumaşını anlayın...
Konumuz da zaten şimdiki müteahhit, madenci, bankacı, zurnacı, klarnetçi, yıkamacı ya da yağlamacı medya patronları değil...
Daha doğrusu konumuzun 'kahramanı' bu saydıklarım değil...
Kahramanımız, adam gibi adam olan bir gazete patronu...
Hem de bir zamanlar,?bir zamanlar diyorum, şimdiki zamanla karıştırmayın lütfen...?bu ülkenin en prestijli ve en saygın gazetesi olan Hürriyet'in patronu...
Yani merhum EROL SİMAVİ...
Yeniler bilmeyebilir, bugün işine gelmeyenler de hatırlamayabilir Erol Simavi'yi...
Ama o, gazeteciliği dibine kadar yapan bir adamdı...
Şimdi bazıları, 'Boşversene ya! Zampara ve çılgın biriydi' diyebilir...
Hatta, seveni kadar çamur atanı da çıkabilir...
O 'tuzlukların' olumsuz olarak söyleyecekleri tek şey, Simavi'nin 'özel hayatı' ile ilgilidir...
Bu da beni hiç ilgilendirmez...
Beni ilgilendirmediği gibi, kimseyi de ilgilendirmez...
Ben burada adamın 'gazeteciliğine' bakarım...
Onun gazetesini okuyanlar da zaten yıllarca bu tarafına baktı...
Emin olun, hepsi de bu gerçek gazete patronunu ayakta alkışladı...
Çünkü Simavi;
Hiç bir iktidarı yıkayıp yalamadı...
Hiç bir güce biat etmedi...
Hiç kimseye yandaş olmadı...
En önemlisi, hiç kimseden korkmadı...
Onun devrinde ne 'Alo Fatihler' vardı, ne de telefonun ucunda salya sümük ağlayanlar...
İspat mı istiyorsunuz!..
Buyrun okuyun öyleyse, Erol Simavi'nin o dönemin en güçlü adamı Turgut Özal'a, gazetesi Hürriyet'in birnci sayfasından yazdığı bu mektubu...
* * *
'Sayın Başbakan,
Sevdiğimiz, beğendiğimiz umut bağladığımız kişiydiniz...
Şimdi itiraf edeyim, sizi artık tanıyamıyorum...
Hele şu sıra:
By-pass denilen cerrahi işlemin(..) sizde uyandırdığı etkiyi iki kelimeyle özetleyebilirim: Basından nefret!
Sağlık seferinizden dönüş gününden beri bizleri köşeye sıkıştırma çırpınışı içindesiniz...
Elhak, başarıyorsunuz da...
Yetinmiyorsunuz, daha daha daha sıkıştırmayı düşlüyorsunuz...
Siz şu by-pass gerçeğini yaşıyorsunuz, ama bir başka gerçeği unutuyorsunuz:
Dev bir ÇOMAR olup, mini mini bir tekirin üzerine hamle ederseniz bile onun, can havliyle atılıp yüzünüzü, gözünüzü tırmalayacağını...
Elbette ki ne siz o yaratıksınız, ne de bizler öteki...
Ama üzerine basa basa söylüyorum:
Bizler hancıyız, sizler öyle de, böyle de YOLCU...
Bazı akşamlar, televizyonumun penceresinden sizinle yüz yüze geliyorum:
Bakıyorum, (..) AVAZ AVAZ bağırıyorsunuz...
Kelimeleri, dudaklarınızdan hem püskürtüyor, hem de adeta çevreye saçıyorsunuz:
'Basın yalan yazıyor!'
Ben de işte asıl o zaman isyan ediyorum:
Hayır sayın Başbakanım!..
Basın yalan yazmıyor. (..)
Bizlerin arasında bırakınız yalan haberi, yanlış habere bile tahammül gösterecek meslektaşım yoktur...
Kabul ediyorum: Devrişahanenizde basın sevilmiyor...
Gazetelerimizin kamuoyunda cana yakın bir görüntü taşıdıklarını da sanmıyorum...
Sizin de olayı içinizin yağları eriyerek körükleyişinize her gün tanık oluyorum. (..)
Bu ne KİŞİLİKSİZ düzendir ki, parmağınızın bir işaretiyle pazar günü olmasına rağmen savcılar çalışır, gazete toplatır...
Bu ne ONURDAN YOKSUN devlet kuruluşlarıdır ki, yine bir göz kırpmanızla kağıdımıza katmerli zammı bindirir...
* * *
Dediğim gibi; bu açık mektup,
19 Nisan 1988 günü Hürriyet gazetesinin manşetinden 'Sayın Başbakan' başlığıyla yayımlanmıştı...
Yazarı da, ne 'köşe' sahiplerinden biri ne de gazetenin Genel Yayın Yönetmeni!...
Bunu yazan bir GAZETE PATRONU...
Şimdi soruyorum size!...
Bugün bu ülkede, bir tane böyle 'testisli' gazete patronu var mı?..
!!!..
Tamam dağılın...