Oyumuz, onurumuz ve özgürlüğümüzdür...

31 Mart 2024 Pazar günü, ulusça sandığa gidip, yerel yönetimlerin yeniden belirlenmesi için oylarımızı vereceğiz.

Aman ne güzel!

Demokrasinin en güzel yönü de bu zaten. Belli dönemlerde önünüze sandık konur;

-Ey arkadaş, haydi, kendini yönetecek kişileri seç, denir.

Ha unutmayalım; isterseniz siz de yöntemine uymak, yolunu yordamını bilerek aday olabilirdiniz; mahallenizdeki muhtarlıktan, her hangi bir kentin belediye başkanlığına kadar! Genel seçimlerde de il ya da ilçe idare meclis üyeliğinden, ta cumhurbaşkanlığına dek.

Kısmetse elbette; ama ne güzel şey değil mi şu demokrasi denilen şey! Sonuçta bu hakkı önüne koyuyor ve üstelik sana diyor ki:

'Üzerinde yaşadığın şu güzel yurt, senindir; kimse-nin sırf kendisine, babasından kalan bir miras değildir. Sen, sana ait bir istersen kullanabilirsin; ancak yönetme sürecinde yer almak istemiyorsan, olsun; ancak bir şey var ki ondan kaçınamazsın; o da seni yönetecekleri seçme hakkın. Bu hakkı kullan ki özgür oluşunun gereğini yerine getir.'

Değerli arkadaşlarım, kimileri doğal olarak bu satırları okuduğunda şunu aklından geçirecektir:

'Ne alaka? Oy kullanma hakkımız, neden özgürlüğümüzün bir parçası olsun? Kullanırım ya da kullanmam; kullandığımda özgürlüğüme ait bir hakkı kullanıyorum da kullanmazsam eğer, bu da özgürlüğüme bir darbe mi sayılır?'

Evet, ne yazık ki, aynen öyle.

Demokrasilerde bireyin gidip oyunu kullanması özgürlüğünün gereğini yerine getirmek, hatta özgürlüğü gereği kendisine ait olan bir hakkı kullanmaktır. Kullanmadığın zaman da o özgürlüğünden caymak, hatta onu başkalarına devretmek anlamına geliyor ne yazık ki!

Niçin böyle?

Bunun açıklamasını en güzel ünlü Aydınlanmacı düşünür Jean Jaques Rousseau yapar; ünlü yapıtı Toplum Sözleşmesi'nde.

Büyük düşünür oturmuş, yıllarca kafa yormuş, eski kültürleri, uygarlıkları ve onlarda yöneten ile yöneten arasındaki ayırımın nasıl ortaya çıktığını; sonra da yö-netme olgusunun insanın kendisine ait doğal bir hak oldu-ğunu, bunu da en güzel cumhuriyet yönetiminde yerine getirebileceğini ileri sürmüş.

Konu hakkında özetle şunu demek istiyor Rousseau.

İnsan denilen varlık, gerçekte özgür olarak doğmuştur, ancak gel gör ki her yerde tutsak kılınmış, zincirlere vurulmuştur. Oysa o, doğada ilk kez yer aldığında mutlak anlamda özgürdü. Kurallar, yasalar, onun hal ve hareketlerini sınırlandıracak hiçbir koşul yoktu; o doğanın kendisine verdiği hareket alanı içinde istediğini yapar, hiçbir kişi ya da kuruma karşı sorumluluk duymazdı. Ancak gün geldi insanlık yalnız yaşadığı o doğal durumdan, toplu ya-şama geçti; çünkü koşullar öyle gerektiriyordu. Böylece küçük yerleşimler ortaya çıkmaya başladı; elbette bu durumda yalnız yaşamanın yerini topluluk içinde yaşamak denilen durum aldı. Ancak toplu yaşama yoluna giden in-san, mutlak özgürlüklerinin bir kısmından caymak durumunda kaldı; çünkü başka türlü bu yaşamı sürdüremezdi.

Düşünün hem toplu yaşıyorsunuz hem sınırsız özgürsünüz; bu olabilir mi? Sizin özgürlüğünüz sınırsızsa, başkalarının da böyle bir hakkı olacağına göre, birbirinin özgürlüklerinin alanına girecek özgürlükler arasında bir çatışma yaşanması kaçınılmaz olurdu bu durumda. Bu olduğunda da toplu yaşam söz konusu olamadı.

O halde şöyle düşünün: Doğadasınız, sonra toplu yaşam alanına girmeye karar verdiniz, kalktınız, bir köy ya-şantısının içine eklendiniz. Ancak kapıdan girdiğiniz an, özgürlüklerinizin bir kısmından caymak durumundasınız. Var sayın ki köyün giriş kapısında bir havuz var ve siz vazgeçtiğiniz özgürlüğünüzü oraya attınız. Siz bunu yapmak zorundaysanız, eşitlik gereği herkes yapmak zorunda; o zaman da ne çıkar ortaya? Herkesin vazgeçtikleri özgür-lüklerden oluşan bir özgürlükler kümesi…

Bir havuz dolusu vazgeçilmiş özgürlükler…

Bu haklarından vazgeçmiş bireylerse toplum içinde, bu kendilerine doğanın verdiği özgürlüklerin bir kısmın-dan arınmış bir durumda varlıklarını sürdürüyorlar.

Pekala; bu vazgeçilen özgürlükler ne olacak? Onlar orada öylece kalacak mı?

İşte burada tanısını koyuyor büyük düşünür:

'Hayır, O vaz geçilen özgürlük, senden çıkmıştır ama, kamunun olmuştur. Yani orada toplanan öz-gürlükler kümesi senin de içinde yer aldığın kamuya ait bir güçtür ve eğer hak üzerinden gidilecekse, o güç, toplum adına kullanmalıdır.'

İşte burada şöyle bir sorun çıkıyor:

Pekala bu hakkı kim kullanacak?

Doğal olan, toplumun kendisi olurdu. Bu da ancak cumhuriyetle sağlanabilir; yani kendi hakkını toplumun kendisinin bir parçası olarak iradeni, yani istencini yönetme süreçlerini yansıtarak.

İnsan önceleri bunu kullanmanın yolunu, yöntemini bilmiyor, yani cumhuriyeti tanımıyordu. Bu nedenle tuttu, ilk olarak, kendisine ait bu hakkı kullansın diye toplumun içinde ilk kral olacak kişiye devretti. Hatta oturdu onunla bir sözleşme yaptı:

'Kral, bu hakkın topluma ait bir hak olduğunu bilerek, toplum yararına kullanma ve bir gün insanlık kendisine ait olan bu hakkı kullanabileceği bir siyasal aygıt yarattığında, o hakkı topluma geri verme sözü vermektedir...'

Bu ilk kralla toplum arasında yapılmış bir sözleşmedir.

Vs. Vs.

Değerli arkadaşlarım gördük değil mi?

İşte cumhuriyet bu yüzden fazilettir. İnsan doğasına, onun onuruna en uygun yönetim biçimidir ve insana ait bir değerdir; hatta insanın özgürlüğünün gereğidir ve in-sanın doğasına ait bir parçadır.

Onu işletmek de görevlerimizi tam ve eksiksiz olarak yerine getirmemize bağlı.

Büyük Atatürk, cumhuriyeti bu topluma armağan ederken; 'Benim en büyük eserimdir' demiş ve onu Türk ulusuna, ulusun en dinamik parçası olan gençliğe emanet etmişti.

Şimdi bu hakkımızı kullanmaktan vazgeçebilir miyiz? Bu bizim hakkımızsa, ondan vazgeçmek de özgürlüğümüzün gereği değil midir diyebilir miyiz?

O zaman da insanın aklına şu soru geliyor:

Oyunu kullanmama hakkım var diyerek, bunu da özgürlüğünün bir parçası olarak görme safdilliğinde bulu-nursan, gün gelir, Allah göstermesin, bu da sana ait bir haktır, hakkın budur diye boynuna tutsaklık zinciri geçirilirse ne olacak?

O zaman da şunu mu diyeceksin:

Köleleşmek de bir haktır!

İşte Rousseau bunun da yanıtını veriyor:

'Böyle diyemezsin; böyle dediğin anda, yani köleliği seçtiğinde, senden dünyaya gelecek çocuklar da o statüde yaşamlarını sürdürmek durumunda kalacakları için, onların özgürlükleri alanına girersin! Böylece hakkımdır diye diye, çocuklarının hakkını kullanan bir hak yiyici olursun.'

İşte değerli arkadaşlarım, bu pazar günü kalkıp, oy-larımızı gönül rahatlığıyla kullanacak, irademizi açıkça ortaya koyup, yerel yönetimlerimizi seçeceğiz.

Ama unutmayalım; bunun yalnızca bir görev oldu-ğunu düşünerek yapmayacağız bunu; özgürlüklerimizin gereği, hatta özgürlüklerimizin bir parçası olduğunu bile-rek ve düşünerek.

Demokrasimizin, özgürlüğümüzün, cumhuriyetimizin o taptaze bahar kokuları gibi aydınlık ve iç rahatlatıcı kokusunu içimize derin derin çekerek ve bahar kokularını hissederek…

Yeni seçimlerimiz ülkemiz ve ulusumuz için hayırlı olsun.