Büşra ÇETİNKAYA / EGEDESONSÖZ – İzmir Ticaret Odası (İZTO) Ocak ayı meclis toplantısı İZTO meclis salonunda gerçekleştirildi. Meclise İZTO Meclis Başkanı Selami Özpoyraz liderlik etti.
2024 yılı faaliyet raporu ile 2025 ocak ayı faaliyet raporu sinevizyon gösterimi meclise sunuldu.
“ÖDEMEMİZ GEREKEN HİÇBİR MALİYET BİR CANIN VEBALİNDEN AĞIR DEĞİL”
İZTO Yönetim Kurulu Başkanı Mahmut Özgener yaptığı konuşmada Kartalkaya faciasına değinerek şunları söyledi:
“Aynı travmaları tekrar yaşamamak için vakit kaybetmeden hep birlikte kalıcı çözümler üretmek zorundayız. Unutmayalım ki; daha güvenli bir gelecek için yapacağımız hiçbir yatırım, ödememiz gereken hiçbir maliyet bir canın vebalinden daha ağır değil.
Şu anda turizm tesislerinde yangın denetimi kuruluş işlemleri esnasında yapılıyor. Sonrasında tesiste, tadilat ve düzenleme yapılmadığı sürece bir kontrol zorunluluğu öngörülmüyor.
Yangına uygun teknolojiler her geçen gün gelişirken, ihtiyaç duyulan yeni düzenlemenin bir an önce hayata geçmesini ve bu belirsizliğin tamamen ortadan kalkmasını umuyoruz.
Yeni bir yasal düzenleme ile, turizm tesislerinin yangın denetimlerinin ne sıklıkla yapılacağı, tesisi ziyaret edenlerin söz konusu denetimleri açıkça görebileceği bir bilgilendirme levhasının gerek fiziksel olarak tesisin içinde gerek ise dijital ortamda ulaşılabilir olması önem taşıyor.
Ayrıca turizm tesisinin denetimlerinin hangi kurum tarafından yapılacağı da açıkça belirtilmeli. Tesisin, denetim sonucunda yangın yeterlilik belgesi alamaması halinde, gerekli düzenlemeleri yapana kadar faaliyetine sınırlama getirilmesi ve bunun kamuoyu ile de paylaşılması gerekiyor.”
“CUMHURBAŞKANI YARDIMCISI ENFLASYONUN 2025’İN SONUNDA GÜNDEMDE OLMAYACAĞINI DİLE GETİRDİ”
Özgener, İzmir iş dünyasından isimler, AK Parti İzmir Milletvekilleri Eyyüp Kadir İnan ve Şebnem Bursalı ile birlikte Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’a yaptıkları ziyaret hakkında şu bilgileri verdi:
“2025-2027 Orta Vadeli programda açıklanan iş gücü reformu başta olmak üzere; sanayi, üretim, yatırım, eğitim, tarım ve vergi gibi alanlarda konulan hedefleri olumlu bulduğumuzu ilettik. Bununla birlikte tüm bu alanlardaki çalışmaların, enflasyonu düşürmenin maliyetini azaltırken, ekonomik alandaki uzun dönemli başarı şansını daha da artıracağını paylaştık.
Ekonomik programın kararlılıkla uygulanması ve makro ihtiyati tedbirlerin hafifletilmesi sonucunda; cari dengenin düzelmesi, Merkez Bankası rezervlerinin çoğalması, Kur Korumalı Mevduat’ın azalarak Türk Lirası varlıklara olan ilginin artması ve ülkemizin kredi risk priminin düşmesi gibi gelişmelere bağlı olarak ülkemize yatırımcı ilgi ve güveninin arttığını vurguladık.
Enflasyonu düşürme önceliği ile çalışan Merkez Bankası’nın son dönemde kararlılıkla ve istikrarla yürüttüğü para politikalarının; maliye, ücret politikaları ve yapısal reformlarla desteklenmesinin piyasada güveni pekiştireceği ve reel sektör maliyetlerini azaltacağı kanaatinde olduğumuzu ilettik.
Ekonomik istikrarımızın devamı için büyümenin kompozisyonunu da değiştirmemiz gerektiğini özellikle vurguladık. Bunun için de yüksek iç talebin ve ithalatın yönlendirdiği büyümeden; üretime, sabit yatırımlara ve ileri teknoloji payının arttığı ihracata dayalı bir büyüme ve kalkınma modeline hızla geçmemiz gerektiğini dile getirdik.
Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımız, 2025 yılının sonlarına doğru enflasyonun bugünkü kadar gündemde olmayacağını dile getirirken, tek haneli rakamları görene kadar mücadeleyi kararlılıkla sürdüreceklerini vurguladı.”
“KÜÇÜK ESNAF DA BU UYGULAMAYA UYMALI”
50’den az çalışanı olan ve az tehlikeli sınıfta sayılan işletmelerde, iş güvenliği uzmanı ve iş hekimi bulundurma zorunluluğunun 1 Ocak 2025 tarihi itibariyle uygulamaya girmesi hakkında görüşlerini paylaşan Özgener, “Bu uygulama, ekonomik zorluklar nedeniyle son zamanlarda üretim, enerji, iş gücü, ham madde gibi enflasyon kaynaklı birçok maliyet kalemine katlanmak durumunda kalan işletmelerimizi maalesef yeni bir ek külfetle karşı karşıya bırakıyor. Üstelik küçük esnafımızın da bu zorunluluğa uyması gerektiğini görüyoruz. Bununla birlikte bu uygulamanın uzun vadede doğru bir yaklaşım olduğu kanaatindeyiz.
Mevzuatta bizlerin yükünü azaltacak bazı alternatifler de var. Bu konuda, bilgi eksikliği olduğunu görüyoruz. 50’den az çalışanı olan az tehlikeli sınıftaki işletmelerin sahipleri, iş güvenliği uzmanı ve iş sağlığı hekimi istihdam etmek yerine, online eğitim alarak bu konuyu çözüp, zorunluluktan muaf olabilir.
Konuyla ilgili Anadolu Üniversitesi ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımız arasında imzalanan protokol kapsamında, önümüzdeki Şubat ayı içerisinde gerçekleşecek online sertifika programını tamamlayan işveren veya işveren vekilleri, iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerini kendileri yürütebilecek” ifadelerini kullandı.
“BÖLGELER VE SEKTÖRLER ARASINDA ENFLASYONİST BASKI VAR”
Özgener, ekonomi gündemine dair şu değerlendirmelerde bulundu:
“2025’in global ekonomik görünümüyle ilgili ilk dikkatimizi çeken olgu, küresel büyüme temposunun yavaşlamış olması. Her ne kadar Dünya Bankası'nın son tahminleri global büyümede istikrar bekliyor olsa da; söz konusu oran, geçtiğimiz yıllarda yaşanan ekonomik kayıpların giderilmesi veya gelişmekte olan birçok ülkenin kalkınma ihtiyaçlarının karşılanmasında yetersiz kalıyor.
Küresel ekonominin 2025’te yüzde 2,7 büyüyeceğini, bölgesel değişimlerin yüksek olabileceğini öngörüyoruz. Amerika Birleşik Devletleri'nin 2025’te iyi bir performans göstermesi bekleniyor. Avrupa ve Çin’in daha zayıf bir büyüme ile karşı karşıya. Gelişmekte olan ekonomileri ise daha ciddi zorluklar bekliyor.
Enflasyon küresel ölçekte azalıyor olsa da hizmet sektörü enflasyonu ve bölgesel farklılıkların devam ettiğini gözlemliyoruz. Bölgeler ve sektörler arasında farklılık gösteren enflasyonist baskılar mevcut.”
“FED’İN YILLIK FAİZ BEKLENTİSİ GLOBAL PARA AKIŞINI ETKİLEYECEK”
ABD’de Donald Trump’ın 47. Başkan seçilmesiyle birlikte dünya ekonomisi hakkında yorum yapan Özgener, FED’in faiz beklentilerine de değinerek “yeni dönemde gümrük vergilerinin yükselmesi, enflasyonist riskleri doğurabilir. Korumacı politikaların dünya genelinde enflasyonun düşme hızını azaltabileceğini ve büyük merkez bankalarının, özellikle FED’in faiz indirimlerinin düşük kalma ihtimalini gözlemliyoruz.
FED’in bu gelişmeler doğrultusunda yıllık faiz beklentisinin ise 50 puandan 25’e indiğini görüyoruz. 2025 yılı genelinde sadece bir faiz indiriminin yapılmasının beklendiği dile getiriliyor. Bu yaklaşım, global para akış hızını ve beraberinde ülkemiz ekonomisini de etkileyebilecek bir durum oluşturuyor.
Küreselleşmenin farklı bir boyuta evrilmesiyle birlikte; ticaret engelleri, jeopolitik gerilimler ve siyasette politika belirsizliği kritik riskler olarak karşımıza çıkıyor. Kalıcı enflasyon ve iklim kriziyle ilgili zorluklarda önemli tehditler arasında yer alıyor” ifadelerini kullandı.
“170 MİLYON KİŞİLİK İŞ GÜCÜ TALEBİ OLUŞACAK”
Özgener, sözlerine şöyle devam etti:
“Dünya Ekonomi Forumu’nun yayınladığı iş gücü raporunda, küresel ölçekte büyük yenilikler olacağı; teknoloji, yeşil dönüşüm, demografi ve ekonomideki gelişmeler ile birlikte farklı bir dönemin başlaması öngörülüyor. 2030’a kadar mevcut işgücü piyasasındaki 92 milyon kişinin işini kaybedeceği; farklı niteliklere sahip 170 milyon kişilik iş gücü talebi oluşacağı tahmin ediliyor. Bu durumun eğitim ve öğretimde de değişiklikler yaratması bekleniyor.
Küresel çapta işgücünde yaşanan değişim göz önünde bulundurulduğunda hem makro düzeyde, hem de şirketler düzeyinde gerekli önlemlerin alınması ve çalışma alanında mutlaka bir ekonomi politikası tepkisi verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Vasıflı işgücü oranının ülkemiz geneline göre yüksek olduğu İzmir açısından da işgücü dönüşümünün önemli olacağını değerlendiriyoruz.”
“EKONOMİDE YAŞANAN AKUT SORUNLARIN ÇÖZÜLMESİ GEREKİYOR”
Özgener, “Ülkemiz acısından halihazırda kişi başına düşen gelir seviyesinde görülen 13 bin doların artması önem taşıyor. Bunun için orta gelir tuzağından çıkmaya aday bir ülke olarak toplumsal refahın arttırılmasına yönelik politikaları üretmemiz gerektiğine inanıyoruz.
Bunu yaparken, ekonomide bugün yaşadığımız akut sorunların da mutlaka üstesinden gelmemiz gerekiyor. Bozulan fiyat istikrarının düzelmesi enflasyonun düşmesine ve makro ekonomik istikrarın sağlanmasına bağlı.
Özellikle hizmet sektörlerinde aynı hizmet için birbirinin iki üç katı değişen fiyatların piyasada oluştuğunu gözlemliyoruz. Bir örnek verecek olursak, TÜİK’in verilerine göre, son bir yılda fiyatı yüzde 153 artan konut sigortası kalemi olduğu gibi yüzde 7 artan ayakta sağlık hizmetleri kalemi de var. Bu artış eğiliminin devam etmesi ve hizmet enflasyonu ortalamasının yüzde 60’larda seyretmesi, genel enflasyon oranlarına olumsuz yansıyor.
Şu an enflasyonu düşürmek için ekonomideki en öncelikli konunun, hizmet sektörü fiyatlamalarının yüzde 30’un altına düşmesi olduğunu düşünüyoruz. Bu aşamadan sonra fiyat artışlarının hem kamuda hem özel sektörde yüzde 30 ile sınırlanması alım gücünü koruyacaktır” diye konuştu.
Merkez Bankası’nın politika faizinde 250 baz puan indirime gitmesi ve faizi yüzde 45 seviyesine çekmesi ile ilgili öngörülerini paylaşan Özgener, “politika faizinin Haziran’da yüzde 38, yıl sonunda yüzde 30’a ineceğini tahmin ediyoruz. Enflasyonun Aralık ayındaki yavaşlamadan sonra Ocak’ta bir miktar artacağını ancak sonrasında tekrar düşüş trendine geçeceğini öngörüyoruz. 2024 yılının dördüncü çeyreğinde sanayi, hizmetler ve inşaat gibi tüm ana sektörler toparlanma belirtileri gösterdi, fakat sanayinin alt kollarında büyüme dengesiz bir seyir izlemekte. En son verilere göre; kimya, ana metal, metal eşya ve gıdada dipten dönüş sinyalleri olabileceğini düşünüyoruz.
“OLUMLU SENARYODA ENFLASYON YÜZDE 30 SEVİYESİNDE KALACAKTIR”
Dördüncü çeyrek ile birlikte finansal koşullardaki gevşeme ile krediler ve kredi kartı büyümesindeki artışın devam ettiğini değerlendiriyoruz. Bankalar ayrıca işletme ve bireysel kredilere olan talebin arttığını ve 2025’in ilk çeyreğinde yurt içi finansman koşullarında daha fazla gevşeme beklendiğini rapor ediyor.
Talep koşullarının arz durumundan daha pozitif bir görünüm gösterdiği senaryoda, ülkemiz enflasyonunun yüzde 30 seviyesinde kalacağını öngörüyoruz” ifadelerini kullandı.
“İZMİR’DE ORTA KESİM FAZLA”
Özgener, para miktarının gelir eşitsizliğini artırdığını ifade ederek “Gini katsayısı, sıfıra yaklaştıkça gelir dağılımında eşitliği, bire yaklaştıkça ise gelir dağılımında bozulmayı ifade ediyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun 27 Aralık 2024 tarihinde açıkladığı verilere göre; en yüksek eşdeğer hanehalkı kullanılabilir fert gelirine sahip yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay bir önceki yıla göre 0,6 puan azalarak yüzde 48,1 olurken, en düşük gelire sahip yüzde 20'lik grubun aldığı pay ise 0,2 puan artarak yüzde 6,3 oldu.
Para miktarı arttıkça gelir eşitsizliği artıyor. İzmir, en zengin yüzde 20’nin aldığı pay olarak 47,1 ile büyükşehirler arasında gelir eşitsizliğinin bir parça daha iyi olduğu bir yer konumunda. Bu durum, İzmir’de orta kesimin daha fazla olduğunu ortaya koyuyor” şeklinde konuştu.
“KARŞILIKSIZ ÇEK ORANLARI CİDDİ ŞEKİLDE ARTTI”
Ekonomi değerlendirmelerine devam eden Özgener, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Mevcut ekonomi politikalarında bazı alanlarda iyileştirme sağlanmış olsa da artan maliyetler, nakit sıkıntısı ve kısıtlı finansman erişimi nedeniyle şirketlerin zorlandığını, öz sermayesi kısıtlı firmaların, bu koşullar altında daha da zor günler yaşayabileceğini görüyoruz.
İçinde bulunduğumuz dönemde, karşılıksız çek oranlarının mevcut piyasa koşullarında ciddi şekilde arttığı, işletmelerde kapasite düşüşleri başladığı, bu gelişmelerin, üretim ve istihdam artırılmasını engelleyen temel bir faktör olduğu görülüyor. Artan maliyetler nedeniyle mevcut istihdamın korunması da giderek güçleşiyor.
İç piyasadaki daralmanın kâr marjlarının azalmasına neden olduğunu ve bu durumun firmaların büyüme potansiyelini sınırlandırdığını değerlendiriyoruz.
Dış ticaret işlemleri açısından ise; mevcut döviz kuru ihracatta kârlılığı düşürüyor, işgücü maliyetleri ve diğer operasyonel giderler ise; şirketleri ek yük altına sokuyor.
Nitelikli personel eksikliği ve tedarik zinciri aksaklıkları, üretim ve hizmet sektörlerinde sorunlara yol açıyor, nakit sıkıntısının piyasadaki genel hareketliliği de olumsuz etkileniyor.
Bu şartlar altında; üyelerimize yönelik yeni finansman destekleri, teşvikler ve yapılandırmaların devreye alınmasının, özellikle nakit akışının rahatlatılmasının gerekli olduğunu değerlendiriyoruz. Bu çerçevede; üretim kapasitesinin verimli kullanılması ve uluslararası pazarlarda rekabet gücünün artırılması konularında adımlar atılması gerektiğini düşünüyoruz.”