“Nereden çıkacağız?”

Nedendir bilmem… Bir süredir yazı yazmaktan imtina eder bir haldeydim…

“Söylesen tesiri yok, sussan gönül razı değil” sözünü hatırlaya hatırlaya; kendimce kendimi kızağa çektim…

Söyleyenin dediği gibi: Lügatinde ne kadar çok kelime olursa olsun, kendini anlatmak için bazen sessizliği seçermiş ya insan…

İşte o hesap…

Savaşlar içinde gün be gün değişiveren dünya halini, an be an hızla dönüşüveren ülke ahvalini hayretler içinde seyre daldım da…

Uzunca bir süredir karmakarışık oldu düşüncelerim.

Hani, tabiri caizse… Kurudu mürekkebim, yazmaz oldu kalemim…

Oysa…

Gönüllere ferahlık veren, umut aşılayan, esenlik dolu yazılar yazmayı her zaman çok istedim… 

Bu insiyakla… Bir ümit; her bir haber bültenini pür dikkat dinlerken…

Türlü çeşit memleket haberleri arasında; umuda dair, sevince dair, bir ışıltı, bir pırıltı görmekti en büyük isteğim…

Zira… İnsan hayatının ve onurunun böylesine hiçe sayıldığı,

Nezaketten, letafetten, dürüstlükten uzaklarda; sureta yaşamaya çalıştığımız bu aleladelik çağında…

Maddi/manevi pek çok yara aldık ve de sarsıldıkça sarsıldık yıllar boyunca…

Yaşanan çevre felaketleri; depremler, seller, yangınlar, orman katliamları, maden göçükleri, tren kazaları, terör olayları ve şehit haberleri ile ne çok zedelendik…

Depremzede, yangınzede, felaketzede, kazazede gibi türlü çeşit ekler geldi hayat hikayelerimizin önüne…

Her felakette zedelendikçe zedelendi yüreklerimiz ve daha da ağırlaştı sırtımızdaki yüklerimiz…

***

Amma velakin…

Allah beterinden korusun diye diye bir kez daha anladık ki henüz dolmamış çilemiz…

Büyük ihmallerin sürükleyip getirdiği kara bulutlar; akşamdan sabaha, yine kaplayıverdi ülkemin dört bir yanını…

20 Ocak gece yarısında koca bir ateş daha düştü memleketin tam kalbine…

Bolu Kartalkaya kayak merkezinde 238 kişinin konakladığı bir otelin, gecenin zifiri karanlığında alevlere teslim olmasıyla yine acı feryatlar göklere yükselirken…

Gündem… Yine hiçe sayılan insan hayatıydı…

Yıllardır depremlerin, sellerin, göçüklerin, yangınların zorlu imtihanlarından geçmiş…

Türlü çeşit ihmallere uğramış memleketimin makus talihiydi izlediklerimiz.

Ve bunların yarattığı acılarla bitap düşmüş ülkem insanın yurda yayılan feryadı idi işittiklerimiz…

*** 


Alevlere teslim olmuş otelin penceresinden yardım isteyen, çaresizlik içinde çıkış yolu arayan bir kadın sesi...

“Nereden çıkacağız…” çığlığı ile belki de hayatın içindeki en çetin soruyu soruyordu tüm sorumlulara…

“Nereden çıkacağız?”


O acımasız ejderhanın ağzından çıkan lavlar gecenin karanlığını delip geçerken…

Pencerelerden sarkıttıkları beyaz çarşaflara tutunarak kendini boşluğa bırakan, metrelerce yüksekten ölüme atlayan ya da havasız kalan 50 yaralı beden…

Ve…

Dört duvar arasına sıkışıp kalan; yangın alarmı, yangın tüpü, yangın merdiveni arayan…

Bir çıkış yolu bulamayıp da yanarak, boğularak hayatını kaybeden, çoğu çocuk yaştaki 79 can…

Morglarda ya da soğuk hava depolu araçların sessizliğinde yarım kalmış hayat hikayeleriyle…

Camlardan atılan gül yüzlü bebeler, kıymetlilerin kıymetlisi evlatlar, göz nuru oğullar kızlar, analar babalar, bu dünyadan sonsuzluğa uçup giderken…

Tesellisi mümkün olmayan acıları ile yakınlarını teşhis etmeye çalışan, dondurucu soğukta yüreklerine kor ateş düşmüş, sabır dilediğimiz acılı aileler…

İçinden çıkamadıkları çaresizlikleri ile… Bu zor soruyu adeta her birimize tek tek soruyordu.

“Nereden çıkacağız?”

Bizler; bu kapanmaz yaralarımızı nasıl saracağız? …

Ve yıllardır süregelen bu zedelenmelerimizin, bu yaralanmalarımızın, bu yok oluşlarımızın, bu kayıplarımızın hesabını kimden / kimlerden soracağız?

İnsan hayatına mal olan; ihmaller zincirinin, denetimsizliğin, kuralsızlığın ve de liyakatsızlığın sebep olduğu bunca felaketin ardından…

Şapkamızı önümüze koyup da gerekli dersleri ne zaman çıkaracağız?

Bu karanlıktan, bu dumandan, bu sisten, bu çaresizlik sarmalından, bizi yuttukça yutan bu girdaptan nasıl kurtulacağız?

Mamafih…

İçinde kaybolduğumuz bu kaos labirentinin mutlaka bir çıkış yolu vardır… Olmalı…

Sahi… Biz bu karanlıktan aydınlığa…

Nasıl ve “Nereden çıkacağız?”